Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15-02-2007, 11:44   #1
iLHAN-MANSiZ
Guest
 
iLHAN-MANSiZ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Arrow Rasim Kara..!!!

Eğer o sezon, o iki penaltı verilmeseydi bugün Galatasaray UEFA Kupası’nı alabilir miydi? Ya da Türkiye Milli Takımı dünya üçüncüsü olabilir miydi?

A Milli Takım’da yıllarca yan yana çalışan Fatih Terim-Rasim Kara ikilisinin milli takımı bıraktığı ve birinin G.Saray’a, diğerinin Beşiktaş’a teknik direktör olduğu 1996-97 sezonu Türk futbol tarihinin belki de en kritik sezonlarından birisidir. O sezon şampiyonluk için Terim’in G.Saray’ı ile Kara’nın Beşiktaş’ı çekişiyordur. 29. haftaya girilirken iki takım arasındaki puan farkı 5’tir. G.Saray o hafta Ali Sami Yen’de İstanbulspor’u ağırlıyor. Maçın hakemi Vahap Beyaz. Müsabaka 2-2 devam ederken uzatma dakikaları da bitmek üzeredir. O da ne? Ceza sahası içinde çime takılan Arif yere düşer ve hakem Vahap Beyaz penaltı noktasını gösterir. Hagi meşin yuvarlağı ağlara gönderir ve maçı G.Saray kazanır. O haftayı Beşiktaş’da galibiyetle bitirir.

Click the image to open in full size.

İki takım bir sonraki hafta İnönü Stadı’nda karşı karşıya gelir. Düğüm çözülecektir. Siyah-Beyazlı takım Amokachi’nin attığı golle 1-0 öne geçer. Müsabakanın hakemi Ahmet Çakar 85. dakikada Kartal’ın tüm umutlarını bitirecek tartışmalı bir karar verir. Ceza sahası içinde Alpay ile Hakan arasındaki pozisyonda düdüğü ağzına götürür. Herkesin şaşkın bakışları arasında penaltı noktasına yürür. Hagi skoru tayin eder: 1-1. İki haftada iki penaltı ve G.Saray’ın şampiyon olması, başarının sadece şampiyonluk olarak algılandığı ülkemizde Rasim Kara’yı koltuğundan eder. Fatih Terim’e ise UEFA Kupası’nı kazandıracak süreci açar. Hatta 2002 Dünya Kupası üçüncüsü A Milli Takımı’n iskeletini de bu iki penaltı oluşturur.

Bir an gözlerinizi kapatın ve düşünün; eğer o iki penaltı verilmeseydi bugün UEFA Kupası alınabilir miydi? Ya da Türkiye dünya üçüncüsü olabilir miydi? İki penaltı Terim’i aldı uçurdu, Rasim Hoca’yı ise Azerbaycan’dan Kanada’ya kadar bir o yana bir bu yana savurdu. O günlerin mağduru Rasim Kara ile röportaja giderken aklımızda da bu sorular vardı. O yıl Beşiktaş’ın önü kesilmeseydi (birçok insanın düşüncesi bu yönde) Fatih Terim ve Türk futbolu bu başarıyı yakalayabilir miydi? Bu soruya Rasim hoca hiç düşünmeden ‘varsayım’ diye cevap verdi. Biraz düşündükten sonra ise ‘olabilir, bilmiyorum’ dedi. Şu an Azerbaycan’ın Karabağ takımını çalıştıran Rasim Kara’nın elbette söyleyecek daha çok sözü vardı. En başından başladık. Önce geçmişe gittik. Sonra bugüne geldik.

