Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15-02-2007, 15:37   #10
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Kurtuluş Savaşı’ nda meclis, milli kurtuluştan başka bir şey düşünmediği için, hilafet ve saltanata bağlılığını belirtiyordu. Milli hakimiyet ilkesinin siyasi hayat üstündeki gerçek belirtisi ve Türkiye’ de laiklik bakımından atılan ilk ciddi adım, saltanatın kaldırılması oldu. Bu suretle dini ve siyasi otoritelerin devlet teşkilatı içinde aynı elde toplanmış olması engellenmiş oluyordu. Bununla birlikte halifenin bu sıfatına dayanarak onun din ve dünya işlerinde Hz. Muhammed’ e vekillik ettiği kabul ediliyordu. Cumhuriyetin ilanından sonra halifelik meclis dışında kaynağını milletten alan dini bir başkanlık görevi niteliği aldı. Nihayet 3 Mart 1927 tarihinde, 341 sayılı kanunla halifelik de kaldırıldı. Böylece laik devletin gerçekleşmesine engel sayılan önemli bir hukuki kuruluşa da son verilmiş oldu. Ne var ki, laiklik ilkesi, yine de tam anlamıyla gerçekleşmiş sayılamazdı. Çünkü hilafetin ilgasına dair kanunda “Hilafetin hükümet ve cumhuriyetin mana ve mefhumunda esasen mündemiç” olduğu açıkça belirtilmişti. Halifelik kaldırılırken, Tevhidi Tedrisat Kanunu kabul edildi; Şeriye, Evkaf ve Erkanı Harbiyesi Umumiye Vekaleti’ nin ilgasına dair (3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı) kanun madde 1 ile Şeriye vekaleti de kaldırılarak, ibadetle ilgili bütün işleri yönetmek üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti’ nin ilk anayasası olan, 20 Nisan 1924 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu madde 2, “Türkiye devletinin dini islamdır” hükmünü taşıdığı için, uygulamada değilse de, hukuk alanında devletin teokratik karakteri devam ediyordu. Devlet dininin islam dini olduğu belirtilmekle birlikte, şeri hükümlere yer verilmemiş, siyasi iktidarın kaynağının ilahi olduğu kabul edilmemiştir; nitekim yürütme-yasama organları şeri esaslara bağlanmadı. 1924 Anayasası 26. maddesinin ilk şeklinde şeri hükümleri TBMM’ nin yerine getireceği belirtilmişti. 16. maddeyle de milletvekillerinin ve cumhurbaşkanlarının yeminlerinde "vallahi” kelimesine yer veriliyordu. Bunlar zamanın gereği olarak konmuş hükümlerdi ve anayasa 70. maddesiyle vicdan hürriyetini açıkça koruyordu. Atatürk anayasanın laik esaslara uydurulması gerektiğini, gerçek laikliğe ancak bu suretle ulaşılabileceğini Nutuk’ ta belirtiyordu. Söz konusu hükümler 10 Nisan 1928 tarihli ve 1222 sayılı kanunla kaldırıldı. Kanunun gerekçesi olarak devletin laik ve demokratik bir cumhuriyete yönelmesi gereği gösteriliyor ve bir kanunla anayasanın 2., 16., 26. ve 38. maddeleri değiştirilerek “Türkiye’ nin resmi dini” kaydı kaldırılıyor, meclisin şeri hükümleri yerine getirmesi görevine ve yeminlerdeki dini niteliğe dair hükümler anayasadan çıkarılıyordu. CHP’ nin 1931’ deki kongresinde parti doktrinini meydana getiren 6 ana hedef, parti programında gösterildi, bu hedeflerden biri olan laiklik, 1937 yılında 3115 sayılı kanunun yaptığı bir değişiklik anayasada yer aldı ve bir anayasa kurumu oldu. Türkiye’ de laiklik, sadece din ile devletin ayrılığını ifade eden bir nitelik değil, aynı zamanda vicdan hürriyetine imkan veren ve akılcılığı sağlayan bir temel kural olarak ortaya çıktı. Laikliğin temel bir anayasa kuralı haline gelmesinden önce, bu konu ile ilgili bazı kanunlar yapıldı. Tevhidi Tedrisat Kanunu yanında, 30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılması ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Yasaklanması ve Kaldırılması’ na Dair Kanun” kabul edildi. 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’ nun 110. maddesiyle medeni nikah ilkesi yürürlüğe girdi.
  Alıntı ile Cevapla