Kentte kendi mahallerinde yaşayan ve Osmanlı Devleti’nin verdiği ayrıcalıklardan yararlanarak ticaret yapan İngiliz, Fransız, Venedik, Hollanda vb. ülkelerin tüccar kolonileri yer alıyordu. Körfeze gelen giden ve mal indirip yükleyen gemilerin görüntüsü hakim oluyordu. Salgın hastalıkların, depremlerin, yangınların ve ticaretin bağlamında bir kent olarak, önemini korumayı başaran İzmir’in tarihini, acaba İzmirlilerin kaç tanesi bilmektedir? İnsanların yaşadığı yerin nasıl bir kent olduğunu bilmesi, kentte yaşamanın farkı ve gereğini anlamasına yardımcı olamaz mı? İzmir’i bilen İzmirliler, bilmeyen İzmirlilerden daha çok İzmirli olacaklardır.
Çünkü, kentlerin değişimi devam etmektedir. Uygar insanlar kentlerini planlamaya, geçmişten getirdiği mirası korumaya ve yeni ihtiyaçların giderilmesi sürecinde, kentlerinin geçmişle uyumlu bir şekilde dönüşmesine çalışmaktadırlar. Ülkemizin kendine özgü koşulları nedeniyle, Türkiye’deki kentler de hızlı bir değişim yaşamaktadır. Bu değişimin binlerce yıllık geçmişe saygılı bir içeriğe sahip olabilmesi için, yeni nesillerin yaşadıkları kentin geçmişini bilmeleri yarar sağlayabilecektir. Üstelik kent bilincine sahip olan, yaşadıkları kente güçlü bir aidiyet duygusuyla bağlı kentliler, o kentin geleceği için teminat demektir. Bu teminatı yaratabilmek de, ancak geçmiş bilgisi ve hatırlamakla mümkün olabilir. Bu tespit, tahmin olunacağı üzere İzmir için de geçerlidir. İzmir 1950’li yıllardan beri, Türkiye’deki diğer kentler gibi hızlı bir göç almaktadır. Kentli profilinin değişmesine neden olan bu göç hareketi, kent sakinlerinin kentle ilişkisinin kopmasına neden olmuştur. Bir bakıma insanların yaşadığı mekana yabancılaşması ve kendisini içinde bulunduğu ortama ait hissetmemesi anlamına gelen bu durum, her kent için olduğu gibi İzmir açısından da talihsizliktir. Çünkü hemen-hemen her kuşağın ürettiği kültürel birikimin bir sonraki kuşağa aktarılamaması, önlenemez bir sonuç olarak yaşanmaktadır. Bu durumun hafıza kaybı demek olduğu açık değil midir? Üstelik kırdan kente göç olgusunun büyük bir hızla değiştirdiği kentli nüfus kompozisyonu da dikkate alınırsa, İzmir’in tarihsel birikim ve kimliğinin tamamen yok olacağını söylemek abartı olmayacaktır. Bütün bu tespitlerin ilettiği sorunlar bağlamının çözümü veya değişimin sorunlar yaratmadan, kentin doğasına ve kimliğine uygun akışının sağlanabilmesi için, İzmir’de yaşayanların yaşadıkları kente aidiyet bağının güçlendirilmesi gereklidir. Aidiyet bağının güçlü olması, insanın yaşadığı mekanı benimsemesiyle ilgilidir. Gündelik yaşamının geçtiği çevreyi benimseyen ve onunla özdeşleşen kentliler, içinde bulundukları ortamı tanımanın verdiği bir güven duygusu geliştirirler. Güven duygusunun önemi, geçici bir zaman için bile olsa, başka bir kente gidildiğinde daha somut olarak hissedilir. İnsanların tanımadıkları bir çevre veya kentte kendilerini yabancı görmeleri ve bir süre sonra huzursuzluk duymalarının sebebi; alışkın oldukları mekandan ve kendilerini ait hissettikleri bağlamdan kopuk olarak algılamalarıdır. Aynı durum, yıllardır okuduğu okuldan ayrılıp, başka bir okula giden öğrencilerin yaşayabileceği bir olaydır. Çünkü arkadaşlarından, öğretmenlerinden ve çevresinden, yani ait olduğu ortamdan kopma söz konusudur. Kentle kurulan aidiyet ilişkisi kent ve kentlilerin uyumunu da ifade etmektedir. İnsanın bu uyumu kendi eliyle bozması, yukarıda söz ettiğimiz yabancılaşmayı ortaya çıkartmaktadır. |