Emrinin yapılabilirliğini, Devlet Başkanlığından da, millet temsilciliğinden
de üstün tutan bir lider, hiç kuşkusuz, gerçekçilik bakımından tarihte eşi
ender görülen bir kişidir. Üstelik aynı lider, zamanında askerlerine:
--Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!-- (Mustafa Kemal, 1955:17)
diye emir verebilen bir komutandır.
Lider, Toplumsal İlişkilerinde de, İzleyicilerine Liderlik Etmelidir.
Böylece Liderliği Pekişir.
Bütün toplumsal-duygusal ağırlıklı ilkelerde olduğu gibi, bu ilkede de
--sofra-- yine işlevini görmek üzere ön plandadır. O dönemin Ankara'sı zaten
toplumsal yaşamı olmayan bir kenttir (Nadi, 1955). Falih Rıfkı da uzun uzun,
zaferden sonra, Ankara'nın sefaletini anlatır (Atay, 1969:349-370) .Durum o
kadar acıklı, toplumsal yaşam o denli sönüktür ki, sefaretlerin yemeklerine
çağrılanlarla, Çankaya'ya çağrılanlar çoğu zaman aynı kişiler olur ve çağrı
tarihleri çakışınca, sefaretlerin masaları boş kalır.
İşte bu ortam içinde, Atatürk'ün sofrası hemen hemen tek canlı merkezdir.
Yine aynı dönemde, yıldızı parlayan Karpiç gibi yerlere uğramayı ise Atatürk
ihmal etmez.
Aslında bu ilke Atatürk'ün devrimciliğiyle en iyi çakışan ilkedir. Çünkü
Atatürk, toplumsal ve kültürel devrimlerinin pek çoğunu, kendi güçlü
liderliğine dayanarak yaptığından, zaten öncülük etmek zorunda kalmıştır.
Bunun en tipik örneği, kadınlı erkekli, danslı, --alafranga-- balolar ve
toplantılardır. Sürekli olarak, bu toplantılara öncülük etmiş, bu
toplantılarda, karı-koca arasını bulmaktan tutun da, çift evlendirmeye dek
hemen her etkinliği göstermiştir. Bu konuda şu satırlara bir bakmak, insana
durumu hemen anlatabilir: |