Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15-02-2007, 15:41   #3
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Bu dönemde İstanbul baharla birlikte koskocaman bir lâle bahçesine dönüşüyor, bugünün aksine yol kenarlarında, pencerelerdeki saksılarda, kısacası gözün görebildiği her yerde renk renk, lâleler görünüyormuş. Saray bahçelerinden en küçük İstanbul evlerinin bahçelerine kadar herkes, soğan dikmek telaşına düşmüş. Nadir lale soğanlarına sahip olma tutkusu çok kısa sürede, 17.yüzyılda Avrupa'da ve daha öncesinde de Osmanlı'da yaşandığı gibi tam bir delilik halini almış. Bu dönemde sırf lâle tür ve çeşitleri ile uğraşması, yeni çeşitlerin elde edilmesini sağlaması ve mevcut olanların adlandırılması için, Encümen-i Daniş adında bir araştırma meclisi kurulmuş. Lâle-i Duhteri adını verdikleri İran'dan getirilmiş lâle çeşitlerinin bir tek soğanı, 1000 altın değerindeymiş. Çiçek tutkusu herkesi öyle etkisi altına almış ki, can korkusu ile verilen rüşvetlerde bile, paralar arasında lâle soğanları gönderilir olmuş. Bu dönemde İstanbul'da muhteşem lâle festivalleri düzenlenmiş. Dönemin en ünlü lâle bahçeleri Sadabâd ve Neştabâd ise de, Çırağan'daki bahçe de onlardan pek aşağı kalmıyormuş. Bugün bile bir hikâye gibi anlatılan Çırağan Lale Şenlikleri, her yıl Nisan ayının dolunayında yapılıyormuş. İşte uzun süre İstanbul'da oturan Fransız soylusu Baron de Tott, "Çerâğân" denilen ünlü lâle eğlencelerini şöyle anlatıyordu, "Bahçelerde göz alabildiğine yayılan, her renkte lâle tarlaları. İçlerine fenerler, lambalar, kristal fânuslar yerleştirilmiş. Topraktaki çiçek sayısı yeterli değilse, hem taze kesilmiş, hem yapma çiçekler, vazolar ve kâseler içinde her yere konmuş. Fenerlerin ve fânusların çevrelerine aynalar, prizmalar yerleştirilmiş. Işıkların renkleri, çiçeklerin bin bir tonuna yansıtılıp, ağaçların altı bir nur seli haline getiriliyor. Işık ve renk yetmiyor. Yer yer musiki fasılları yapılıyor, mehtaba saz sesleri yükseliyor. Çiçek tarhları arasına dükkân taklidi pavyonlar yerleştirilmiş, bunlar içinde dünya güzelleri, konuklara atlas, ipek, altın, gümüş, billur satışları yapıyor ve davetliler, birbirlerine bunları ve mücevherleri armağan ediyorlar." Çelik Gülersoy da "Lale ve İstanbul" kitabında bu döneme değiniyor ve Baron de Tott'un anlattığı eğlence çılgınlığının yanında madalyonun öbür yüzünü de çeviriyor. Gülersoy, Batı'nın dünya ticaretine açılıp, ilk kapital birikimlerine ve yatırımlarına başladığı sırada Osmanlı'nın yoksul emekçilerinden topladığı sandık sandık altınları her tarafa savurması ve ekonomik miras yediliğinin yanında, Lâle Devri'yle ilgili olarak şunları da eklemeden geçemiyor: "İstanbul'da o dönemlerde yaşamış ve göçüp gitmiş insanların, doğrusu en üstün ve ince bir zevk düzeyine erişmiş olduklarını da belirtmek gerek. Ta ki, kimsenin hakkı yenmemiş olsun! Bu zevk düzeyi, bu arınmışlık, her şeyde, o devirden kalma ne varsa hepsinde görülebilir." Bu renkli tarih içinde Hollanda'nın tuttuğu yer ise, son derece ilginçtir. Hollanda'da 1634 ile 1637 arasında yaşanan lâle çılgınlığı o gün bugündür hem sosyologları hem de ekonomistleri meşgul etmeye devam ediyor. Nasıl olur da bir tohum tanesi, Amsterdam'da lüks bir ev satın alabilecek paralarla el değiştirebilir? Ya da uzunluğuna göre bir "Admiral van Enkhuijsen" lâlesinin fiyatı nasıl olur da bir taş ustasının 15 yıllık gelirine eş olabilir?
  Alıntı ile Cevapla