Ve devamında yoldaşlar, Mart ayından sonra, 1921’in başından sonra ve 1922 boyunca yüzeysel de olsa, Avrupa’daki burjuva hükümetlerin güçlenmesi sürecini, aşırı sağ kanadın güçlenmesini gözlemledik. Fransa’da Poincaré önderliğindeki Ulusal Blok halen iktidardadır. Fakat Poincaré Fransa’da, yani Ulusal Blok içinde, bir “solcu” olarak düşünülüyor ve kararan ufukta Tardieu’nun daha gerici, daha emperyalist yeni bir kabinesi görülüyor. İngiltere’de Lloyd George’un, pasifist vaazlar ve atasözleri stokuyla, bu emperyalistin hükümeti, yerini Bonar Law’untamamıyla muhafazakâr, açıkça emperyalist kabinesine bırakmıştır. Almanya’da koalisyon hükümeti, yani Sosyal Demokratların karıştığı hükümet, yerini, Kuno’nun bariz burjuva hükümetine bırakmıştı ve son olarak İtalya’da iktidarın Mussolini tarafından alınışını görüyoruz, karşı-devrimci yumruğun çıplak yönetimi. Ekonomik alanda, kapitalizm proletaryaya saldırı halindedir. Avrupa’nın tüm ülkelerinde işçiler, daha dün sahip oldukları ücret düzeylerini ve savaşın son döneminde ya da ondan sonra yasal olarak bu hakkı kazandıkları ülkelerde 8 saatlik işgününü savunmak zorunda kalıyorlar ve her zaman başarıya ulaşmıyorlar. Genel durum budur. Açıkçası, devrimci gelişim, yani 1917 ile başlayan proletaryanın iktidar mücadelesi, tekdüze ve sürekli yükselen bir eğri izlemiyor.
Bu eğride bir kopuş oldu. Yoldaşlar, işçi sınıfının bugün içinden geçmekte olduğu durumu daha açıkça tasvir etmek için bir analojinin yardımına başvurmak yersiz olmayabilir. Analoji –tarihsel karşılaştırma ve yan yana koyma– tehlikeli bir araçtır, çünkü insanlar sık sık bir analojiden verebileceğinden fazlasını çıkarmaya çalışırlar. Ancak belli sınırlar içinde örnekleme amacıyla kullanıldığında, analoji yararlıdır. Devrimimize 1905’te, Rus-Japon Savaşından sonra başladık. Daha o zamanlar olayların mantığı gereğince iktidara doğru sürükleniyorduk. 1905 ve 1906, tıkanıklık ve iki Duma getirdi; 1907, Haziranın 3’ünü ve hükümet darbesini –neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmayan, gericiliğin ilk zaferlerini– getirdi ve devrim geriye yuvarlandı. 1908 ve 1909 zaten gericiliğin kara yıllarıydı ve sonra 1910-1911 ile yalnızca tedricen başlayan bir yükseliş vardı ki, hemen ardından bu da savaşla keşişti. 1917 Martında burjuva demokrasisinin zaferi geldi; Ekimde işçi ve köylülerin zaferi. Bu şekilde –12 yıllık bir zaman aralığıyla ayrılmış– iki kilit noktamız var: 1905 ve 1917. Bu on iki yıl devrimci anlamda kopuk bir eğri sunar; önce gerileyen sonra yükselen.
Uluslararası bağlamda, ilkin ve her şeyden önce Avrupa’ya ilişkin olarak şimdi benzer bir şeyle karşı karşıyayız. 1917 ve 1918’de zafer olasıydı fakat biz onu elde edemedik; temel koşul mevcut değildi, güçlü bir Komünist Parti. Proletarya, kendi Komünist Partisini tuğla tuğla inşa etmeye başlarken burjuvazi, politik ve askeri-polis mevzilerinin büyük bir kısmını yeniden oluşturmayı başardı, ancak ekonomik mevzilerini değil. Başlangıç aşamasında bu Komünist Parti, Almanya’da Mart 1921’de olduğu gibi cüretkâr bir ileri atılımla, kaybolan fırsatları telâfi etmeye girişti ve parmaklarını yaktı. Enternasyonal buradan bir uyarı çıkardı: “İşçileri açık bir devrimci saldırıya çağırmaya kalkışmadan önce işçi sınıfının çoğunluğunun güvenini kazanmak zorundasınız.” Bu, Üçüncü Kongrenin dersi idi. Bir buçuk yıl sonra Dördüncü Dünya Kongresi toplandı. |