Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15-02-2007, 15:41   #1
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
laleler ve Lalenin Öyküsü

LALELER VE LALENİN ÖYKÜSÜ


Bahar renkli laleler İnsanları güzelliğiyle çılgına çeviren, bir devre adını veren lâle, ilkbaharla birlikte tüm renklerini gösterdi. Sarısı, çizgili kırmızısı, moru, beyazı ile lâleler artık bir servet etmiyor ama, o nazlı görünümleriyle hayatımıza hoşluk katıyorlar... Sürprizleriyle, ilkbahar şaşırtıcıdır... Bunu, kimi zaman bir bahar dalının üzerindeki minik pembe çiçeklerle, kimi zaman da hiç beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkan yabani lâlelerle başarır. Doğa ilkbaharla birlikte faaliyete geçmiş ve sanki tek görevi bizi şaşırtmakmış gibi çalışmaya başlamıştır. Güzelliğini bazen uluorta sergileyerek, bazen de en büyüleyici güzellikte olanları keşfedilmek üzere bir yerlerde saklayarak yapar bunu. Tıpkı Akseki'nin yüksek tepelerinde saklı bulduğumuz, yaban lâleleri gibi... Mayıs ayında böcek sesleri, kuş cıvıltıları arasında bir saat yürüyerek Peynirlik tepesine ulaşmış, o unutulmaz manzara ile karşılaşmıştık. Topraktan gelişi güzel çıkmış sarı, kırmızı renkli yüzlerce yabani lâle, aniden çevremizi sarmıştı. Bir yıl boyunca toprak altında gizlenen soğanlar ilkbaharla birlikte coşmuş, sonrasında da sadece birkaç hafta içinde solacak bu büyüleyici güzellikteki çiçekleri yaratmıştı. Biz lâleler karşısında büyülenmiştik, ama kim büyülenmemişti ki bu çiçeğin karşısında? Lâleler, hiçbir çiçekte olmadığı kadar insanları etkisi altına almış, neredeyse kendisinden de renkli bir öykünün baş kahramanı olmuştu. Peki insanları hastalık derecesinde kendisine tutkun eden lâlelerin merak uyandıran renkli öyküsü nasıl başlamış, nasıl gelişmiş ve nasıl sonlanmıştı? Aslında yurdu Orta Asya olan lâlelerin güzelliğini Romalılar ve Bizanslılar fark edememişti. Selçuklular ise bahçelerinde lâle yetiştirmişti. Ancak bu çiçeğin şaşkınlık veren serüveni Osmanlılarla başlamış, "tulipmania" diye adlandırılan lâle hastalığı 16. yüzyılda İstanbul'da yayılıp, oradan da Avrupa'ya kadar sıçramıştı. Tabii ki bunda Kanuni Sultan Süleyman'ın büyük payı vardı. Muhteşem Süleyman döneminde küçük ve kısa boylu, yaprakları çok da muntazam olmayan yabani lâle türlerinden seçme ve melezleşme yoluyla, çiçeği badem biçiminde, yaprakları hançer şeklinde, uçları tığ gibi ince ve sivri, İstanbul'a özgü lâle çeşitleri yetiştirilmiş, bilmeden de olsa lâle çılgınlığı böylece başlatılmıştı. İnce mi ince, uzun mu uzun lâleler öylesine nazlı görünüyorlardı ki, bir kere gören etkisinden kurtulamıyor, böylesi bir güzelliğe sahip olabilmek için akla gelmez çılgınlıklar yapılıyordu. Kimler yoktu ki, bu çılgınların arasında. Veziri, sadrazamı lâlelerle ilmî olarak ilgileniyor, nadide bir lâle soğanına servet ödendiğini bilenler ise, yeni bir çeşit bulmanın hayaliyle bahçelerinde gizli gizli deneyler yapıyordu. Ardı ardına yeni lâle çeşitleri çıkmış, bunlara da görüntülerinin güzelliğine yakışır, pırıltılı adlar takılmıştı. Kimileri lâleye "gönül yakan" adını vermeyi uygun görmüş, kimisi şans getireceğine inanarak "talih yıldızı" demiş, bazıları da hissettiklerine tercüman olması için, "sevinç ışığı" adını vermişti çiçeğine. Ancak lâleler sadece güzelliklerle anılmıyor, kimi zaman da polisiye olaylarla gündeme geliyordu. Örneğin lâle çılgınlığının en üst boyutlara ulaştığı Lale Devri'nde, İstanbul'a sefir olarak atanan bir yabancı beraberinde bir lâle soğanı getirmiş, çok beğenilince de Taç-ı Kayser adı verilerek Çırağan Sarayı'nın bahçesine ekilmiş.
  Alıntı ile Cevapla