24-01-2007, 13:43
|
#17 |
Guest | Ülkemizin durumuna bir de bu açıdan göz atalım Bin yıldır madencilik yapılmış Anadolu dağlarında şu anda terk edilmiş yüzlerce kilometrelik galeriler ve tüneller var. Çoğunlukla insan yerleşiminden uzak bu yerler, Batılı atık tüccarlarının ağzını sulandırmakta. Kuş uçmaz kervan geçmez dağlarımızın önemli bir bölümünü ruhsat alanı olarak bu yabancılara emanet ettik. "Teknik malzeme" ya da "kimyasal madde" adı altında bu sondaj bölgelerine neyin nakledildiğini denetleyecek hiçbir kontrol mekanizmamız yok. Örneğin, Eurogold şirketinin 19,20 ve 21 Şubat 1998'de 3 tonunu kaçak olarak kullandığı 21 ton siyanürü ne zaman ve nereden gizlice getirdiğini görünüşe bakılırsa hiçbir resmi makam bilmiyor! Altın madenciliğinde siyanüre bulanmış ve binlerce ton aktif ağır metal içeren çamurun depolanması için işletmenin bulunduğu yerde atık barajı yapılması, yani yüzlerce ve bazen binlerce dönüm alanın üstü açık bir tehlikeli atık deposu olarak kullanılması, hem mühendislik etiğine, hem de akla, mantığa ve insanların yaşam hakkına aykırı. Çokuluslu altın tekellerine Türkiye'de lobicilik yapanlar, Türkçe'nin inceliklerinden de yararlanmayı ihmal etmediler. "Madenler bulundukları yerde çıkarılır ve işletilirler" gibi sözlerle kamuoyunu yanıltmaya çalıştılar. Konuya yabancı bir siyasetçi, bir bürokrat ya da sokaktaki adam maden işletmesi ile kimyasal-metalurji işletmesinin farkını nereden bilsin? Altın cevherini bulduğun yerde maden işletmesi kur, siyanürlü su ile öğüttüğün cevheri bir açık hava kimya fabrikasında düpedüz bir hidrometalurjik işleme tabi tut, sonra da "Ben kendi proses atığımı kendim bertaraf edeceğim." deyip siyanür ve siyanürün türevlerini içeren zehirli atığı hemen oracıkta toprağı oyarak inşa ettiğin baraja, yani üstü açık zararlı atık deposuna gönder! Bunun neresi "Entegre madencilik"? Bu ülkede her sanayici ürettiği zararlı atığı bir plastik folyoya sarmalayıp bahçesine gömme hakkına sahip mi? "Amerika'da nasıl yapılıyorsa, Türkiye'de de öyle yapılacaktır" demek hangi gelişmişliğin ölçüsüdür? ABD'de halen geçerli olan Maden Kanunu, 1872 yılında özellikle altın kazıcıların siyasi baskısıyla ve "Vahşi Batı'nın" yerleşime açılmasını sağlamak için başkan S. Grant döneminde çıkarılmış bir yasa. Science and Technology dergisi, "Altına hücum ülkeyi kirletiyor." diye yazıyor; Oregon Eyaleti Doğal Kaynaklar Konseyi, "Siyanür madenciliği, kirletilmiş çevreyi temizlemek için gelecekte süper paralar harcamayı gerektirecektir." saptamasında bulunuyor ve Senatör Dole Bumpers, "1872 yasası, çağı geçmiş kötü bir yasadır ve değiştirilmelidir." diyor. Şu anda kanun değişikliği teklifi Amerikan Senatosu'na gelmiş olup, başkan Clinton'un önündedir. ABD Çevre Koruma Ajansı EPA'nın 1992'de yayınladığı veriler, bu ülkede bulunan 900'ü aşkın siyanür barajından 800'ünün sızıntı yaptığını ortaya koymakta. Bir de çevre değerlerinin görünenleri var; Örneğin Balıkesir'in Havran ilçesinde, Kaz Dağları ile Madra Dağları'nın ortasında yer alan ve "Zeytin Denizi" olarak bilinen vadide siyanürlü atık barajı yapmak için 300.000 zeytin ağacını kesme fikri hangi sağlıklı beyinden çıkabilir? Unutmamak gerekir ki bir ağacın fonksiyonel değeri, ilgili literatürde tomruk bedelinin 2.000 katı olarak verilmekte! Risklerle dolu siyanürlü altın üretiminin yol açacağı kesin zararlar ve muhtemel kazalar sonucu neyi kaybettiğimizi nasıl bileceğiz? Ve kaybettiklerimizi hangi kriterlere göre fiyatlandıracağız? Çanakkale-İzmir karayoluna sadece 50 metre mesafedeki Ovacık köyüne, Mastra ve Mescitli'nin sarp kayalıklarına veya Artvin'in uçurumlu yollarından Cerattepe'ye 8-10 yıl boyunca her hafta 10 ton siyanür ve kükürtdioksit taşıyan kamyon ve tankerlerin, trafiği malum bu ülkede kaza yapmayacaklarının garantisi nedir? |
| |