Rasim Kara futbolda bir zamanlar efsane olmuş Eskişehir’de 1950 yılında dünyaya gelir. Onun çocukluğunda Eskişehirspor, Abdullah Gegiç yönetiminde Fethi, Nihat, Ender’li kadrosuyla liglerde fırtına gibi esiyordur. Kaleciliğe başlaması ise lise bir dönemine rastlıyor. Lise birde sınıf takımında öylesine kalecilik yaparken 2. Amatör küme takımlarından Işıkspor’da oynayan sınıf arkadaşı Tuncer’in, ‘Bizim takımda kaleci yok, bizde oynar mısın?’ teklifine hiç düşünmeden ‘evet’ der. Burada 1,5 sene oynar. Daha sonra Birinci Amatör küme takımlarından Çimento’ya transfer olur. Oradan Eskişehir Demirspor genç takımına gider. Aynı yıl Eskişehir Ticari Bilimler Akademi sınavını kazanır ve üniversite okumaya başlar. Zamanla 3. Lig’deki Eskişehir Demirspor’un A takımına yükselir. Bir yıl sonra İkinci Lig takımlarından Uşakspor’un teklifini kabul eder ve soluğu bu şehirde alır. Orada profesyonel olur. Ve aynı sezon Ümit Milli Takımı’na seçilir. Yıl 1972’dir.

M’GLADBACH UÇAK BİLETİMİ GÖNDERDİ

Bir sene Uşak’ta oynadıktan sonra teknik direktörlüğünü Kaleperoviç’in, menajerliğini Metin Oktay’ın yaptığı Bursaspor’dan teklif alır. Bursaspor’un tarihinde ilk kez Kupa Galipleri Kupası’nda iki tur atladığı yıl kalede o vardır. O sene A Milli Takım’a da seçilir Sabri Dino ve Yasin Özdenak’ın arkasında üçüncü kaleci olarak. 1974 yılında ilk kez A Milli Takım formasını giyer. Toplam 15 kez A Milli olur. 1976 senesinde Rasim Kara’ya Beşiktaş’ın kapıları açılır. “Milli Takım’da oynadığım için üç büyük takım beni istiyordu. O sırada Almanya’nın M’gladbach takımı da bana talip oldu. Hatta uçak biletimi bile gönderdiler. Fakat akademiye 2. sınıftan sonra devam edemediğim için askerliğimi er olarak yapmak zorundaydım. Bu zorunluluk sebebiyle yurt dışına gidemedim.”

Beşiktaş’ı tercih etmesinde Sabri Dino’nun jübile yapması etkili olur. Aynı zamanda Beşiktaş’ı tutuyordur. Gittiği sezon takımda kaptan olur. Çünkü teknik ekip Zekeriya, Ahmet, Niko gibi tecrübeli oyuncuları kadro dışı bırakmıştır: “O sene 10 yeni transferdik. Rahmetli Reşit, sağ bek Mustafa, Tuncay Mesçi, Ali Çoban, Kemal Kılıç, Göztepeli Mehmet ve diğerleri. Gündüz Tekin Onay hocamızdı. Kaptanlığı bana verdi.”

14 sene şampiyon olamayan Beşiktaş onun kaptanlığında 15. sene şampiyon olur. Kader maçını da Eskişehirspor ile deplasmanda oynar. Teknik direktör Miliç’tir. “Ligin son maçıydı. Yenersek şampiyon oluyorduk ama Eskişehir küme düşüyordu. Birinci devre kalede Adem oynadı. O da daha önce Eskişehirspor’da forma giymişti. Elini direğe vurup sakatlanınca ikinci devre yerine ben girdim. Ama taraftarlar Adem’in Eskişehir’in düşmesini istemediği için çıktığını zannetti. Ben Eskişehirli olduğum için de benden bir kıyak bekliyorlardı. ‘Hatta herkes sen Eskişehirlisin nasıl oynarsın’ diyordu. Ama oynadık ve Ziya’nın attığı golle öne geçtik. Sonra olaylar çıktı ve hükmen kazanarak şampiyon olduk.”

