Konu: Darvinizm
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27-01-2007, 16:05   #5
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Doğadaki Tasarım
Resimdeki organ, bir yılanın başı değil, bir tırtılın kuyruğu! Tırtıl, tehlike anında, tam bir yılan başı şeklinde tasarlanmış olan bu kuyruğunu şişirmekte ve düşmanlarını korkutmaktadır.
Canlıların mükemmel tasarlanmış yapıları, asla tesadüfler sonucunda kendiliğinden oluşamayacaklarını ispatlamaktadır. Doğadaki tasarım, yaratılışın açık bir delilidir.
VENÜS'ÜN KUSURSUZ TUZAĞI
Etobur bir bitki olan Venüs, yaprakları üzerine konan sinekleri aniden yakalayan kusursuz bir tuzağa sahiptir. Elektrik sinyalleri ile çalışan bu kapan sisteminin rastlantıların ya da kademeli bir gelişimin ürünü olması imkansızdır. Venüsün bu kusursuz tasarımı, yaratılışın sayısız delilinden biridir.
Bir gün balta girmemiş bir ormanın derinliklerinde bir geziye çıksanız ve ağaçların arasında son model bir araba bulsanız ne düşünürsünüz? Acaba aklınıza ilk olarak, ormandaki çeşitli elementlerin milyonlarca yıl içinde tesadüfen biraraya gelerek böyle bir ürün ortaya çıkardığı mı gelirdi? Arabayı oluşturan tüm hammadde; demir, plastik, kauçuk vs. topraktan ya da onun ürünlerinden elde edilmektedir. Ama bu durum sizi, bu malzemelerin "tesadüfen" sentezlenip, sonra da biraraya gelerek sonuçta ortaya böyle bir araba çıkardıklarını düşündürür mü?
Elbette ki, akıl sağlığı yerinde olan her normal insan, arabanın bilinçli bir tasarımın, yani bir fabrikanın ürünü olduğunu düşünecek, bunun ormanda ne aradığını merak edecektir. Çünkü kompleks bir yapının aniden, bir anda bir bütün olarak ortaya çıkması, onun bilinçli bir irade tarafından var edildiğini gösterir.



