Konu: Altın
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 24-01-2007, 13:39   #4
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Altın madenleri çalışanları arasında akciğer kanserinden ölme riskinin yüksekliği başka araştırmalarla da belirlenmiş. Yine örneğin, Avustralya’da 14 yıl süre ile 1974 madenci üzerinde yapılan çalışmada SMR=140; Güney Afrikalı 3971 madenci üzerinde 9 yıl süre için yapılan çalışmada SMR=161; ABD Güney Dakota’da Lead Madeni’nde 14 yıl için SMR=370; Sovyetler Birliği’nde 27 yıl için RR=7.9 gibi yüksek riskler bulunmuştur.

Daha sonra 2000 Ocak ayı sonundaki kaza ile gündeme gelen Romanya Baia Mare bölgesindeki madenciliğin çevreye yaydığı kurşun, arsenik ve sülfürden ötürü, madenciliğin yaygın olduğu Marumares İlindeki iş hastalıklarının ülke ortalamasının iki katı olduğu; 1996’da 248 çalışanın zehirlendiği ve bunların yarısının Baia Mare’den olduğu; örneğin Phoenix işletmesi çalışanlarının %52’sinin kronik hasta oldukları da bildiriliyordu.

Bunlardan ötürü de tıp çevreleri ve hekimler geçmişte, siyanür kullanılarak altın işletmeciliği tartışmalarına etkili bir biçimde katıldı, bugün de katılmayı sürdürüyor.

Çevre İçin Hekimler Derneği, 13 Temmuz 2000’de yayınladığı ve Bergama-Ovacık işletmesine ilişkin TÜBİTAK Raporu’nu hazırlayanları kınadığı bir basın bülteninde “Siyanür büyük miktarlarda alındığı takdirde koma ve ölüme neden olan çok zehirli bir maddedir. Uzun süre ve hissedilemeyecek kadar düºük miktarlarda siyanüre maruz kalan kişilerde ise kan bozuklukları, kalp ağrısı, baş ağrısı, solunum güçlükleri, kusma, tiroid bezinde büyüme, yürüme bozuklukları, görme ve işitme bozuklukları ve diğer sinir sistemiyle ilgili bozukluklara rastlanabilir. Siyanür dışında çevreyi kirletecek ağır metallerin de başta kanser olmak üzere pek çok sağlık sorununa neden oldukları bilinmektedir.” görüşünü açıklamaktadır.

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof Dr Fethi Doğan da İzmir’de düzenlenen bir Sempozyum’da sunduğu bildirisinde Bergama-Ovacık Altın Madeni’nin kanser insidansını kaçınılmaz olarak artırıcı ve birçok sistemik hastalığın doğmasına sebep olucu mekanizmasını tartışmıştır.

TÜBİTAK Raporu yayınlandıktan sonra sağlık disiplinleri arasında da çok tartışıldı. Türk Tabipler Birliği, TTB(2001) de yayınladığı ”Bergama Raporu”nda, TÜBİTAK Raporu’nu hazırlayanların arasında hiç hekim bulunmamasına karşın, siyanür ve atıklarının insan sağlığına etkisi konusunda ayrıntılı değerlendirmeler yapılışına dikkat çekildi. TÜBİTAK Raporu’nda, “siyanürün vücutta birikim göstermediği ve kanserojen olmadığı vurgulanmakta, yüksek dozda alınması durumunda yaratacağı toksik etkilerden bahsedilmekte, ancak uzun süre düşük doza maruz kalmakla yol açabileceği çok sayıda sağlık sorunundan raporun hiç bir yerinde söz edilmemektedir. Hatta Prof Orhon, kronik toksisitesi ile ilgili bilgi olmadığını bile söylemektedir. Oysa, siyanüre uzun süre düºük doz maruziyet, yani bu tesisin siyanür açısından yaratabileceği asıl önemli sorun, literatürde yeterince tartışılmıştır.” Bu uzun süreli düşük dozda maruziyete aslında, siyanür uzmanı olarak tanınan yayınlarına bu işletmeleri savunanların sık başvurduğu Mudder de; siyanür konusundaki bilinmeyenleri açığa çıkaran ve yalanlara muhalif tavrı ile dikkat çeken Moran da değiniyor.
TTB’nin ayrıntılı eleştiri raporu yayınlandıktan sonra bu kez, Türk Toksikoloji Derneği Başkanı Prof Dr Ali Esat Karakaya tarafından bir karşı rapor hazırlandı ve yayınlandı. Bu rapor, bir yandan Bergama’da altın işletmeciliğine hazırlanan firmanın web sayfasına alındı; bir yandan da ülkemizde bu tür işletmeciliğe karşı çıkanların Almanya’nın ajanı olduğu savlanan bir kitapta uzun bir alıntı ile kendisinden yararlanıldı. Konunun halk sağlığı ve sağlık risklerine ilişkin yanının yeterince anlaşılabilmesi için önce, TTB Raporu’nun ne dediğinin incelenmesinde yarar var.
“İNSAN SAĞLIĞINI ETKİLEYEBİLECEK UNSURLAR KONUSUNDA TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ GÖRÜŞÜ” başlıklı yayınında, TTB, önce risk kavramına halk sağlığı alanında çalışanların nasıl baktığını açıklıyor. Onlara göre, Risk, zarar görme olasılığı olarak tanımlanabilir. Çevresel kirleticilere bağlı olarak ortaya çıkan riskler, kirletici maddenin insan sağlığı ve doğa üzerinde yarattığı potansiyel tehlike ile insanın ve toplumun bu maddeyle karşılaşma olasılığının birlikte göz önünde bulundurulmasıyla değerlendirilebilir. Risk kavramı tehlike kavramıyla karıştırılmamalıdır. Risk, bir tehlikenin gerçekleşme olasılığının toplumsal düzeyde niceliksel olarak ifade edilmesidir.
Sıfır risk diye bir şey söz konusu değildir. Yani tehlike yaratan bir etken, toplumla karşılaşma şansı olduğu sürece risk oluşturur ve ancak riskin (etkenin yarattığı tehlike düzeyine ve bu karşılaşma şansının az ya da çok olmasına bağlı olarak) az ya da çok olmasından söz edilebilir. Buradan yola çıkılarak da toplumda kabul edilebilecek risk düzeyinden söz edilebilir. Bu düzey Batı ülkelerinde genellikle milyonda bir düzeyinin altıdır.
Sıfır riskin söz konusu olmadığı göz önünde bulundurularak her zaman koruma ilkesi (önlem ilkesi) işletilmelidir. Yani toplum üzerinde sağlık yönünden tehlike yaratan bir etkenin yaratacağı risk, etkene maruziyet olasılığı mümkün olan en düşük düzeye dek azaltılarak (olası ise maruziyet tümüyle ortadan kaldırılarak) en düşük düzeye çekilmelidir.
Öte yandan tehlikesiz olarak bilinen bir çok maddenin sağlık üzerinde zararlı etkisi olabileceği de unutulmamalıdır. Toksisitesi zayıf ve maruziyet olasılığı düşük bir maddenin zararlı etkilerini ortaya koymak son derece zordur. Bir etkenin zararlı etkisi esas olarak epidemiyolojik araştırmalarla ortaya konur. Ancak risk değerlendirmesinin birinci aşaması olan tehlikeli etkenin saptanması çok uzun zaman alabilir. Örneğin kanserojen olduğundan şüphe edilen bir maddenin etkisini görmek için 5-15 yıl beklemek gerekir.
  Alıntı ile Cevapla