Beşiktaş’ta 8 yıl kalecilik yaptı Rasim Kara. En büyük sıkıntısı doğru dürüst bir saha ve soyunma odasının olmayışıdır: “Toprak sahada çalıştık. Yağmuru, sevdik, karı sevdik. Hiç unutmuyorum, çamurlu sahada yaptığımız bir antrenmandan sonra üzerimdeki eşofmanları, eldivenlerimi, ayakkabılarımı ve yağmurluğumu kantarda tarttım. İnan tam 20 kilo geldi. Sırtımızda 20 kilo yükle antrenman yapıyorduk. Dirseklerimin yaraları bir sene kapanmazdı. Şimdi bu sahalarda yürürken bütün tüylerim ürperiyor.” Çok iyi bir kalecilik eğitimi almadığını belirtiyor Rasim Kara. Oynadığı takımlarda kaleci antrenörü yoktu. Hatta 8 sene formasını giydiği Beşiktaş’ta 6 yıl malzemeci Ahmet’in kendisini çalıştırdığını anlatıyor gülerek.

Rasim hoca 1985 yılında, amatör ve profesyonel tam 20 sene kalecilik yaptıktan sonra futbolu bırakır ve teknik direktörlüğe başlar. Sizin anlayacağınız 41 yıldır futbolun içinde. Antrenörlüğe Antalyaspor’da Adnan Dinçer’in yanında başlar. Bu takımda 4 sene kalır. Mitroviç ve Yılmaz Göknel gibi hocalarla da çalışır. Sonra Uzunköprüspor’un başına getirilir. Ardından Antalyaspor’u İkinci Ligde yarım sezon tek başına çalıştırır. 1991’de Futbol Federasyonu bünyesine dahil olur. Piontek’in yanında Fatih Terim ile birlikte çalışmaya başlar. Takımda kaleci antrenörlüğü görevi onundur. Rasim hoca aynı zamanda burada bir ilke imza atacak, kalecilik yıllarında yaşadığı sıkıntıları başkaları yaşamasın diye federasyonun da gücünü kullanarak Türkiye’de kaleci antrenörü kavramını yerleştirecektir.

KALECİ ANTRENÖRLÜĞÜNÜN MİMARI

“90’lı yıllarda antrenörlük kurslarında kaleciler için ders veriliyordu. Ama kaleci antrenörlüğü diye bir şey yoktu. Türkiye’nin kaleci antrenörlüğüne ihtiyacı vardı. Fatih hocaya ve eğitim dairesindekilere ‘kaleci antrenörlüğü müessesesi açalım’ dedim. Önce karşı çıkanlar oldu, kalecinin antrenörü olur mu diye. Ama kabul ettirdik. Bir el kitabı hazırladık. Sonra bir aylık bir kurs düzenleyerek 300’e yakın mezun verdik.” sözleriyle anlatıyor yaşadıklarını. Ama asıl sorun ondan sonra başlar. Bunu kulüplere nasıl kabul ettirecektirler. Zaten kulüplerin bir kısmı da bunu kabul etmez. Kaleciyi ben kendim çalıştırırım diyen teknik direktörler olur. İsim vermiyor Rasim hoca ama onlara sitem ediyor. “Biz de baktık olmuyor, federasyon olarak kaleci antrenörlüğünü kulüplere şart koştuk. İlkin Birinci Ligde mecbur oldu. Antrenörleri sahaya almıyorlardı. Sahaya alınmalarına dair izni de çıkardık. Fatih hocanın da bu zorlukları aşmada çok büyük katkısı oldu.”

Rasim hoca iyi bir kaleciyi tarif ederken, zeki ve ön sezileri güçlü maddesini ilk sıraya koyuyor. Ona göre bir kalecinin liderlik vasfı olacak. Pısırık kaleciyi kimse istemez. “Önünde 35 yaşındaki adamları idare ediyorsun. Hep diyorlar kaleciden antrenör olur mu? Bal gibi olur. Kaleci daha çocukken idare etmeye başlıyor.”

