Ortaokuldaydım. Beşiktaş bir gün önce yenilmişti. Sıra 
arkadaşım “kızgınsındır sen şimdi” demişti. Bir an durup duygularımı gözden 
geçirmiştim. Radyodan dinlediğim maçın sonucu bende ertesi güne de 
yansıyan solgun bir ifade bırakmıştı besbelli. Arkadaşıma `Üzüldüm ama, 
niye kızgın olacakmışım ki!' diye sormuştum. İddiasız biçimde, çocukça ve 
seçtiğim sözcüklerin yanlış olabileceğinden de ürkerek şöyle devam 
etmiştim: 
`Ben Beşiktaş'a kızamam. Yenilirse yenilir, kazanırsa kazanır. Ben 
siyah - beyazı seviyorum.' 
Sonraki yıllarda kafamı az kurcalamamıştı bu ruh hali. 
Beşiktaşlılık öyle bir ruh haliydi ki, maç sonuçlarına üzülünürdü, haydi 
haydi insanın canı çok sıkılırdı. Ama küçük bir çocukken nasıl öğreniyorsak 
öğreniyorduk işte; Beşiktaşlı kızarsa sahada olup bitenlere değil, 
hayatta olup bitenlere kızardı...Yamuk dünyalara, yanlış davranışlara 
kızardı. Zalime, yağmacıya, yalancıya kızardı. 
Ne ailemde, ne de çevremde Beşiktaşlı vardı. Babam GS'yi 
tutuyordu; çevrem fenerliydi. Yalnız ve siyah-beyaz bir çocuktum 
anlayacağınız. Ama her Beşiktaşlı gibi ben de ağır ağır öğrenmiş, özümsemiştim. 
Beşiktaşlılık, taraftar olmaktan farklı ve fazla bir şeydir... 
Gülümseyerek hatırlıyorum: O zamanlar da başkalarının 
objektif bulduğu yorumlar yapardım. Objektifsin dendiğinde de `hayır 
Beşiktaşlıyım da ondan' derdim. 
 
 
Şimdi genç kuşak bazı Beşiktaşlılara bakıyorum: İlle de ve ne 
pahasına olsun başarı isteyenlere rastlıyorum aralarında. Açıkçası bu 
arkadaşlar Beşiktaş taraftarı ama Beşiktaşlılık ayrı bir şey. Çünkü 
Beşiktaş'ın kendisi başarıdır. Beşiktaşlı bundan gurur duyar. Yıldızlar, 
kupalar, kazanılmış maçlar... Bunlar ikincildir Beşiktaşlılık ruhunda. 
"Ben takımımı severim; onunla gülerim, onunla ağlarım. Onu 
her platformda desteklerim.'’ 
 
 
 
 Bu tavır dünyanın her yanında takım taraftarlığını belirleyen 
 tavırdır. Ancak Beşiktaşlılık ruhu için yetersizdir. Nasıl yaşıyorsun? 
 Nasıl davranıyorsun? Sorularının cevaplarıyla belirginleşir bu ruh. 
 Beşiktaşlı olmak bir yaşam tarzıdır sanki. Ahlaktır, dünya 
 karşısında bir tavırdır. 'Nasıl geçirdik ama!' kültürüyle doğrudan ilgisi 
 olmayan bir duruştur.Erdemin yanı başında saf tutuştur. İlginçtir, 
 kolay açıklamalarla anlaşılır kılınamaz belki. Fakat zaman içinde böyle bir 
 gelenek, böyle bir Beşiktaşlılık ruhu ortaya çıkmıştır. Üstelik bu his, 
 bu ruh, bu duruş çok erken yaşlarda etkisi altına alır insanı. 
 
 Her Beşiktaşlı çocuk gözle görülmeyen ama hep yanı başında bulunan bir 
 ağabeyden ahlak ve hayat dersi alıyor gibidir. Bütün Beşiktaşlılar bu hisle 
 içli dışlı olurlar. Belki de dünyayı en keskin çizgileriyle görebilmekten 
 geliyor bu fark. 
 Bir yanda siyah, öbür yanda beyaz... Bir yanda ölüm, öbür yanda 
 yaşam... 
Şimdi Beşiktaş 100 yaşında. Ne güzel. Ama bütün bu 
anlattıklarım yüzünden diyorum ki, Beşiktaşlılık ruhu 1000 yaşında, on bin 
yaşında... 
İşte bu gerçek her şeyden güzel! 
Haşmet Babaoğlu 
 
 
 
 ve bilmem sizler yapıyor musunuz ben yolda beşiktaş atkılı/bereli bir çocuk görsem yalnız veya değil yanına gider bir makas alır ve "ne kadar güzel renkler cnm öyle" derim 
 işte çocuğun /ve varsa yanındaki annesi veya babasının/o sevincini anlatamam çocuk olmanız lazım..!! 
 ve asla unutmazlar atkılarına berelerine daha bir sıkı sarılırlar bilirsiniz.!
 bitmez............................................   ALINTIDIR:........
bitmez............................................   ALINTIDIR:........