Olay Bursa'da kabul töreni sırasında geçer:
--Koca bir salona girdik. İçerisi dolu. Atatürk, salonun orta yerinde,
ayakta duruyor. Tabur tabur mektepli çocuklar, kafile kafile gençler, orta
yaşlılar, ihtiyarlar, kadın, erkek, herkes orada... Atatürk'ün önünden
geçiyorlar. Geçerlerken hepsinin elini sıkıyor. Sıra bana gelinceye kadar onu
uzaktan doya doya seyrettim. Mavi gözleri insanı ipnotizma ediyor, derler ya,
hakikaten öyleydi. Mamafih uzaktan bana bir şey yapmadı. Demek ki herkesin
üzerinde tesiri aynı değil, diye düşündüm. Büyük söylemişim. Benim de
bulunduğum saf, ilerleye ilerleye el sıkma sırası bana geldiği zaman bir
acayip şaşkınlığa uğradım. Pot kıracağım diye içime kurtlar girdi. Korktuğum
da başıma geldi. Atatürk elini uzattı. Ben de uzattım. Elimi sıktı. İş bitti
değil mi? Ne gezer.
Atatürk elimi bırakmıyor. Bir daha sıkıyor. Herkesin elini bir defa sıkan
Büyük Adamın benim elimi üst üste iki defa sıkması ne sebep Yarabbi. İçim
gururla doldu. Ayrılacağım sırada Atatürk elimi üçüncü defa, sonra dördüncü
defa sıkmaz mı? Alimallah Mongolfiye balonuna doldurulan gaz, benim içimi
dolduran gurur ve iftihar hissinin hacmi yanında bir nefeslik hava kalırdı.
Başımı kaldırıp Atatürk'ün yüzüne baktım. İnce dudaklarında hafif, bir
tebessüm, mavi gözlerinin içinde istihzaya benzer bir belirti gördüm. Elimi
bir kere daha sıktı. İşte o zaman kafama dank etti. Meğer ben, onun elini
sıkıp ileriye doğru yürüyeceğim yerde, geri gitmeye hazırlanıyormuşum. O da
her seferinde beni elimden çekip doğru yola sevketmek istiyormuş.--
(Banoğlu, 1954-b:92-93). |