Yardımcı Admin
Üyelik tarihi: Mar 2006 Yaş: 41
Mesajlar: 23.645
| Bazan vatan gurbetlenir, gurbet de vatanlanırmış. Gel artık, mâsivâ yok, şimdi yurdum Tanrı yurdumdur: / Tüten hücremde imanım, yatan, yer yer, sücûdumdur. (M. Akif) denilen yer vatandır, sıladır. Vefâsız yurt! Öz evladın için olsun; vefâ yok mu? / Neden kalbin kararmış? Bin ocaktan bir ziyâ yok mu? / İlâhî, kimsesizlikten bunaldım, âşinâ yok mu? / Vatansız, hânümânsız bir garibim, mültecâ yok mu? / Bütün yokluk mu her yer? Bari bir “yok” der sadâ yok mu? denilen diyar, vatanda gurbettir; ama Hilâlim, göklerin kalbinde yer tutmuş, otağındır; / Ezanlar nevbetindir: inletir eb’adı haşyetten; / Cihâzındır âlemler, kubbeler, inmiş meşiyyetten; / Cemaatler kölendir. Kâbe’ler haclen... Gel ey Leylâ, / Gel ey candan yakın cânân ki gâiblerdesin, hâlâ! / Bu nazın elverir, Leylâ, in artık in ki bâlâdan, / Müebbed bir bahar insin şu yanmış yurda, Mevlâ’dan. (Mehmet Akif), denilen diyar, yani gurbet’e dönmüş yurt(sıla) da Sevgilinin gelişiyle tekrar sıla rengi kazanacak, gurbet olmaktan çıkacaktır. Bu gurbet ve sıla, bir kültür ve medeniyet hayatının yaşanıp yaşanmamasına göre beliren bir gurbet ve sıladır.
Bir kültür ve medeniyet ruhunun bir kalıpta dondurulup yeryüzüne kondurulduğu şehirler, kasabalar ve köyler, o kültür ve medeniyeti temsil edenlerin sılasıdır. Kültür ve medeniyetlerinden kopup uzaklaşanlar, batıp gidenler, gurbette sürgündedirler. Senin kalbinden sürgün oldum ilkin / Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği (Sezai Karakoç), diyen gönül, metafizik boyalı bir medeniyet sürgünü ve gurbeti yaşıyor.
KIRIK MIZRAB’IN SILASI VE GURBETİ
Kırık Mızrab’ın dilinde, Işık ordularının, İrem ülkesine benzeyen bahçelerinde, / Somaki musluklarından hep kevserler akar. / Hiç hazan bilmeyen yemyeşil çevrelerinde, / Her gün bir bahar olur, her gün çiçekler açar / İrem ülkesine benzeyen bahçelerinde diye tablosu çizilen diyar bir sıla yurdudur. O yurdu çepeçevre bir şevk ufku kuşatır: Zevk, şevk, neşe dünyamızda her şey gül kırmızı / Öyle mestleriz ki bilmeyiz baharı yazı... / İnancın sihirli şarkısı dillerimizde; / Mecnun’unkine denk aşk var gönüllerimizde. / Elmasa dönüp gider uğrayan bezmimize, / Nurlar yağıyor nurlar, her zaman semtimize! denilen diyar, bir kutlu sıladır. Bu sıla, bazen yiğitleri geçici ölümlerin kucağında kıvrılıp kalınca gurbetleşir, yeniden sılaya dönmesi için o yiğidin veya yiğitlerin dönüp gelmeleri gerekir: Yiğidim görün artık! / Görün ki çok bunaldık. / Canlarımız gırtlakta, / Son kelime dudakta: Gülümse milletine! / Susadık himmetine.../ Kalmadı hiç gücümüz; / Bizler bir sürü öksüz / Hep itilip kakıldık; / Eşya gibi satıldık; / Hicran üstüne hicran, / Dahasına yok derman... diye gönül davetiyeleri gönderilir. O şanlı süvari ufukta belirince de sıla ufukları görünür: Dopdolu şevklerle çıkıp yollara düşeli, / Aştın maniaları küheylan gibi bir bir.../ Encama ereceğin heyecanından belli; / Şahlan ki şanlı süvarim zaman sana esir! / Bir kutlu dava uğruna neleri aşarak, / Hayalinde tüllenen ötelerden renklerle, / Ruhların el salladığı ufka yaklaşarak, / Şu yanık sinelerdeki kudsi dileklerle. / Erdiğin her merhalede ayrı bir aydınlık, / Bir bezme koşuyor gibisin şimdi cananla; / Çoktan hırıltıya düştü her yanda karanlık, / Hayretle bakıyor gökler bu yeni masala.../ Yıllarca görüp duyduğumuz bir tatlı rüya, / Altın tahtlara kurulmuş kutlu elleriyle; / Dünü ışıktan derya, yarını farklı ziya, / Bir sır peşindeler mübarek seferleriyle. / Sonsuzluk tutkusuyla yürüyorlar ileri, / Dillerinde ölümsüzlük türküsü öteden; / Açılıyor bir bir sır aleminin perdeleri, / Görüyorlar Cenneti bulundukları yerden. / Ve yürüdükçe büyüyor arkada dalgalar, / Visale erme kuşağında geçmiş-gelecek; / Bambaşka şeyler gösteriyor şimdi aynalar:? Bugün olmasa da bir gün mazi dirilecek! Ve işte böylece gurbet sılaya dönecektir.
