Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23-01-2007, 11:48   #2
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

DEĞİŞİMDEN KAÇILAMAZ, DÜŞÜNCEDEN VAZGEÇİLEMEZ
Türkiye'de bilim, düşünce, siyaset kilitlenmiş; hareket kısıtlanmış. Kilitleri bilgi ve düşünce ile açacağız, değişime doğru kaçınılmaz hareketi başlatacağız.
Düşünmenin ana elemanlarını üç aylık bir dönemde seçkin altı bilim ve düşünce adamı "Yazar Okulu" çerçevesinde verirken, bilim, yazı ve yönetim alanında tanınmış 20 kişi, genç yazarlara kendi konuları ile ilgili bilgi ve tecrübe aktaracaklar.
Yazar Okulu, yazarların Türkiye'yi ve dünyayı doğru okuyarak yazmalarını sağlamak için Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı tarafından açılıyor.
Ortaöğretim düzeninin bu şekilde, öğrenciler arasında bir ayrım yapılacak şekilde kurulması ve işletilmesi ciddi bir anaysa sorunu yaratacaktır. Gerçekten, “bilim ve sanat hürriyeti” ile “eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” aynı madalyonun iki yüzü gibidir. (“Eğitim ve öğretim, devletin gözetim ve denetimi altında serbesttir. Özel okulların bağlı olduğu esaslar, devlet okulları ile erişilmek istenilen seviyeye uygun olarak kanunla düzenlenir. Çağdaş Bilim ve Eğitim esaslarına aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.” hükümleri 1961 Anayasası’nda bilim ve sanat hürriyetini düzenleyen 21. maddede, “bilim ve sanat hürriyetinin sınırları” olarak, 1982 Anayasası’nda ise “eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevini” düzenleyen 42. maddede eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevinin sınırları olarak düzenlenmiştir.)
“Bilim ve sanat hürriyeti” anayasanın 27. maddesinde “Kişinin hak ve ödevi” olarak düzenlendiği halde “eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” anayasanın 42. maddesinde bir “sosyal hak ve ödev” olarak düzenlenmiştir. Eğer bilim ve sanat hürriyeti bir sosyal hak olarak düzenlenirken “üniversitelere öğrenci yetiştiren liseler ve meslek yüksek okullarına öğrenci yetiştiren meslek okulları” şeklinde bir ayrım yapılacaksa bu ayrım ancak anayasanın izni ile yapılabileceğinden anayasanın 42. maddesinde mutlaka böyle bir ayrıma izin veren bir hüküm bulunmalı ve bu iki düzenden birinin seçimi öğrencilerin kanuni temsilcilerine bırakılmalıdır[1].
Basın Ve Yayımla İlgili Hak ve Hürriyetler (28-29-30-31. Madde)
Basın yayım araçları ve onların faaliyetleri “basın kurumu”nu oluşturur. Vatandaşlar düşünce ve kanaatlerini ve bu doğrultudaki faaliyetlerini yazılı, sözlü ve görsel basınla (medya) dile getirirler[2].
a) Basın Özgürlüğü
Basının ana görevi, kamuoyunu ilgilendiren konularda haberler yayınlamaktır[3]. Anayasamızda “basın hürdür, sansür edilemez” ifadesi bulunmaktadır. Fakat devlet bazı durumlarda bu hürriyeti sınırlayabilir. Basın hürriyetinin sınırlanmasında, anayasanın 26. ve 27. maddelerinin hükümleri uygulanır. Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla, basanlar, başkasına verenler bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar. Tedbir yolu ile dağıtım hakim kararı ile; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emri ile önlenebilir. Dağıtımı önleyen yetkili mercii bu kararını en geç yirmidört saat içinde yetkili hakime bildirir. Yetkili hakim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa dağıtımı önleme kararı hükümsüz sayılır.
Süreli veya süresiz yayınlar kanunun gösterdiği suçların soruşturma veya kovuşturmasına geçilmiş olması hallerinde hakim kararı ile; devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün, milli güvenliğinin, kamu düzeninin, genel ahlakın korunması ve suçların önlenmesi bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabilir[4]
Avrupa insan hakları mahkemesine intikal etmiş bir dava örneği:
Somut davada, T.S.’in sahibi olduğu dergide iki okuyucu mektubu yayınlanmıştır. Mektuplarda Türk makamları, Güneydoğu Anadolu’daki askeri operasyonlarla Kürt halkının bağımsızlık mücadelesini kanlı bir şekilde bastır­dığı suçlamasıyla ağır bir dille eleştirmektedir.
AİHM'ye göre, mektuplarda, "faşist Türk Ordusu", "TC Cinayet şebekesi",
ve "emperyalizmin kiralık katilleri" gibi ifadelerle, "katliam", "barbarlık" ve "kit­le cinayetleri" gibi hakaret terimleri kullanılmak suretiyle, uyuşmazlığın karşı tarafı küçük düşürülmek istenmiştir. Temel duygular tahrik ve kanlı şiddet olaylarına hakim olan önyargılar keskinleştirilerek, kanlı bir mukabeleye çağrı yapıl­maktadır. Ayrıca bu mektuplar, 1985'den beri güvenlik kuvvetleri ile PKK men­suplarının ağır kayıplar verdiği, Güneydoğu Türkiye'deki asayiş durumu bağ­lamında yayınlanmıştır. Bu çerçevede, mektuplar, iddia edilen suçların sorum­lularına karşı zaten kökleşmiş olan akıl dışı kin duygularını daha da tahrik ve böl­gedeki şiddeti sürdürmeyi teşvik edici nitelikte olup, okuyucuya, mütecavize kar­şı savunma amacıyla şiddete başvurulmasının gerekli ve haklı olduğu mesajı verilmektedir.

