Tekil Mesaj gösterimi
Alt 01-03-2007, 12:15   #5
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

1930’larda, Nazi Almanya’sında kadınlar zorla işlerinden edildi ve yerlerine erkekler işe alındı. Almanya ve Avusturya’da kadınlar 1929 krizinin yol açtığı kitlesel işsizliğin en ağır yüklerine katlanmak zorunda kaldılar. Kadınlar sigortasız çalıştırılıyor, bu yüzden de işsizlik yardımı hakkını kaybediyorlardı. Sendikalar ve sosyal demokrat partiler gibi işçi sınıfının geleneksel örgütleri bile, kadınları ve onların çalışma hakkını koruyamadılar. Avusturya Komünist Partisi, 1930’ların Stalin Rusya’sında olduğu gibi anneliği kutsayarak, kadınları “ev ve iş gibi iki ağır yükten” kurtarma işine yoğunlaştı. Devlet dairelerinde çalışan kadınlardan, önce işlerini bırakmaları istendi. Almanya’da iktidarı Nazilerin ele geçirmesinin ardından, kadınların işgücünün dışına itilmesi, işsizliği alt seviyelerde tutmak için kullanıldı. Bu yönteme Avusturya’daki darbeden sonra tekrar başvuruldu. Annelik, Nazi programının kadınlara ilişkin bölümünün temel taşıydı; sözde üstün ırkın korunması. Evlendikten beş yıl sonra çocuk sahibi olmayan çiftler para cezasına çarptırıldı, dört ve daha fazla çocuk sahibi olanlarsa ödüllendirildi. Öte yandan çingeneler ve diğer azınlıklar zorla kısırlaştırıldılar. Aile saadeti programına bağlı bu Nazi propagandasının doğrudan Alman kapitalizminin hizmetinde olduğu görülebilir. Kadınlar 1930’lardaki ekonomik çöküş sırasında işsiz bırakılmışlardı. Ekonomi silahlanma temelinde büyümeye başladığında, ve özellikle 1939’da savaş patlak verdiğinde, Nazi rejimi dahi kadınları işgücünden dışlama politikasını terk etmek zorunda kaldı. Savaş patlak verdikten sonra kadınların yüzde 38’i çalışıyordu. Çalışma şartları sıkı kontrol altındaydı ve erkeklerden daha az ücret alıyorlardı, özellikle kadınlara uygun olduğu düşünülen işlerde istihdam ediliyorlardı.
Britanya’da yeni iş olanakları ortaya çıkmaya başlıyordu. Diğer önemli sanayiler gibi tekstil de 1918’den sonra zayıfladı ve Britanya’da tekrar asla büyük bir sanayi olmadı. Tersine, işler hafif metal sektöründe ve büyümekte olan hizmet sektöründeydi, bu durum hem kamu hem de özel sektör için geçerliydi. Genç kadınlar da ya mağaza işlerine yöneliyor veya masa başında çalışıyorlardı ve işin “yüksek statüsü” onları cezbediyordu. Fakat düşük ücretler ve uzun çalışma saatleri, çok geçmeden bu illüzyonu ortadan kaldırıyordu. Mağazaların çoğunda, personel hâlâ “çalıştığı yerde yiyip yatmak” zorundaydı ve deneme süresi boyunca paraları aileleri tarafından karşılanıyordu. Bu tür işyerlerinde sendikal gelenek yoktu ve çalışma saatleriyle ilgili yasalar çoğunlukla hiçe sayılıyordu.
İstihdam eğilimi sanayiden hizmet sektörüne kayıyordu; 1891-1906 yılları arasında masa başında çalışanların sayısı yüzde 20 arttı. 1850’de çalışanların %1’i büro işçisiyken, 1971’de bu sayı %40’a yükselmişti. Büro işi artık ayrıcalıklı azınlığın korunağı değildi, bürolar fabrika haline gelmişti. İşe yeni alınanların çoğu kadındı. 1930’larda masa başında çalışanlar, verem gibi hastalıklara yol açan kötü havalandırmalı bürolarda genellikle haftada 60 saate kadar çalışmaktaydılar. Çalışma Bakanlığının 1963 yılında yayınladığı rakamlara göre, kadınların %9.8’i vasıflı işlerde, %41.8’i vasıfsız işlerde, %25.3’ü ise masa başı işlerde çalışıyordu. 1965’te kadınlar işgücünün %34.8’ini oluşturmaktaydı. Günümüzde (2001) bu rakam %50’nin üzerine çıkmıştır. 1965’te evli üç kadından biri çalışırken, 50 yıl önce bu oran onda birdi. Bu eğilimler günümüze kadar sürmüştür ve kadının toplumdaki rolüne ilişkin kesin bir değişikliğe işaret etmektedir. 1950’lere kadar pek çok meslek için evlilik bir engeldi, kadınlar evlenince işi bırakmak zorunda kalıyorlardı. Bu, öğretmenlere, postane çalışanlarına ve memurlara uygulanıyordu. Savaş sonrası boom yıllarında –1950’li ve 60’lı yıllarda– bu engellerin kaldırıldığı ve kadınların işgücünün sürekli bir parçası haline geldiği görüldü. Şimdi bu duruma geri dönülmesi düşünülemez gibi görünüyor, fakat büyük bir resesyon döneminde kadınlar tekrar işgücünden çıkarılabilir. Marksistler olarak biliyoruz ki, varlık bilinci belirler!
  Alıntı ile Cevapla