Tekil Mesaj gösterimi
Alt 14-02-2007, 09:29   #15
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Buraya kadar anlatılanlar, kentlerin uzun süreçler boyunca şekli değişse bile, özü itibarıyla devam eden özellikleridir. Bu özelliklerinden ötürü kenti tanımlamak mümkün hale gelmektedir: Kent, insanların birbirleriyle buluştukları, malların el değiştirdiği, kurumsal hizmet sunulan bir ilişkiler ve kararlar merkezidir. Kentte farklı faaliyet türleri bir araya gelmekte, her bir unsurunun birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu dışa açık bir sistem vücut bulmaktadır. Bu bakımdan kent kendine özgü yanları bulunan ve belli bir mekanda yoğunlaşmış bir yerleşim sistemi olup, karmaşık toplum yapısının birey veya aile düzeyinde çözülemeyecek sorunlarının üstesinden gelmeye olanak sağlamaktadır. Yerine getirdiği işlevlerin sayısı ve karmaşıklığı kenti köyden farklı kılmaktadır.
Bu tanım, yaklaşık olarak endüstri çağına ve sonrasındaki gelişmelere kadar geçerliliğini korudu. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da ortaya çıkan endüstri devrimine kadar kentlerin ticaret, zenaat ve idari alanlardaki belirleyici özelliklerine, sanayii üretimine bağlı ilişkilerin ve yapılanmaların eklemlendiğini görüyoruz. Bu dönemden sonra fabrika üretimi ve ona bağlı toplumsal dönüşümler, kent ve kentli kavramının değişmesine neden olacaktır. Bu değişimle birlikte kentlerin yönetimleri de dönüşecek, kentler endüstriyel üretim nedeniyle dışarıdan hızlı ve yoğun göç alan yerler haline gelecektir. Belirtilen süreç, özellikle tarihsel kentlerin fiziksel yapılarını tanınmayacak ölçüde farklılaştırırken, kentli profilini de değiştirecektir.
İçinde yaşadığımız kent de, yukarıda belirtilen tarihsel gelişim çizgisini taşımaktadır. İÖ. 3000 yıllarına kadar inen tarihi ile İzmir, bilinmeye ve tanınmaya değer bir kenttir. Bir yerleşme olarak ortaya çıktığı zamandan, İÖ. 800’lü yıllara gelindiğinde İzmir, kent kriterleri taşıyan bir yerleşme olarak bugünkü Bayraklı’da, adını verdiği körfezin karaya ulaştığı noktada kendini göstermeye başlamıştı. İlkçağ Ege dünyasının en erken ızgara planlı, yani sokakların bir-birini dik kestiği, düzgün geometrik planlı kentlerinden birisi olarak tanınmıştı.

Eski İzmir tapınakları, deniz ticaretine elverişli ortam hazırlayan limanı, savunma tesisleri ve yönetsel özellikleriyle bir kent devletiydi. Saldırılara maruz kaldı, kentsel özelliklerini yitirdi tekrar köy haline geldi, ancak yeniden canlanmayı başardı.
Bu kez eski yerinden farklı ama uzak olmayan bir yerde, Kadife kale’nin bulunduğu tepenin yamaçlarında tekrar kuruldu. Çeşitli uygarlıkları tanıdı, Roma dünyasının seçkin kentlerinden birisi olarak anıldı. Bizans İmparatorluğu’nun dinsel merkezlerinden birisi ve onun başkenti seviyesinde kabul edilen ayrıcalıklarla donatıldı. Nihayet Türk Beylikleri döneminden sonra, dönemin dünya devleti Osmanlı İmparatorluğu’nun bir kıyı kenti haline geldi. Küçük bir kasaba iken dönemin koşulları ve bulunduğu yerin sağladığı olanaklar sonucu, Akdeniz dünyasının en önemli liman kentleri arasına katıldı. XVII. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun dünyaya açılan kapısı olma özelliğini kazandı. Sadece ticari yapıları ve hanlarının yayıldığı bölge bile, sıradan bir kentin tamamına denk gelecek genişlikteki bir alanı kaplıyordu.
  Alıntı ile Cevapla