Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10-02-2007, 11:23   #206
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Bu
derin, sinir bozucu sükutu yine Atatürk bozdu, kulaklarda değil, kalpte
duyulan bir sesle, sadece: --Vasıta!-- dedi. İnsan kafasında ne kadar olgun
fikir yuva yapmış olursa olsun, hadiseler, çok defa insanı çocuklaştırır,
çocukça düşündürür. Bu mecliste bir suçluydum. Ata'nın inkılaplarına cephe
alan bir suçlu ve suçum en yakın dostlarım tarafından bile kabul ediliyordu.
O kadar ki, beni müdafaaya bile kimse cesaret edemiyordu. O halde --vasıta--
neydi? Böyle zamanlarda şeytan da vazifesini bütün kudretiyle yapar. --Vasıta--
bana Abdülhamit devrini hatırlatmıştı. Yoksa ayaklarıma taş bağlayarak beni
denizin dibine mi göndereceklerdi? Bu ıstıraplı hal fazla devam etmedi. Bir
sivil nezaketle dışarı davet etti. Yerimden güçlükle kalkarak yürüdüm.
Kapının önündeki polisler, yine içeri girerken olduğu gibi tazim ile
selamlıyorlardı. İskelenin yanına geldik. Beni en büyük ümitlerle buraya
getiren motör, iskeleye yanaşmış, duruyordu. Polis doğru oraya gitti ve
kenara çekilerek yol gösterdi. Motöre, boş bir çuval gibi dönmüştüm. Derin
derin nefes alıyor ve birkaç dakika içinde geçen vukuatı kafamda toplamaya
çalışıyordum. Bir aralık aynı polis yaklaştı: --Paşa da gelecek, onun için
biraz bekleyeceksiniz-- dedi. Paşa niçin gelecekti, ben ne kadar daha
bekleyecektim? Bunlardan bir netice çıkaracak halde değildim. Kımıldamadan
uzanmış, yıldızlara dalmıştım. Bu halde ne kadar bekledim, ne kadar zaman
geçti, bilmiyorum. Bir aralık bir ayak sesi duydum. Gayri ihtiyari başım o
tarafa döndü. Bakar bakmaz da, kelimelerle izahı mümkün olmayan ani ve müthiş
bir sarsıntı geçirdim. Çünkü köşkün iskelesinde bana doğru ilerleyen bizzat
Atatürk'tü ve yalnızdı. Bir hayal görmekte olduğum zehabına kapıldım. Korkunç
derecede ağırlaşmış olan elimi güçlükle kaldırarak gözlerimi oğuşturdum.
Hayır, gördüğüm hayal değildi. Atatürk, kısa, kollu bir gömlek giymişti ve
ağır adımlarla bana doğru geliyordu. Benim için yapacak en küçük bir hareket
yoktu. Esasen bir şey düşünemiyordum. Belki hava almaya çıkmıştı, beni
görmeden dönebilirdi. Görülmeyi istemiyordum, fakat kendimi gizlemeye de
imkan yoktu. Atatürk, istikametini bana tevcih etmişti. Birkaç adım sonra
motörün yanında durdu ve elini bana uzattı. Sert, fakat, tatlı, müşfik bir
sesle: --Osman Bey-- dedi, --sizi biraz kırdım.-- Cevap veremedim. Elimi sıkmıştı,
iltifat ediyordu. Ben yerimden kalkmıyordum. --Böyle yapmaya mecburdum.
Yazınız beni cidden memnun etti, çok çalışmışsınız, çok güzel buluşlarınız
vardır. Yalnız, bilmelisiniz ki, bu millet için yaptığımız inkılapları, her
türlü manii yıkarak yaşatmaya mecburuz. Bu inkılabın esaslarını tatbik
etmekle mükellef olan kimseler de bunu böylece bilmelidirler. Binaenaleyh,
içerideki vak'a, daha fazla onlara, orada hazır bulunanlara bir ders olsun
diye vukua gelmiştir, Senin şahsına istemeyerek yapılan bu hareketi hoş
görmeniz lazımdır.-- (Banoğlu, 1954-a:20-23).
  Alıntı ile Cevapla