Gurbetten sılaya dönüşün öncüleri, Akyol yolcularıdırlar; onlar, Yeni bir dünya kuruyorlardı; harıl harıl... / Her taraf gökle yarışır gibi pırıl pırıl! Onlar, Altın Tenler’dir. Taptaze altın tenlere benzer bu yiğitler;/ İniyor çevrelerine ışıktan demetler.../ Sonsuzdan gelen ilhamla doldukça dolmuşlar, / Hızır’la arkadaş olup sırlara dalmışlar.../ Bilir cihan bunları, belli beldesi köyü, / Çehrelerinde fethedici gizli bir büyü!../ Ve şimdi dehaya denk bu parlak ferasetler, / Horozu çoktan ötmüş bir kutlu şafak bekler... İşte bu şafakta doğacak olan gün, gurbeti sılaya döndürecek gündür. O günün mimarları, Kıvrım kıvrım Hakk’a uzanan yolda, / Benlik adına herşeyini aşan kahraman.../ Hilkate ait sırların anahtarı onda, / Büklüm büklüm bir yumak olan elinde zaman. / Durmuş göğe giden yolda rampalar kuruyor, / Ermiş Hızır’la bir sırlı halvete önceden; / Gelip geçenlere şafak mesajı sunuyor, / Bağrında tek ışığın çakmadığı geceden.../ Elinde meşale, saçıyor nur üstüne nur, / Kandiller sıra sıra geçtiği her bucakta; / Atlas ikliminde her dem üfül üfül huzur, / Tütüyor anber kokusu tüten her ocakta. / Ve yeşeriyor uğradığı yerler ardından, / Nâra atıyor ovalar, vâdiler, yamaçlar.../ Rüzgâr bahar kokusuyla esiyor her yandan, / Artık dirilip doğruluyor otlar, ağaçlar. / Sonsuz’la iç içe onun düşünce dünyası, / Dilinde bir yanık türkü, gönlünde heyecan; / Gözlerinde rengârenk âhiret haritası, / Benliğinde nokta nokta ötelere imân...olanlardır. Bu güzel yurdun, bu ideal sıla tablosunun aydınlığı, metafizik bir aydınlıktır.
Kırık Mızrap, Millet Ruhu şiirinde sılanın yağmalanmış, gurbete döndürülmüş perişan halinin acıklı tablosunu verirken, beyaz atlı şanlı sıla süvarisini çağırır: Tıpkı rüyalarda olduğu gibi diril, gel! / Beyaz atının üzerinde bir sabah erken; / Gözlerim kapalı ruhumda seni süzerken / Tıpkı rüyalarda olduğu gibi diril, gel! diye inler.
Kırık Mızrap şiirlerinin ana teması bu sıla-gurbet eksenli duygu, düşünce tablolarıyla desen desen, renk renk örülen medeniyyet televvünlü manzaralarda daha da yoğunluk kazanır. Bu manzaranın genişliği, Orta Asya’daki dindaşlara ithaf olunan Hicranlı Yıllar şiiriyle gösterilir: .....Bir kasvetli rüyadayız şu anda, bu gerçek; / Önümüzde aydınlıklara açık bir çağ var!../ Gece koyulaşsa da bir gün şafak sökecek; / Ve dalgalanacak rüzgâr bekleyen bayraklar. / Azmet, azmet ki göründü yer-gök sultanlığı, / Yılma uçurumlar gibi görünen boşluktan; / Yakala çağlar arasında o Altın Çağ’ı! / Peygamber safına gir, kurtul uyuşukluktan!..
Kırık Mızrap’ın gurbeti, Gurbet-1 şiiriyle şöyle sunulur: Gurbet, ruhumda poyraz gibi estiydi bir gün, / Hazân, türküler söylüyordu; yerlerde yaprak; / Sinemde iniltili hâlâ o hicranlı dün, / Gönlüm, hafakanlarıyla dalgalanan bayrak.../ Daldım eski günlerdeki derin melâlime, / Kandan bir lücceydi âdetâ gördüğüm yerler. / Ürperdim, bir kere daha acıdım halime, / Geçince birer birer hayâlimden o günler.../ Gerçi yine bir gurbet hüznü var sinelerde, / Poyraz biraz serince okşuyor çiçekleri; / Perde perde neşenin çağladığı her yerde, / Bir gamlı melodi susturuyor böcekleri. / Ama, o hep kasvetle esip gelen hicranlar, / Artık göç edip gittiler bir başka diyâra.../ Asırlardan beri gerçeği saran dumanlar, / Birer birer eriyip yol verdiler bahara.../ Şimdi dertli sinemin o eski huysuzluğu, / Yalnızlık gecelerimde vefalı arkadaş; / Ve çöllerdekine denk gönlümün susuzluğu; / “Az ağrı, âsân ölüm” ve iman ola yoldaş!.. |