Bu balık, çok ilginç bir avlanma sistemiyle yaratılmıştır. Normal zamanda bu sistemi gizli tutar.
Avını gördüğünde ise, üst yüzgecini açar. Bu yüzgeç, en ince ayrıntısına kadar küçük bir balık şeklinde tasarlanmıştır.
Yüzgeci küçük bir balık sanarak yutmaya gelen diğer balık, bir anda avlanır.
Araba için verdiğimiz bu örnek, canlı sistemler için de geçerlidir. Hatta canlılıktaki tasarım bir arabayla kıyas edilemeyecek kadar çarpıcıdır. Canlılığın en temel birimi olan hücre, insan yapımı teknolojik ürünlerin hepsinden çok daha komplekstir. Dahası, basite indirgenmesi mümkün olmayan bu yapının, bir anda ve eksiksiz biçimde ortaya çıkmış olması gerekmektedir.
KEMİK VE EYFEL KULESİ
Doğadaki tasarım örnekleri, çoğu zaman teknolojik tasarımlara ilham kaynağı olur. Örneğin insan kemiğinin küçük kirişlerle döşenmiş olan süngerimsi yapısı, Paris'teki ünlü Eyfel Kulesi'nin inşasında örnek alınmıştır. Bu yapı, kemiğe çok büyük bir sağlamlık, esneklik ve hafiflik katmaktadır. Aynı özellikler, kemiklerdeki kadar olmasa da, Eyfel Kulesi'nde vardır.
Dolayısıyla tüm canlıların üstün bir "tasarımın" ürünü olduğu açıktır. Daha açık bir ifadeyle, kuşkusuz tüm canlılar Allah tarafından yaratılmıştır.
ELİMİZDEKİ TASARIM
İnsan eli, bizlere olağanüstü bir hareket yeteneği kazandıran kusursuz bir tasarıma sahiptir. Eli oluşturan 27 ayrı küçük kemik parçasının her biri, belirli bir mühendislik hesabıyla yerlerine yerleştirilmiştir. Parmaklarımızı hareket ettiren kaslar, elimize hantallık vermemeleri için, ön kolumuzdadır. Bu kaslar, güçlü tendonlarla parmaklarımızdaki üçer tane küçük kemiğe bağlanır. Dahası, bileklerimizde bu tendonların hepsini birden sabitleyen bilezik şeklinde özel bir doku vardır.
El o kadar kusursuz bir tasarıma sahiptir ki, modern teknolojinin ürettiği "robot el"lerin hiçbiri elin yeteneklerini taklit edememektedir.
Evrimcilerin bu açık gerçek karşısında sığındıkları tek kavram "tesadüf"tür. Oysa bu kişiler tesadüflerin ortaya inanılmaz derecede kusursuz tasarımlar çıkarabileceklerine inanmakla, gerçekte aklın ve bilimin dışına çıkmış olurlar. Fransız Bilimler Akademisi'nin eski başkanı olan ünlü zoolog Pierre Grassé, Darwinizm'in temelini oluşturan bu "tesadüf" mantığı hakkında şunları söylemektedir:
"Şanslı mutasyonların havyanların ve bitkilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağladığına inanmak, gerçekten çok zordur. Ama Darwinizm bundan fazlasını da ister: Tek bir bitki, tek bir havyan, binlerce ve binlerce tam olması gerektiği şekilde faydalı tesadüflere maruz kalmalıdır. Yani mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, inanılmaz derecede düşük olasılıklara sahip olaylar kolaylıkla gerçekleşmelidir. Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dahil edilmemelidir."12
Grassé, "tesadüf" kavramının evrimciler için ifade ettiği anlamı da şöyle özetler: "...Tesadüf, ateizm görüntüsü altında kendisine gizlice tapınılan bir tür ilah haline gelmiştir."13
İşte Darwinizm'in temelinde bu tür bir batıl inanış yatmaktadır.



Darwinizm'in Sonu


Miller Deneyi

Miller deney aparatıyla birlikte
Evrimciler, hayatın ilkel dünyada tesadüfen oluştuğu iddiasına delil olarak, çoğu zaman Miller Deneyi'ni gösterirler. Oysa, yaklaşık yarım asır önce gerçekleştirilen deney, ilerleyen yıllarda ortaya çıkan bulgularla tüm bilimsel anlamını yitirmiştir.
İLKEL ATMOSFER YANILGISI
Miller, yaptığı deneyde ilkel dünya atmosferindeki şartları aynen sağladığını iddia etmişti. Oysa Miller'in deneyde kullandığı gazlar ilkel dünya atmosferini yansıtmaktan çok uzaktı. Dahası, Miller deneye bilinçli mekanizmalarla müdahale etmişti. Aslında bu şekilde, amino asitlerin doğal şartlarda kendiliklerinden oluşabilecekleri yönündeki evrimci varsayımları kendi eliyle çürütmüş oluyordu.
Amerikalı kimyacı Stanley Miller, moleküler evrim senaryosunu desteklemek için 1953 yılında bir deney düzenledi. Miller, ilkel dünya atmosferinin metan, amonyak ve hidrojen gazlarını içerdiğini varsayıyordu. Bu gazları bir deney düzeneğinde birleştirdi ve bu karışıma elektrik verdi. Bir hafta kadar sonra da bu karışımın içinde birkaç amino asit oluştuğunu gözlemledi.
Bu bulgu evrimcilere büyük bir heyecan verdi. Sonraki yirmi yıl boyunca Sydney Fox, Cyril Ponnamperuma gibi diğer bazı evrimciler de Miller'ın senaryosunu devam ettirmeye çalıştılar.
FOX'UN BAŞARISIZ DENEYİ
Miller'in senaryosundan etkilenen evrimciler, ilerleyen yıllarda başka deneylere giriştiler. Sydney Fox, bazı amino asitleri birleştirerek "proteinoid" adını verdiği yandaki molekülleri oluşturdu. Bu işe yaramaz amino asit zincilerinin, canlı bedenlerini oluşturan gerçek proteinlerle ilgisi yoktu. Aslında tüm bu çabalar, canlılığın tesadüfen oluşmak bir yana, laboratuvar ortamında dahi üretilemediğini belgeliyordu.
Ancak 1970'li yıllarda elde edilen bulgular, "ilkel atmosfer deneyleri" olarak bilinen tüm bu evrimci çabaları geçersiz kıldı. Çünkü Miller'ın ortaya attığı ve diğer evrimcilerin de kabul ettiği "metan-amonyak ağırlıklı ilkel atmosfer modeli"nin kesinlikle gerçek dışı olduğu ortaya çıktı. Miller bu gazları özellikle seçmişti, çünkü bunlar amino asit oluşumu için çok uygundular. Oysa bilimsel bulgular, o dönemdeki atmosferin daha çok azot, karbondioksit ve su buharından oluştuğunu gösterdi.14 Bu atmosfer yapısı ise amino asit oluşumuna kesinlikle uygun değildi. Dahası, ilkel atmosferde büyük oranda serbest oksijen olduğu anlaşıldı.15 Bu da evrimcilerin senaryosunu geçersiz kılıyordu. Çünkü serbest oksijenin amino asitleri hemen parçalayacağı açıktı.

