Bu öyküde de gözler yine ön plandadır. Üstelik, karizmanın ya da kerametin
doğaüstülüğü, --büyüleme kuvveti-- deyimi ile iyice vurgulanmıştır. Aslında,
Atatürk gibi, Japon Veliahtı ile buluşmadan önce, Japonya'yı inceleyen; Afgan
Kralı ile buluşmadan önce, Bayur'a Afganistan'ı inceletip rapor hazırlatan
bir büyük liderin , Irak'ın önemli bir yöneticisi olan Nuri Sait ile oğlunun
sorununu konuşmamış olması düşünülemez. Çok büyük bir olasılıkla, Sabah
Sait'in artık iyileşmiş olduğu ve yürüyememesinin psikolojik nedenlere bağlı
bulunduğu kendisine anlatılmıştı. O da büyük liderliğini ve etkileyici
kişiliğini bu psikolojik engeli ortadan kaldırmak için kullanmış ve başarıya
ulaşmıştı. Zaten Sabah Sait'in sözleri onun, Atatürk'ün kerametine inandığını
açıkça ortaya koymuyor mu? Bu inancın, psikolojik etkişi hiç kuşkusuz, bir
kişiyi yeniden yaşama kavuşturabilir.
Bu öykünün önemli yanı, liderin karizmasına yaşarken inanılması ve bu
inancın yabancılarca bile paylaşılmış olmasıdır.
Şimdi aynı karizmatik özelliklerin fizik görünümüne ilişkin olanları çok
daha etkili bir biçimde bir ozanın, Ahmet Haşim'in ağzından dinleyelim. 1928
yılında şöyle yazıyor Ahmet Haşim: |