Çelik ve ağır makine gibi endüstrilerde kökleşmiş olan örgütlü işgücü bu değişikliklere karşılık vermekte zorlanmadı. Sendikalar İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından gelen yıllarda güçlendiler; fakat, daha sonraları geleneksel imalat endüstrisinde kullanılan işçi sayısı düşünce sendika üyeliği de azaldı. İşverenler düşük ücretli işgücüne dayanan yabancı rakiplerinin giderek yoğunlaşan meydan okuması karşısında istihdam politikalarını daha esnek bir konuma getirme çabasına girip geçici olarak ve yarım gün çalışan işçi kullanmaya yöneldiler ve çalışanlarıyla uzun vadeli ilişkiler kurmayı amaçlayan ücret ve sosyal yardım planlarına daha az ağırlık verdiler. Sendika örgütleme kampanyalarına ve grevlere karşı daha atak bir biçimde savaşmaya başladılar. Bir ara sendikaların gücüne karşı çıkmakta isteksiz davranan politikacılar anılan örgütlerin tabanını zayıflatıcı yasalar kabul ettiler. Bu arada pek çok yüksek nitelikli genç işçi de sendikalara kendi bağımsızlıklarını kısıtlayan tarihsel bir yanılgı gözüyle bakmaya başladı. Sendikalar sadece kamu işyerleri ve devlet okulları gibi temelde tekelci faaliyette bulunan kesimlerde gelişmelerini sürdürdüler. Sendikaların giderek güç yitirmelerine karşın başarılı endüstrilerde çalışan nitelikli işçiler son yıllarda iş yerlerinde gerçekleştirilen değişikliklerden yararlandılar. Buna karşılık, daha geleneksel endüstrilerdeki niteliksiz işçiler sık sık zorluklarla karşılaştılar. 1980’lerde ve 1990’larda nitelikli ve niteliksiz işçilere ödenen ücretler arasında gittikçe büyüyen bir uçurum oluştu. 1990’ların sonunda Amerikan işçileri her ne kadar geçtikleri on yılda güçlü bir ekonomik büyümeden ve düşük oranda işsizlikten doğan ve giderek artan bir refah elde ettiklerini düşünseler de pek çoğu geleceğin neler getirebileceği konusunda kuşku duymaktadırlar. ÇALIŞMA STANDARDLARI Ekonomistlere göre Amerika’nın ekonomik başarısı bir bakıma işçi piyasalarının esnekliğine bağlıdır. İşverenler rekabet güçlerinin kısmen piyasa koşullarındaki değişmelere göre işçi almak ya da çıkarmaktaki özgürlüklerinden kaynaklandığını söylemektedirler. Bunun yanı sıra Amerikalı işçilerin kendileri de geleneksel olarak hareketlidirler; pek çoğu iş değiştirmeyi yaşantılarını iyileştirmenin bir aracı olarak görmektedirler. Diğer yandan, işverenler de yaptıkları işin onlara iyileşme yolunda uzun vadeli fırsatlar yaratacağına inanan işçilerin daha etkin çalışacağını geleneksel olarak kabul etmişler ve çalışanlar da iş güvencesini en önemli ekonomik amaçları arasında saymışlardır. |