1. Buna karşılık Rönesans’ın ana eğilimi kendini her türlü bağlılıktan sıyırmak, kendini özgürce incelemektir. Rönesans insanı doğa ve yaşam üzerindeki gerçekleri arar ve bu gerçeklere yalnızca akıl ve deney yolu ile ulaşmaya çalışır. 2. Ortaçağ skolâstik felsefesi tamamen kiliseye bağlı ve bütün Hıristiyan âlemini bir şemsiye gibi saran ve bütün bu âlem içinde etkili olan bir felsefedir. Yalnızca Latince ile işlenir. Ana teması Hıristiyan inançlarının savunulup, temellendirilmesidir. Bu felsefede çeşitli ırklar ve uluslar yoktur, yalnızca Hıristiyan âlemi vardır.
Rönesans felsefesi ise karşımıza artık kendi ulusunun karakterleri ve özellikleri ile çıkar, yaptıklarını kendi ulusal dilinde verir.
Konuları çeşitlilik kazanmış ve ön yargılardan, doğmalardan sıyrılmıştır, doğruları kendi öz yargıları ve gözlemleri ile arar. 3. Ortaçağ düşünür ve filozoflarının tamamı din adamı, yani Hıristiyan kilisesinin hizmetkârlarıdır.
Rönesans düşünür ve filozofları ise yazarlar, araştırmacılar ve üniversite öğrencileridir 4. Ortaçağ insanının belirmiş bir kişiliği yoktur. Ondan beklenen ödev tanrının buyruklarına itaat etmektir. Bu dünyanın nimetlerine yüz çevirmek, kendini öteki dünya nimetlerine layık hale getirmektir. Rönesans insanı ise kişiliğini arayan, soran, araştıran, benliğinin bütün canlılığını ortaya koyan kişiliği ve özelliği olan bir bireydir, individüalisttir. 5. Rönesans Avrupa kültür tarihinde yaşanmış olan bir çağdır. Avrupa kültürüne özgü ve ona ait olan bir oluşumdur. Hatta bu kültüründe Latin-Germen yelpazesinin bir eseridir. Başlangıcı ve ilk filizleri İtalya’da oluşmuş, sonraları Fransa, Almanya, Hollanda ve İngiltere gibi diğer Avrupa ülkelerine yayılmıştır. Bizans ırk ve kültürünün temsilcileri olan İskandinav dünyası bu oluşuma pek katkıda bulunamamış, fakat benimsemiş ve ona uymuştur. |