Son yılların modası promosyon rekabeti maalesef sadece basınımızın temel ilkelerini değil, reklamcılık sektörünü de güç duruma itmişti. Eline kalem alan veya daktilonun başına geçen herkes istediğini yazmakta serbestti. Bunlar istemediklerine yaşamak hakkını bile vermiyorlardı, kendilerine yakın olanları bile harcıyorlardı. Telefon konuşmalarını banda alarak haber yapanlar yakın arkadaşlarını aldatarak haber yapmaktan da çekinmemişlerdi. Kimsenin karşısındakine güveni kalmamıştı, okur kimin kazandığını veya neyin doğru olduğunu öğrenemez hale gelmişti. Gazetelerin yanı sıra, gazetelerin uyduları televizyonlar da bu tartışmalara katılınca vatandaşın en doğal hakkı olan bilgi edinme hakkı da yok edilmişti. Bu enkazın arasında baykuşlar sesleniyor ve başarılarını kutluyorlardı. Kimin doğru yaptığını, neyin geçerli olduğunu bilmek oldukça güç hale geldi. Rakip gazeteyi almayan okurlarına sayfalar boyu falan ansiklopedideki noksanlıkları aktardılar, ağızlarına geleni söylerken de küfür etmekten kaçınmadılar, hatta mahkemelik oldular. Hakimlerin bu davalara nasıl bakacaklarını bilemiyoruz, çünkü kamuoyu temsilcileri yargıya da baskı yapmayı mesleki görev görmeye başladı. Örneğin basının sevmediği bir kişiyi mahkemenin tahliye etmesi tepki yarattı, buna karşılık basının sevdiği kişilerin siyaset dünyasında yıldız olarak parlamasına katkıda bulunmak asli görev oluverdi. |