MILLER'IN İTİRAFI
Bugün Miller'ın kendisi de, 1953 yılında düzenlediği deneyin hayatın kökenini açıklamaktan çok uzak olduğunu kabul ediyor.
Bu bulgular sonucunda 1980'li yıllarda bilim dünyası Miller Deneyi ve onu izleyen diğer "ilkel atmosfer deneyleri"nin bir anlamı olmadığını kabul etti. Uzun süren bir sessizlikten sonra Miller'ın kendisi de kullandığı atmosfer ortamının gerçekçi olmadığını itiraf etti.16
Kaldı ki, tüm bu tartışmalar sırf "amino asit oluşumu" hakkında yapılmıştı. Eğer amino asitler oluşmuş olsa bile, bu basit organik moleküllerin proteinler gibi olağanüstü karmaşık yapıları rastlantısal olarak meydana getirmeleri ve bu yolla, bugün insanoğlunun laboratuvarda yapmayı başaramadığı canlı hücresinin meydana gelmesi mümkün değildir.
Miller'den bu yana geçen yarım asırlık süre, sadece evrim teorisinin moleküler düzeydeki çaresizliğinin daha iyi sergilenmesine yaramıştır.
MILLER'İN VARSAYIMLARI
GERÇEK KOŞULLAR
DENEY NEDEN GEÇERSİZDİR?
Deneyde metan, amonyk ve su buharı kullanılmıştı.
İlkel atmosferde metan ve amonyak yerine karbondioksit ve azot bulunuyordu.
Deney daha sonra doğru gazlar kullanılarak ABD'li Ferris ve Chen tarafından tekrarlandı. Bu kez tek bir aminoasit elde edilemedi.
İlkel atmosferde oksijenin bulunmadığı varsayılıyordu.
Elde edilen bulgular, ilkel atmosferde çok yüksek miktarda oksijenin varolduğunu gösterdi.
Bu miktarda oksijenin bulunduğu bir ortamda amino asitler oluşsa bile parçalanacaktır.
Deneyde, amino asitleri sentezleyebilmek için hazırlanmış özel bir düzenek vardı. Deney aparatındaki "Soğuk Tuzak" isimli bir bölüm, amino asitleri oluştukları anda ortamdan ayırarak korumaya alıyordu.
Bu çeşit düzeneklerin doğada varolması imkansızdı. Doğal şartlarda amino asitler her türlü dış etkene açıktı.
Soğuk tuzak gibi düzenekler olmasaydı, kıvılcım kaynağı ve deney sırasında ortaya çıkan diğer kimyasallar, oluşan amino asitleri anında parçalayacaklardı.


  Alıntı ile Cevapla