Bu ilke açısından da kendi çevresi bakımından farklı, toplum açısından
farklı değerlendirmeler yapmak olanaklıdır. Bir kez, kendi yakın çevresini
kendi yapan, dolayısıyla ona egemen bir lider olarak, hiç kuşkusuz, iletişim
kanallarını da Atatürk kurmuş ve kullanmıştır. Toplum açısından ise, devrimci
eylemi sırasında da, topluma egemen olduktan sonra da geleneksel, yasal ve
meşru kanalları kullanmaya özen gösterdiğini söyleyebiliriz. Örneğin, Samsun'a
ayak basarken, cebinde yöredeki sivil ve asker bütün görevlilere emir verme
yetkisini taşıyan bir belge vardı. Bu belge, sonradan kendisine başkaldıracağı
(ve hiç kuşkusuz, daha o zaman başkaldırmaya karar verdiği) Padişah'ın
bürokrasisinden alınmıştır. Olaylara yakından baktığımızda, bu belgeyi almak
için oldukça uğraştığını ve birçok yakın arkadaşından bu konuda yardım
aldığını görüyoruz. Çok sonraları, gerek Meclisle çalışmaya başladıktan,
gerekse Cumhuriyet'i kurup başına geçtikten sonra da hep yasal ve meşru
kanalları kullandığı bilinen gerçekler arasındadır. Niçin böyle yapmasın ki?
Padişah'ın hükümetinin yetkilerini bile kendi eylemi için kullanan bir büyük
taktisyen, kendi kurduğu düzenin kanallarını zorlayarak, onu güçsüzleştirir
mi? Mustafa Kemal Atatürk, kendi ürünlerine, herkesten çok özen göstermesi,
Meclis olsun, Cumhuriyet olsun, hükümet olsun, onların üstüne herkesten çok
titremesi gerektiğini bilen bir liderdi. Çünkü, liderliği ile, ürünleri iç içe
geçmişti. Bu anlamda, toplumsal olarak da hem gücünü geleneksel yapıdan almış,
hem de sonra, kendi kurduğu yapı ile bütünleşerek, gerek kendini, gerekse
yapıyı daha sağlam temellere oturtmuştu.
Lider, Boyun Eğilmeyecek Emirler Vermemelidir. Yoksa Liderliği Sarsılır.
Homans'ın saptadığı bu beşinci ilkeyi ne denli bilinçle uygulamış olduğu
insanı gerçekten şaşırtır. Bilindiği gibi, Atatürk'ün en önemli niteliği,
gerçekçiliğidir. Bu gerçekçilik, yalnız toplumsal ve siyasal koşulların
değerlendirilmesinde değil, kendi rolü açısından da son derece çarpıcıdır.
Eski arkadaşlarından Asaf İlbay'ın aktardığı şu anı, durumu bütün çarpıcılığı
ile ortaya koyar:
--Ankara'da bir şölende; çok güzel düzenlenmiş olan köşkün salonlarında ve
iyi düzenlenmiş bahçede çok güzel bir gece geçirdik. Cumhurbaşkanı, Nevzat
(Tandoğan) Bey'e iltifat ediyor, bol ölçüde içki sunuyordu. Nevzat (Tandoğan)
Bey içkiye karşı koyuyor ve Gazi'nin iltifatları ile kendinden geçmiş
görünüyordu. Bir ara Gazi, İsmet Paşa'ya seslendi: --Vali olgun adama benziyor.
İçki ya içilir ya hiç içilmez. Dimağı alkole dayanıklılık göstermeyenler,
içkiden kaçınmalıdır.-- Ve hemen Nevzat (Tandoğan) Bey'e şu soruyu sordular:
--Normal veya alkollü kafa ile verilen emirler hemen yapılmalı mıdır?--
--Emirleriniz koşula bağlı olmadan uygulanır Paşam..-- --Neden böyle oluyor?--
--Milletin temsilcisi, Devletin Başkanısınız, amiri mutlaksınız Paşam.--
--Hayır. Benim her emrim yapılır, çünkü benden yapılmayacak emirler çıkmaz.--
(Arıburnu, 1976:48-49) . |