Fatih Terim-Rasim Kara ikilisi 1990’lı yıllarda Türkiye’yi baştan başa tarayarak nice genci Türk futboluna kazandırdı. Bu oyuncuların çoğu hem G.Saray’ın UEFA Kupası’nı almasında başrol oynadı hem de Türkiye’yi 2002 Dünya Kupası’nda üçüncülüğe taşıdı. “Sadece Fatih hocayla ben değil, bölgelerdeki tüm hocalarımızın katkısı oldu bu çalışmamıza. Her yaş grubunda tarama yaptık. İzlemediğimiz oyuncu kalmadı. Tüm takımlara haber veriyorduk. ‘Elinizde yetenekli oyuncu varsa bize bildirin’ diye. Hiç unutmuyorum; Çerkezköy amatör takımı tüm oyuncularını seçmelere göndermişti. Ayrım olmasın diye. Biz titizlikle seçtik, Tugay’ları, Ergün’leri, Rüştü’leri. Ergün’ü Kilimli Belediye’de bulduk. Rüştü’yü izlediğimizde doğru dürüst oynamıyordu bile.”

PİONTEK: RÜŞTÜ’DEN KALECİ OLMAZ

Her bölgeye her yaş grubundan seçmeler yaptıran Fatih Terim ve Rasim Kara ikilisi daha sonra seçilen bu oyuncuları izlemeye gidiyorlardı. Her hoca da elinde kağıt kalem not tutuyordu. Rasim Hoca’dan Rüştü’nün hikayesini öğreniyoruz. “Rüştü’yü ilk izlediğimiz maçı hatırlıyorum. İzmir’deki seçmelere Antalya karması ile gelmişti. Zayıf bir takımda oynadığı için her maçta 4-5 gol yiyordu. Turnuva bitti. 17 tane antrenör beğendiği oyuncuları söylüyor. Antalya grubuna sıra gelince hiç kimsenin listesinde Rüştü’nün ismi yok. En sonunda ben dedim ki ‘Rüştü diye bir kaleci var. Çelimsiz bir çocuk. Dikkatinizi çekmedi mi?’ Tüm kafalar hayır şeklinde bir o yana bir bu yana sallandı. Ama haklıydılar; çünkü üç maçta ortalama 5 gol yemişti. ‘Not edin bir tarafa’ diye hocalarımızı uyardım.”

Sonra adilane olsun diye herkesin söylediği iki tane kaleciyi çağırırlar Fatih hoca ile birlikte. Ancak istedikleri gibi çıkmaz hiçbirisi. “Fatih hocaya dedim ki, ‘Hocam gel şu Rüştü’yü de çağıralım.’ Hoca dedi ki, ‘Valla Rasim, senin işin, sen bilirsin.’ Rüştü’yü çağırdık Antalya’ya kampa.” Rüştü o zaman Burdur’da oynuyordu. Kampa alınınca Antalyaspor da üçüncü kaleci olarak transfer eder kendisini. Rasim hoca daha sonra Almanya’ya Federal Almanya ile oynanacak Ümit Milli maça götürür Rüştü’yü. Takım 4-0 yenilir. Rüştü 5 tane yüzde yüz gol kurtarır; ama 2 tane de çok hatalı gol yer.

Maçı izleyen Sepp Piontek soyunma odasında, Rasim hocaya ‘Bundan kaleci maleci olmaz, başka kaleci bul’ diye çıkışınca Rasim Kara ona, “O iyi kaleci, biraz zamana ihtiyacı var.” diye karşılık verir. Ümit Milli Takım, 4-5 ay sonra İngiltere ile deplasmanda bir maça çıkar. “Rakipte şimdiki dönemin yıldızları var. 1-0 kazandık. Rüştü mükemmel oynadı. Piontek’e ‘Ne haber Sir. Rüştü nasıl kaleci’ dedim. ‘Süper’ dedi. Hepimiz soyunma odasında ağlıyorduk.”

