Görüldügü üzere Türk devletlerinde saltanat verasetini tanzim eden bir esas mevcut degildir. Onlarda tahti hanedanin muayyen azasina intikal ettiren bir gelenek de yerlesmemistir. Zaman zaman veliaht tayini, ekber evlâdin ya da küçügün tercihi gibi temayüller belirmis ise de taht daima ilâhî takdire açik tutulmustur. Hâkimiyetin ilâhî mense'li oldugunu kabul eden bu düsünce karsisinda diger âdet ve anlayislar hükümsüz kalmistir. Hanedandan biri bilfiil saltanati ele geçirdikten sonra onun mesruiyyeti nazarî ve hukukî bakimdan mesele teskil etmezdi. Asirlardir süre gelen bu gelenek, Türkler'de hâkimiyetin menseini Tanri'ya dayandiran eski dinî telâkkîlerle ilgili görünmekte ve Orta Asya Türk kavimlerinde daha kuvvetle açiga çikmaktadir.
Büyük Selçuklular'da oldugu gibi Anadolu Selçuklulari'nda da ülkenin hanedan mensuplari arasinda muayyen hakimiyet sahalarina taksimi vazgeçilmez bir kaide olarak daima tatbik edilmistir.
Mikhail'in daha babasinin sagliginda ölümü üzerine Israil (Arslan) ailenin basi olmustu. Sonra onun ahfadina batidaki en uzak uc bölgesi Anadolu yurtluk olarak verilmisti.
Anadolu Selçuklu sultani II. Kiliç Arslan'in sagliginda memleketi ogullari arasinda taksim etmesi de eski Türk geleneginin devam ettigini göstermesi bakimindan zikre deger. Onlardan her biri kendilerine ait mintikalarda bagimsiz bir hükümdar gibi hareket etmekteydiler. |