Guest | Hak Arama Hürriyeti (36. Madde) Kişiler ve vatandaşlar bir hukuk devleti içinde yaşıyorlarsa, bu devletin bütün faaliyetlerinin yargı denetimine tabi olduğu bir hukuk düzeni içinde bulundukları anlamına gelir. Türk anayasası da Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğunu açıkça belirtmiştir. Bunun sonucu olarak; egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, yani kimse millete hükmedemez. Yalnız millet her şeyi bir arada toplanıp yapamayacağına göre, egemenliği kendi içinden çıkan organlar eliyle kullanacaktır. Bu organların arasında yargı da vardır. Esasen yargılama işi egemenliğin en önemli unsurlarından biridir. İşte bu yüzden, anayasa, kanunların bile yargı denetimine tabi olduğunu kabul etmiş ve Anaya Mahkemesi’ni öngörmüştür. Hak arama hürriyeti, yargı mercilerine başvurulma ile gerçekleştirilecekse, kişiler ilgili mahkemeye bir dilekçe vermek zorundadırlar. Dilekçe vermek için, temyiz kuvvetine sahip ve reşit olmak gerekir. Aksi halde, veli veya bazı şartlarda vasi ilgili kişi namına dava açar. Bunun dışında, bir kimse başkasının yerine hak arama hürriyetini kullanamaz, avukat tutulması istisnadır. Hak arama hürriyetine paralel olarak, vatandaşlara dilek ve şikayette bulunma hakkı da tanınmıştır. Anayasaya göre, vatandaşlar, kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri altında tek başlarına veya topluca yetkili makamlara ve TBMM’ye yazı ile başvurma hakkına sahiptirler. Kendiler ile ilgili başvurmaların sonucu, dilekçe sahibine yazılı olarak bildirilir. Dilekçe hakkının kullanılması için, bizzat başvurmak veya mutlaka bir avukatla temsil edilmek gerekmez[1] Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması (40. Madde) Anayasamızın 40.maddesine bakıldığında AİHS’ nin 13.maddesinden esinlenildiği görülmektedir. Bu madde ile; Anayasada tanınmış olan hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkese, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. Anayasamız ayrıca, aynı madde ile kamu görevlilerinin kişilere haksız işlemleri sonucu verdikleri zararı da devletin karşılayacağını belirtmiştir. Ancak devletin, bu zara ile ilgili olarak sorumlu olan ilgili görevliye rücu (yönlendirme, devretme) hakkı saklıdır. Aynı zamanda devlet, işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yollarına ve hangi mercilere başvuracağını ve bunların sürelerini de belirtmek zorundadır. Uluslararası Hukuk Alanında Teminat Uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerin içine öncelikle Uluslararası hukukun genel prensipleri, daha sonra da devletin taraf olduğu sözleşmelerden doğan yükümlülükler girer. Küreselleşen dünyada devletler arasında ekonomik, teknolojik ve çeşitli bakımlardan sınırlar ortadan kalkmaktadır. Dolayısıyla insan hakları kavramı etrafındaki sınırlar da ortadan hızlı bir şekilde kalkmakta ve bu kavram uluslarüstü bir değer haline gelmektedir. İşte bu şekilde evrensel hale gelen insan hakları kavramı etrafında dönen hak ve hürriyetlerin güvence altına alınarak, aykırı gidişlerden korunması ve daha ileri ve kaliteli bir düzeyde gerçekleştirilmesi amacıyla uluslararası kuruluşlar oluşturulmuş ve bu kuruluşlar vasıtasıyla çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Uluslararası kuruluşların başında Birleşmiş Milletler ve Avrupa ülkelerinin siyasal birliği olan Avrupa Konseyi gelir.Birleşmiş Milletlerin, kişisel ve sosyal hakları dolayısıyla insan haklarını uluslararası alanda hukukun konusu yaparak teminat altına aldığı belgelerin başında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, BM İnsan Hakları Koruma Sözleşmeleri olan Soykırım Sözleşmesi, Irk Ayrımcılığının Tüm Biçimlerinin Kaldırılması Uluslar Arası Sözleşmesi, Kadınlara Karşı Tüm Ayrımcılık Biçimlerinin Kaldırılması Sözleşmesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi, Kişisel Ve Siyasal Haklara İlişkin Sözleşme, Ekonomik Sosyal Ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar Arası Sözleşme, İşkence, Başka Zalimce İnsanlık Dışı Yada Onur Kırıcı Davranışlara Karşı Sözleşmeler gelir[2]. Avrupa konseyinin ise insan haklarının teminat altına alınması ve geliştirilmesi konusunda öncülüğünü yaptığı sözleşmenin başında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gelir[3]. Çağdaş demokratik devletlerde, hukukun üstünlüğü geçerli olmakla birlikte başta anayasal kurumlar olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlar ile bunların işleyişleri ve bu işleyişlere yön verenler hukuk kurallarına tabidir. Kurumların örgütlenmesini ve işleyişini belirleyen bu kurallara vatandaşlar kadar siyasi iktidarı kullananlarda mutlaka uymalıdır. Çünkü hukuk kuralları temelde gücünü yine kendisinin oluşturduğu Anayasadan almaktadır. Dolayısıyla hukuk kurallarına uyulduğu ölçüde de hak ve hürriyetler teminat altında olmakta ve Anayasanın üstünlüğü anlayışı gerçekleşmektedir. Modern Türkiye’nin halen yürürlükteki anayasası bilindiği gibi 1982 tarihlidir. Tarihsel süreç içerisinde 1982 Anayasasında ortaya çıkan ihtiyaçları gidermek, Avrupa Birliğine tam üyelik için gerekli ekonomik ve siyasi kriterleri karşılamak, kamuoyu beklentileri doğrultusunda çağdaş-demokratik standartları ve evrensel normları gerçekleştirmek, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü dolayısıyla anayasanın üstünlüğünü ön plana çıkarmak amacıyla anayasa değişiklikleri yapılmıştır, yapılmaktadır. Aslında amaçlanan küreselleşen dünyaya uyum sağlamaktır. Bu itibarla insan hakları ve temel özgürlükler alanındaki düzenlemelerde güvencelerin güçlendirilmesi yönünde önemli adımlar atılmaktadır. Dolayısıyla bireyler olarak bizler, hem ulusal ve hem de uluslararası alanda güvence altına alınan ve çerçevesi genişletilen hak ve hürriyetlerimiz ile yaşadığımız toplum ve devlet düzeni içerisinde, bir taraf bir başka deyişle söz sahibi olarak varlığımızı, tabii ki Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, insan haklarına saygılı, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti ve ulusu olma azim ve kararından sapmadan gerçekleştirebilmekteyiz[4]. |