Rasim hoca ,Rüştü’nün hikayesini anlattıktan sonra bir ekleme yapıyor ısrarla: “Ha onlar anlamadı da ben anladım demek istemiyorum. Bizim de gözümüzün tutmadığı oyuncuları Fatih hoca, Piontek ıskalamamıştır. Bu böyledir. Benim kaleci olmamın avantajı vardı.” Rüştü’yle kendisini bir çok yönden benzer görüyor Rasim Kara. ‘Ben Rüştü gibi bir kaleciydim’ diyor. “Çabuktum, cesaretliydim. Ben solaktım, Rüştü sağ. Aramızdaki fark bu. Reflekslerim, degajlarım çok iyiydi. Kollarım uzundu. Standart giysiler kısa gelirdi bana.”

PİONTEK’İN KIYMETİNİ BİLEMEDİK

Rasim Kara, beraber çalıştığı Piontek’ten de çok şeyler öğrendiğini belirtiyor. İlkin vizyonunun değiştiğini anlatıyor. “Avrupa’ya çıkınca nasıl hareket etmemiz gerektiğini ondan öğrendik. Önceden pısırıktık, çekingendik. Belki sahada başarılı olamadı ama çok kaliteli bir insan ve hocaydı. Günde on iki saat ders verdiğine şahit oldum. İçimizden biri gibi çalışırdı. Ama ona gereken kıymeti veremedik. Gerçi Fatih hocaya gereken kıymet verildi mi, bana verildi mi de ona verilsin? Fatih hocanın G.Saray’da elde ettiği başarıları bir yabancı elde etseydi Florya’ya heykelini dikerlerdi. Sounes, Kadıköy’e bayrak dikti yere göğe sığdıramadılar onu.”

Milli Takım’ı bıraktıktan sonra Fatih hoca G.Saray’a, Rasim Kara ise Beşiktaş’a transfer oldu. Yıllarca omuz omuza çalışan bu ikili birbirine rakipti. “O birinci oldu, ben ikinci oldum.” diyerek o günleri özetliyor Rasim hoca. Ama biraz daha ayrıntı istiyoruz kendisinden. “Hakemler bizim canımızı çok yaktı. Söylüyorum, hakemler planlı bir şekilde canımızı yaktı. İstanbulspor maçında 96. dakika Arif düştü penaltı verdi hakem. Tesadüf mü bu? Bunlar planlı bir şekilde yapıldı. Biz o sene Avrupa’da 4. tura çıktık. Spor Yazarları Kupası’nı kazandık, Başbakanlık Kupası’nı kazandık. Derbi kaybetmedik. Beşiktaş tarihinin gol ve averaj rekorlarını kırdık. 88 gol attık. 26 gol yedik. 62 averajımız vardı. Lucescu zamanında takımın attığı gol sadece 63’tü. Ben devam etseydim Beşiktaş’ın yapısı da değişecekti. Çok güzel planlarım vardı. Ama olmadı.” diyor soluklanmadan ve de iç geçirerek.

Peki neden olmamıştı? Rasim hoca neden devam etmediğini anlatmak istemiyor, Beşiktaş’a zarar vermemek için. “Devam etmek istemedim. Hem ben istemedim, hem de yönetim. Süleyman abiden ziyade yanındakilerleydi sorun. 1 sezon tam çalıştım Beşiktaş’ta. Benden sonra Toschak, Daum, Scala, Feldkamp, Brigel, Lucescu, Del Bosque, Rıza, Tigana geldi. Son on senedir en başarılı Lucescu oldu. Ondan sonra da ben. İçimde bir ukdedir orada kalamamak.”

BEN TİGANA OLSAM İSTİFA EDERDİM

Hakemlerin planlı bir şekilde üzerlerine geldiğine dair anlatacakları bitmemişti. “Bir hafta sonra G.Saray’la İnönü’de oynuyoruz. 1-0 öne geçtik. Ahmet Çakar, Amokachi’ye kırmızı kart gösterdi. Sonra 85. dakikada kimsenin görmediği bir penaltı çaldı. Feveran yapmadık. Yapsak ne değişecek ki? Benden sonra gelen Toshcak ligi 6. bitirdi. Futbolculara inek dedi. 12 mağlubiyet aldı. Tribünler ‘I love you Toschak’ diye tezahürat yaptı. Vurun yerliye. Niye çalışayım ki burada? Gittim Kanada’ya, Azerbaycan’a. Arkanda adamın varsa, amircilik yapıyorsan, yalakalık yapıyorsan Türkiye’de çalışırsın. 41 senedir bu camianın içindeyim. Bugüne kadar bir kişiye ‘beni oynat, bana takım bul’ demedim. Dediysem çıksın söylesinler. Ben böyle biriyim kardeşim. Ben Tigana’lar burada çalışsın diye yurt dışına gidiyorum. Kimseye de minnet etmiyorum.”

