Ve son olarak üçüncü gereklilik: İşçi sınıfı altüst oluşa hazır olmalı ve bunu gerçekleştirme yeteneğinde olmalıdır. İşçi sınıfı yalnızca bunun için yeterince güçlü olmak zorunda değildir, aynı zamanda gücünün bilincinde olmalı ve bu gücünü kullanabilmelidir. Bugün onun öğelerini ayrıştırabiliriz ve ayrıştırmalıyız, bu öznel faktöre daha kesin bir biçimde eğilmeliyiz. Savaş sonrası yıllar boyunca, Avrupa’nın politik yaşamında gözledik ki, işçi sınıfı altüst oluşa hazırdır, öznel bir gayret anlamında hazırdır, azmi, ruhsal durumu, özverisi anlamında hazırdır, ancak hâlâ gerekli örgütsel liderlikten yoksundur. Sonuç olarak, sınıfın ruh hali ve örgütsel bilinçliliği her zaman çakışmıyor. Bizim devrimimiz, tarihsel faktörlerin istisnai bir bileşimi sayesinde, geri kalmış ülkemize, köylü kitleleri ile doğrudan bir ittifak içinde, iktidarın işçi sınıfının ellerine geçmesi fırsatını verdi. Partinin rolü hepimizin gözünde tümüyle açıktı ve bereket versin, bugün bu rol Batı Avrupa komünist partileri için de yeterince açıktır. Partinin rolünü dikkate almamak, devrimin katıksız nesnelliği ve otomatikman hazırlanışının muhtelif çeşitlerini koşul olarak getiren ve böylece devrimi belirsiz bir geleceğe havale eden sahte-Marksist nesnelciliğe düşmektir. Böylesi bir otomatizm bize yabancıdır. Bu, Menşevik, Sosyal demokrat bir dünya görüşüdür. İşçi sınıfının devrimci partisinin sunduğu bilinç faktörünün, öznel faktörün devasa rolünü kavramayı biliyoruz, bunu pratikte öğrendik ve diğerlerine öğretiyoruz.
Partimiz olmaksızın 1917 devrimi şüphesiz gerçekleşemezdi ve ülkemizin bütün kaderi tamamıyla farklı olurdu. Bir sömürge ülkesi olarak ot gibi yaşamak üzere bir kenara fırlatılır, dünyanın emperyalist güçleri tarafından yağmalanır ve bölüşülürdük. Bunun gerçekleşmeyişi, işçi sınıfımızın emsalsiz bir kılıçla, Komünist Partimizle silahlanmış oluşuyla tarihsel olarak garantilenmiştir. Savaş sonrası Avrupa’da bu gerçekleşmedi.
Üç gerekli öncülden ikisi hâlâ mevcuttur. Savaştan çok önceleri, sosyalizmin göreli üstünlükleri ve 1913’ten bu yana ve dahası savaştan sonra, sosyalizmin mutlak gerekliliği kanıtlanmıştı. Sosyalizmin başarısızlığı Avrupa’yı ekonomik olarak parçalamakta ve çürütmektedir. Bu bir olgudur. Avrupa’daki işçi sınıfı artık büyümeye devam edemez. Avrupa’nın kaderi, onun sınıf kaderi, ekonominin gelişimine paralel gitmekte ve bu gelişmeye denk düşmektedir. Avrupa ekonomisi, kaçınılmaz dalgalanmalarla, durgunluğa ve hatta parçalanmaya uğradığı ölçüde, toplumsal olarak gelişmesi sekteye uğrayan bir sınıf olarak işçi sınıfının sayısal artışı o ölçüde son bulur ve işsizlikten, yedek emek ordusunun korkunç kabarışından o ölçüde zarar görür. Savaş, işçi sınıfını devrimci anlamda tepeden tırnağa canlandırdı. İşçi sınıfı, toplumsal ağırlığından ötürü, savaştan önce devrimi gerçekleştirme yeteneğinde miydi? Neden yoksundu? Kendi gücünün bilincinden yoksundu. Gücü, Avrupa’da neredeyse alttan alta, sanayinin büyümesi ile birlikte otomatik olarak artmıştı. Savaş işçi sınıfını sarstı. Bu korkunç ve kanlı kargaşa nedeniyle, Avrupa’nın tüm işçi sınıfını, savaşın bitmesinin hemen ardından devrimci bir ruh hali sarıp sarmaladı. Sonuç olarak, öznel faktörlerden biri, bu dünyayı değiştirme isteği, halihazırda mevcuttu. Olmayan şey neydi? Parti; işçi sınıfının zafere ulaşmasında ona önderlik edebilme yeteneğindeki bir parti. |