O devirde dalkavukların yanında böyle medeni cesaret sahibi, sözünü sakınmaz
cinsten kimseler de vardı. Fakat bu derece ileri gideceği, bir hükümet üyesi
hakkında, hem de Atatürk'ün önünde bu derece şert konuşacağı kimsenin aklından
bile geçmezdi.
Hepimizin rengi sararmıştı. Korkudan titriyorduk; konuklar donup
kalmışlardı. Hiç beklemediğimiz bu konuşma herkesi şaşkına çevirmişti.
Ortalıkta çıt çıkmıyordu. Hareketsiz, bu patlak veren olayın nereye
varacağını düşünüyordu. Sinirden titrediğini ve ellerini masaya dayadığını
gördüğüm Atatürk, tarifsiz bir şekilde kızmıştı. Fakat duygularını belli
etmeden şu buyruğu verdi: --Lütfen sofrayı terkediniz!--
O an biraz ferahladık. Reşit Galip kalkıp gider olay da burada kapanır,
ertesi gün unutulur, diye umutlandık. Ne yazık ki, sevincimiz bir iki saniye
sürdü. Reşit Galip coşmuştu bir kez. Ne karşılık verdi dersiniz? . --Burası
sizin değil, milletin sofrasıdır. Burada oturmaya benim de sizin kadar hakkım
vardır. Gerçi biz Saraydayız ama, hocanız Hace-i Sultani değildir.
Cumhuriyette tenkit serbesttir...-- diye başlayınca, Atatürk yavaşça yerinden
kalktı. Kucağındaki peçeteyi masaya bıraktıktan sonra: --Öyleyse müsaade
ederseniz ben terkedeyim-- dedi ve dünyada eşi, benzeri görülmemiş bir
efendilik ve büyüklük örneği göstererek ayağa kalkıp salondan çıkıp, gitti. |