Osmanlı Toplum Yapısında Durum
Osmanlı'nın toplumsal yapısının önemli bir bölümü olan siyasal mekanizmalar
da artık işlevselliğini kaybetmişti. Peygamber'in Halifesi olarak devlet
başkanlığını sürdüren Padişah ve onun simgelediği siyasal erk, artık toplumun
gereksinmelerine yanıt veremiyordu. Her ne kadar, Birinci ve İkinci Meşrutiyet
eylemleri, siyasal erke bir ölçüde de olsa, bazı payandalar getirmişse de,
bunlar yeterli olmaktan çok uzaktı. Bu açıdan, geleneksel yapı anlamında
değil, fakat Weber'in terimleriyle, siyasal iktidar da yeni kültürel değerler
karşısında meşruluğunu kaybetmişti. Fransız Devrimi ile, bütün dünyaya
yayılan ve yeni gelişen kapitalist sınıfın siyasal bakımdan da işlevsel
olmasını sağlayan, --kardeşlik--, --eşitlik--, --adalet--, --dayanışma-- gibi
kavramlar, Osmanlı siyasal yapısı içinde yeterli yansıma bulamıyordu. Oysa,
aynı kavramlar, asker bürokrasi ve sivil aydınlar arasında oldukça geniş bir
biçimde taraftar bulmuştu.
Toplumsal yapı ile kültürel yapı arasındaki sürtüşme eğitim alanında da
belirginleşmişti. Bir yandan İslam'a dayalı temel eğitim egemenliğini
sürdürürken, öte yandan birçok Batı türü yüksek eğitim kurumu topluma
aşılanmıştı. Tüm toplumsal yapı eskiye göre örgütlenmiş olduğundan pek doğal
olarak bu yeni eğitim kurumları ancak birer yama gibi kalmış, sürtüşmeyi
şiddetlendirmekten başka bir işe yaramamıştı. 31 Mart olayının,
alaylı-mektepli ekseni üzerinde odaklaşması, toplumsal yapı-kültürel yapı
uyumsuzluğunun eğitim alanında belirginleşmiş olduğunun en güzel kanıtlarından
biridir. Meşruluğunu kaybetmiş bir toplumsal yapının kurumu olarak eğitimin
bir başka değerlendirilmesi de yazı konusunda görülmektedir. Arap alfabesinin
kültürel yetersizliği belirgin bir biçimde ortaya çıkmış ve bu yetersizliği
gidermek için çeşitli çabalara girişilmişti. Ahunzade'nin önerilerinden,
Enver Paşa'nın ayrık yazısına, kadar pek çok girişim, toplumsal yapı-kültürel
yapı çatışmasının görünümleri olarak ortaya çıkmıştı. |