AİHM, bu gerekçelerle Sözleşmenin ihlal edilmediğine karar vermiş, adı geçen şahsın başvurusunu reddetmiştir[5].
Özel radyo ve televizyonların kuruluşlarının kitle ile iletişimde oynadığı büyük rol, yıkıcı ve bölücü unsurları, faaliyetlerini dolaylı veya dolaysız olarak yürütmede bu yayın organlarından yararlanmaya yöneltmiştir. Türkiye genelinde 2000 yılı itibari ile ulusal, bölgesel ve yerel mahiyette 1199 özel radyo ve 261 TV kanalı yayın yapmaktadır (Bu sayı günümüzde daha da artmıştır). Özel radyo yayınlarının % 23,2’sinin, özel TV yayınlarının %26,4’ünün ideolojik maksatlı olduğunu tespit edilmesi, ülkemizde hür ve serbest yayın hakkının suistimal edildiğine dair üzücü bir örnektir[6].
Basın özgürlüğü topluma siyasi liderlerinin düşünce ve tutumlarını keşfetme imkanı sağlayan en önemli araçlardan birisidir. AİHM’ye göre, bir siyasi şahsiyeti eleştiren gazeteciye yaptırımlar uygulanması gelecekte onu bu tür eleştiriler yapmaktan alıkoyacak bir nevi sansür niteliğindedir. Siyasi tartışmalarda gazetecilere bu tür yaptırımlar uygulanması, onların toplum yaşamını etkileyen konuların tartışılmasına katkıda bulunmasını ve dolayısıyla basının kamu adına “bekçi köpeği” görevini yapmasını engeller. Basın, politikacılara kamu oyunu ilgilendiren konularda yorum yapıp bunları halka yansıtarak herkesin serbest tartışmaya katılmasını sağlar ki, bu demokratik toplum ilkesinin çekirdeğidir[7].
b) Düzeltme ve Cevap Hakkı (32. Madde)
İfade hürriyetini varlığı, haber verme, gazete, dergi, kitap ve broşür çıkarma hakları, kişilerin cevap ve düzeltme hakkını da birlikte getirir. Çünkü, ifade hürriyeti korunurken kişilerin haysiyet ve şereflerini dokunulması mümkündür. Nitekim Türk anayasası da, kişilerin haysiyet ve şereflerini dokunulması veya kendileri ile ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde bu hakkın tanındığını belirtmiştir. Gönderilen düzeltme ve cevap yayınlanmadığı takdirde yayımın gerekli olmadığına hakim karar verir. Bir yayındaki yazıdan dolayı, cevap ve düzeltme hakkını kullanmak isteyen kişi, cevabını söz konusu gazete veya derginin sorumlu müdürüne verebilir. Mahkeme yoluyla cevap ve düzeltme hakkı şu şekilde kullanılır: Cevap verenin bulunduğu yerdeki sulh ceza mahkemesine başvurulur. Bu başvurmada düzeltme ve cevap metni ile yayının ilgili nüshası da mahkemeye verilir veya gönderilir. Sulh ve ceza hakimi, en geç 24 saat içinde cevap ve düzeltmenin suç teşkil edip etmediğini, yayın ile ilgisi bulunup bulunmadığına, kanunda yazılı şekil ve şartlara uygun olup olmadığına bakarak ona göre bir karar verir. Yayınlanma, hakimin gerekli göreceği değişiklikler yapılması şartıyla da olabilir. Cevap ve düzeltme, günlük gazetelerde alındığını takip eden 2 gün içinde, diğer yayınlarda , örneğin dergilerde, yine 2 günlük süre gözetilmek şartıyla ilk çıkacak nüshada yayınlanmalıdır. Sorumlu müdür, sulh ceza mahkemesinin kararına en geç yirmidört saat içinde yayının çıktığı yerin asliye ceza mahkemesi nezdinde sebep ve delil göstererek itiraz edebilir. Asliye ceza hakiminin yirmidört saat içinde vereceği karar kesindir.
Cevap ve düzeltme hakkı, yayınlandığı günden itibaren üç ay içinde kullanılmalıdır. Cevap ve düzeltme hakkını gerçek kişiler gibi devlet daireleri, kamu kurumları ve diğer tüzel kişiler de kullanabilirler, ölen bir kimsenin cevap ve düzeltme hakkını, mirasçılarından biri kullanabilir.
Cevap ve düzeltme hakkı, TV yayınlarında da söz konusu olabilir. Şöyle ki: Herhangi bir televizyon kanalı, bir kişinin haysiyet ve şerefine dokunulması veya kendisi ile ilgili olarak gerçeğe aykırı yayınlar yapılması halinde, o kimsenin yayın tarihinden başlayarak yedi gün içinde göndereceği düzeltme ve cevap metnini genel müdürlükçe alınmasından başlayarak üç gün içinde yayınlamakla yükümlüdür. Genel müdürlük kendisine gelen metni kanun hükümlerine uymadığı gerekçesi ile Ankara Sulh Ceza Mahkemesine gönderir.
İfade hürriyetinin bir sonucu olarak anayasa kamu görev ve hizmetinde bulunanlara karşı bu görev ve hizmetin yerine getirilmesi ile ilgili olarak yapılan iftiralardan dolayı açılan hakaret davalarında, sanığa ispat hakkı tanımıştır. Bunun dışında ispat işlemi ancak fiilini doğruluğunun tespitinde kamu yararı varsa veya şikayetçi razı ise kabul edilebilir[8].
  Alıntı ile Cevapla