Pontus meselesi ulusal ilkelerin, çok uluslu bir devlete uygulanmasından kaynaklanan sapıtmaların iyi bir örneğidir. Pontus'un uzun vadede, farklı etnik kökenlerden gelen, Büyük İskenderin imparatorluğu döneminden Komnenoslar İmparatorluğuna kadar gelen dönemde Hristiyanlaşan ve büyük ölçüde Helenleşen, daha sonra Osmanlıların yönetimi altında İslamiyeti benimseyen ve büyük ölçüde Türkleşen ve 19. yüzyılda ulusal ideolojinin etkisiyle dini bölünmeleri etnik bölünmelere dönüştüren halkların tarihidir. Böylece genellikle Laz diye adlandırılan Pontus ahalisi, Atina, İstanbul ve daha sonra Ankara'nın politikalarına boyun eğen Rumlar ve Türkler şeklinde ayrışacaklardır. Bizi ilgilendiren dönemin başından beri bu uayrışma kesin bir biçim almıştır. Daha 1912'de taraflardan her biri uzun vadede, Balkanlarda olup bitenlere benzer ancak diğerini dışalayan bir çözümü hayal edebilir duruma gelmişti. Gerisi bu yazıda aşamalarını ele almaya çalıştığımız bir uluslararası konjonktür ve strateji meselesinden ibarettir. Bu ayrışmayı izleyen savaşta Yunan tarafı kendi hayallerinin, yanılgılarının kurbanı oldu. Bunların başında geniş kitleler tarafından ne ölçüde benimsendikleri ayrıca tartışılması gereken bir dizi değere gönderme yapmanın ulusal bir dinamiği başlatmaya yettiği zehabı yatıyordu. Ne varki, ekonomik bakımdan önemli bir rol oynadıklarından kuşku edilmiyecek, kültürel bakımdan da oldukça etkili oldukları açık olan Pontuslu eşraf, harekete önderliğini kabul ettirmekte ve herkesin saydığı bir otorite ağı oluşturmakta yetersiz kaldı. İkinci hayal barbarlığın ta kendisi olarak tasavvur edilen şeyin karşısında kendisinin doğal olarak uygarlığın ta kendisi olan şeye ait olduğu inancıydı. Bu önce hasımlarını küçümsemeye, sonra da bu hatanın yol açtığı sonuçlara katlanmak zorunda kalınmasına yol açtı. Son yanılgıda Yunan uygarlığıyla hristiyan dininin taşıyıcısı olmanın Batılı güçlerin otomatik olarak onlara arka çıkacakları ve onları koşulsuz olarak destekliyecekleri gafletine düşmelerinden kaynaklanıyordu. Sınırsız bir iyimserlikle, ayakların ancak iş işten geçtikçen sonra suya ermesini bu yanılgı açıklayabilir. |