Söz Tigana’dan açılmışken Rasim hoca eleştirilerine devam ediyor. “İlk yarıda 29 puan topladı Beşiktaş. Tonla para harcadın sen. Geçen sene şampiyon G.Saray’ın da 29 puan gerisinde bitirdin ligi. Bu ne demek? Ligler stop etsin, ekstradan 10 maç oyna, hepsini kazan 30 puan eder. Ben geçen yıl Tigana’nın yerinde olsam anında istifa ederdim. Benim takımım en üsteki takımdan 29 puan geriye düşecek. Ben Beşiktaş’ı çalıştırırken ikinci olduğum halde bıraktım. Şampiyonlar Ligi’ne gittiğim halde bıraktım. Lig sonunda en az kart gören takım benim takımımdı. Üç yabancıyla oynuyordum. 5-6 olsa tozu dumana katardım.”

Ya Tigana’yı getirenin hiç mi suçu yoktu? Rasim Kara yine soluklanmadan konuşmaya devam ediyor: “Benim mesajım da onlara kardeşim. Tigana’yı niye suçlayayım ki. Tigana az bile yapıyor bu yöneticilere. O gelmeden önce Del Bosque’ye sormuştur. Niye ayrıldın diye. O da ona anlatmıştır her şeyi ve sonra demiştir ki ‘Sakın ha çok tazminat koy sözleşmene.’ Bundan sonra gelecek olan daha çok tazminat isteyecek. Tigana’nın ne suçu var ki? Futbolcuların ne suçu var ki? Onları transfer eden kim? 18 milyon dolar borçla kulübü al, borcu 118’e çıkar. Sonra da ceketini al git. Nereye gidiyorsun? Batırmışsın kulübü. Kendi işinde 100 milyon dolar zarar ettir bakalım orada tutarlar mı seni?”

Tam bu esnada hocaya o can alıcı soruyu soruyoruz. “Eğer 1996-97 sezonunda siz şampiyon olsaydınız, belki de bugün Fatih hoca olmayacak, bu başarılar yaşanmayacaktı.” Rasim hoca kızgın olduğu için soruyu tam anlamadan, “Hayır nasıl olalım. Hakemler izin vermedi ki.” Soruyu tekrar edince de, “Varsayım. Olabilir. Bilmiyorum. Olsaydı, olmasaydı diyemem.”

Rasim hocanın Azerbaycan’a ikinci gidişi. Şu anki takımı Karabağ’ın geleceğine yatırım yapıyor. Sözleşmesi 1,5 yıllık. Ligde şampiyon olma ihtimalleri olmadığı için takımdaki yaşlı oyuncuları gönderip yerlerine gençleri monte etti. Transferde 5 yabancı hakkı olduğu halde o Azeri oyunculara ağırlık verdi. Takımın antrenman sahası, kamp yeri yok. “Beşiktaş’a ilk geldiğim seneler gibi.” diyor Rasim hoca. Önümüzdeki sezon için bir antrenman sahası yapımı için kulüp yönetimini ikna etmiş. “Takıma 15 tane 88-89 doğumlu oyuncu kattım. Bunlar Azerbaycan’ın geleceği olacak. Burada çok mutluyum. Ben çalışmayı çok seviyorum. Gördün mü antrenmanda sesim kısıldı. Bir şey öğreteceğim diye nasıl bağırıyorum. 1 sene sonra gel bu takımı tanıyamazsın.”


kaynak : internetspor
  Alıntı ile Cevapla