1840 tarihinde Fransa’nın (Rişo) kasabasında tevellüd etmiş olan bu adam anfuvan-ı şebabını kırlarda bayırlarda geçirip maarif-i medeniye fikrinden mahrum bulunuyordu. Sahranurd olduğu demlerde en birinci işi o kendince en güzel eğlencesi bülbülleri taklit etmekti. Malum olduğu üzere hangi bir şey ve sanat olursa olsun birdenbire iktisab olunamaz. Yavaş yavaş öğrenilebilir. Mamafih ihtiyar olunan şey ve sanat neyse onun için istidad lazımdır istidad olmayınca ne kadar çalışılsa ele getirilemez. Bizim bülbül mukallidi musiyunun zannınca kendinde bu istidad mevcut idi. Kırlarda, ağaçlarda cevelanide bundan naşi idi. Her işin başlangıcı güç olur. Musiyu bülbül nezü envar-ı şefik elvah-ı tıbbiye üzerine aks endaz-ı letafet olmaksızın kulübesinden çıkar. Kasabanın yegane mesiresi olan (Bağçeler) mevkını ziyaretle avaze-i endaz-ı andelibe atf-ı güç heves bi - harf ve savt-ı taklide say eylerdi. Bir çok zamanlar bu vecihle çalıştıktan sonra kendinde hissettiği eser-i terakkiye yani ahenk-i derunu sayesinde hasıl eylediği kabiliyete binaen negehanı ötmeye başladı. Aman yarabbi! Ne güç ve ne gülünç şey! Evet! İnsanın elinden hiçbir şey kurtulmadığı halde insanlığı tahatti ile bir kuşun nağme-i bi manasını tahsile çalışması hem güç hem gülünçtür. Zira insanın nutuk ve lisanı ile hayvanın nehk ve sütü arasındaki fark cidden mühimdir galiba ben bunu yapamayacağım musiyu bülbül bu sözleri mırıldandı fakat meyus olmayıp, ertesi günü yine bir ağacın sayesine iltica ile bülbüli dinlemeye koyuldu. Güller üzerinde birer latif inci gibi duran şebnemler zavallının başını kaşını ve sakalını da ziyaret ettiğinden müteessir idi. |