Ne yalan söyleyeyim olaydan çok üzüldüm. Çünkü Reşit Galip'i gerçekten çok
seviyordum. Aralarının açılmasına gönlüm razı değildi. Fazla içip de daha kötü
bir olaya meydan verilmemesini istemiş, bu yüzden --rakı yok-- demiştim.
Rahmetliye bir kadeh rakıyı esirgeyişim içimde eziklik olarak kaldı.
Ertesi gün Reşit Galip, Atatürk'e ve İstanbul'a küserek Ankara'nın yolunu
tuttu. Hatta cebinde on lirası bile olmadığı için tren parasını umumi katip
Tevfik Bey'den borç aldığını hatırlarım.
Aradan bir ay geçmişti. Biz yine İstanbul'daydık. Saat onbeş sularında
yemek salonuna gelen Atatürk bir ara bana, --Çelebi Efendi, şimdi Ankara'da
Reşit Galip Bey bir konferans verecek. Onu dinleyelim-- dedi.
Daha şaşkınlığım geçmeden koşup radyoyu açtım. O zaman önemli konferanslar
radyoda verilirdi. Reşit Galip'in Türkocağı salonunda verdiği bir saatten
fazla süren konferansı sessizce dinledi. Radyoyu kapattıktan sonra, gözlerinde
bir sevinç pırıltısı yanıp söndü. --Kendisini affettirdi-- dedi. |