Ulusal toplum yaşamının düzenleyicisi olan ve yalnız ondan esinlenmesi gereken tedvin edilmiş bir medeni kanundan Türkiye Cumhuriyeti’nin yoksun kalması ne yüzyılımızın uygarlığının gerekleriyle ne de Türk devriminin hedefliğini anlam ve kavramla bağdaştırabilir. Yüzyılımızın devletini ilkel siyasal kuruluşlardan ayıran niteliklerin birisi de, toplumun kaderine uygulanan kanunların akılcı bir zihniyetle hazırlanıp tedvin edilerek konulmasıdır. Göçebe dönemlerde hükümler tedvin edilmiş değildir. Hakim gelenek ve göreneklere dayanarak hüküm verir. Mecelle’nin anılan 300 maddesi bir yana bırakılmak koşulu ile Medeni Kanun içine giren sorunları çözmek için Türkiye Cumhuriyeti Hakimleri derme çatma eski hukuk kitaplarından ve din esaslarından çıkartılan bilgilerle yargı işini görmektedirler. Türk Hakimi hükümlerinde belli bir içtihat, bir söz ve bir esasla bağlı değillerdir. Bundan dolayı herhangi bir sorunu çözmek için Ülkemizin bir yerinde verilen bir hüküm ile birbirinden farklı ve çelişkili bulunmamaktadır. Sonuç olarak Türkiye halkı, adaletin yerleşmiş bir adalet esasına değil, rastlantı ve talihe bağlı, birbiriyle çelişkili ortaçağ fıkıh kurallarına bağlı bulunmamaktadır. Cumhuriyet, Türk adaletinin bu karışıklıktan, yokluktan ve pek ilkel durumdan kurtarılmasını devrimin ve yüzyılımız uygarlığının gereklerine uyan yeni bir Türk Medeni Kanununun hızla vücuda getirilmesini ve uygulamaya konulmasını zorunlu kılmıştır. Bu amaçla hazırlanan Türk Medeni Kanunu, medeni kanunlar içinde en yeni, en eksiksiz ve halkçı olan İsviçre Medeni Kanunundan alınmıştır. Bu görevi Adalet Bakanlığı tarafından verilen direktifler içinde Ülkemizin seçkin uzman hukukçularından oluşan özel bir komisyon yerine getirmiştir. |