“Bizde yıllardır bir üslup var, cinayet haberlerinde. Nedir bu üslup? Genelde basındaki üslup bu. Şu güne kadar ki çıkan haberlere bakarsak; cinayet haberleri mümkün olduğu kadar en kısa zamanda, en kolay nasıl yazılır prensibiyle düşünülmüş ve bu sistem bulunmuş. Bu Türk basınında on yıllardır oluşmuş cinayet haberi kalıbı. İlk girişe, olayın en ilginç boyutu ne ise o verilir, daha sonra muhabir odanın içinde anlatmaya başlar... Bu sunuş biçimi haberin okunabilirliğini arttırıyor. Sanki, ona haberi televizyon ekranında gösteriyormuş gibi yani mümkün olduğu kadar biz istiyoruz ki, okuyucu o olayın içinde kendini hissetsin yani orda yazan benim, fakat yaşayan okuyucu olsun, sanki okuyucu olayı izliyor odanın içinde, yani biz mümkün olduğu kadar kendisini olayın içine vermesini, bir nebze tüylerinin diken diken olmasını, yaşamasını istiyoruz. Böylesi bir sunum şeklinin, sözü edilen etkilere konusundaki bilince ve farklı bir söylemi geliştirebilecek bir boyuta sahip bir gazetecinin varlığı, sorunun çözümünde, onun dışında belirlenen ve onu da aşan mekanizmalar nedeniyle yeterli olamamaktadır. Olayın nedenini biz çok yüzeysel bırakıyoruz. Kıskançlık diyoruz. Neden kıskanmış bu adam? Ve bu adamı karısını öldürme aşamasına getiren birtakım olaylar ve süreçler var. Biz bu olayları gerek gazetenin politikasından, haberin sunuş biçiminden, gerekse zaman ve yetiştirme kaygısından atlamak durumunda kalıyoruz. Aslında bu nedenler incelense, haber daha ilginç olacak, ben onu düşünüyorum fakat İstanbul’da yazı işlerindeki adam onu düşünmüyor”(Şevkat ile 24 Kasım 1992 tarihinde yapılan görüşme). |