Üyelik tarihi: Mar 2006  
					Mesajlar: 17.217
				   Tecrübe Puanı:  38       |         Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı  
Bir dakika araba yerinde durakladı.  
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,  
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...  
Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,  
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya  
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık  
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,  
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...  
Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,  
Önde uzun bir kışın söldürdüğü etekler,  
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler. 
Ellerim takılırken rüzgarların saçına  
Asıldı arabamız bir dağın yamacına,  
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,  
Bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar.  
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar  
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.  
Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu 
Serpilmeye başladı bir rüzgar ince ince,  
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince  
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi  
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi  
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine  
Yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.  
Ne civarda bir koy var, ne bir evin hayali  
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,  
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan  
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan  
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,  
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor. 
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine  
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine,  
Bir sarsıntı... uyandım uzun suren uykudan 
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan  
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,  
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu;  
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,  
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.  
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri  
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri  
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya  
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.  
Bir noktada birleşmis vatanın dört bucağı  
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı,  
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,  
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,  
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı  
Heryüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı,  
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler  
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler.. 
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,  
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;  
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,  
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler. 
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,  
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken  
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;  
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı  
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa  
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;  
*On yıldır ayrıyım Kınadağı'ndan  
Baba ocağından yar kucağından  
Bir çiçek dermeden sevgi bağından  
Huduttan hududa atılmışım ben*  
Altında da bir tarih. Sekiz mart otuz yedi..  
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.  
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş  
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş 
Araya gitti diye içlenme baharına,  
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına  
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk  
Soğuk bir mart sabahı...Buz tutuyor her soluk 
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri  
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri  
Bulutların ardında gün yanmadan sönuyor,  
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor. 
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,  
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar  
Biz bu sonsuz yollarda varıyoz, gitgide,  
İki dağ ortasında boğulan bir geçide  
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden  
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden  
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla  
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla  
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu  
Burada son fırtına son dalı kırıyordu  
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla  
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda  
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;  
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü. 
Gönlümde can verirken köye varmak emeli  
Arabacı haykırdı İste Araplıbeli  
Tanrı yardımcı olsun gayri yolda kalana  
Biz menzile vararak atları çektik hana.  
Bizden evvel buraya inen uç dört arkadaş  
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş  
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor  
Kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor  
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri  
Çicekliyor duvarı ocağın akisleri  
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor  
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor  
*Gönlümü çekse de yarin hayali  
Aşmaya kudretim yetmez cibali  
Yolcuyum bir kuru yaprak misali  
Rüzgarın önüne katılmışım ben 
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı  
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı  
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde  
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde  
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık  
Bir han yorgun argın tatlı bir uykudaydık  
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım.  
Başucumda gördüğüm su satırlarla yandım  
*Garibim namıma Kerem diyorlar  
Aslı'mı el almış haram diyorlar  
Hastayım derdime verem diyorlar  
Maraşlı Şeyhoğlu Şatılmış'ım ben  
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında  
Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında  
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı  
Bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı  
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna  
Post verenler yabanın hayduduna kurduna  
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu  
Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?  
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,  
Dedi  
Hana sağ indi ölü çıktı geçende  
Yaşaran gözlerimde her sey artık değişti  
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti 
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.  
Aradan yıllar geçti işte o günden beri  
Ne zaman yolda bir han raslasam irkilirim,  
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim  
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar  
Dönmeyen yolculara ağlayan yaşlı yollar  
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları  
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları.    
				__________________         
Besiktas JK            .        |