Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02-03-2007, 12:19   #6
özgür_1903
Kıdemli Kartal
 
özgür_1903 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

FICHTE’ NİN ESERLERİ VE GÖRÜŞLERİ

Bilinç Olguları (1817) adlı eserinde, ruhun varoluşunu inkâr ettiğini ve bu reddedişin sis­teminde esaslı bir kriter olduğunu, ruh varsayımıyla kendi sisteminde ilerlemek şöyle dur­sun, bu sistem içerisinde durmanın bile imkânı olmadığını anlatmıştır.

Fichte, numen'in, kendinden şey'in (chose en soi) ruhla uzlaşamayacağını, bilginin biçimi ka-dar da maddesini veren 'ben'in bütün olayların da ilkesi olduğunu kabul etmişti. Ona göre, bü­tün felsefî tümdengelimlerin dayanak noktası olan mutlak 'ben' bireyseldir. Bunu bilincin ilham ettiği görgül 'benle karıştırmamalıdır. Mutlak 'ben', hareket etmenin dolaysız bilinci­dir ki, bunu zihnin bir sezgisiyle tanırız. Ruh, edimdir, enerjidir ve bu edim, gerçekliğin ken­disidir. 'Ben'de, "bilincin öznesiyle gerçekliğin ilkesi karışmışlardır". Ruh, bütün bildiklerini yapar, bütün bilgide kendisini bilir; bütün bil­gilerde kendisinden bir şeyler bilir. Bu neden­le var olan yalnız 'ben'dir; hakikî gerçekliğin bilimi de ruhun bilimidir ve duyular, âlem, biçi­min (şekil) ve kategorilerin bir yanılsamasından (illusion) başka bir şey değildir. Fichte için özü faaliyetten ibaret olan mutlak bir 'ben', evren­sel bir ruh vardır ki, özgür ve hareket eden varlıklar çokluğu şeklinde bölünür; o, bu su­retle hem gelişir, hem de hareket eder. İşte tinsel gerçeklikten başka bir gerçeklik kabul etmeyen Fichte'nin anladığı ruh, 'ben'le ifade ettiği ruhtur.

Fichte'ye göre, insanda mutlak bir irade var­dır ve irade, varoluşumuzda, dışarıda ki olgular gibi bağıntılı olmayan bir şeyde var olan, müş­terek ve yayılıcı bir kuvvettir. Her şey irade­nin türlü belirtilerinden ibarettir. Tinselci me­tafiziğin anladığı örnekte olmamak şartıyla, ruh, ben, daima olacak olan ve olması gereken bir ülküdür. İşte felsefenin ödevi, bu olması ge­rekeni araştırmaktır ki, bu 'ödev, 'özgürlük' ve 'irade'den ibarettir. Bunun üçü de gerçekte bir­birinin aynıdır. Ödev, Kant'a rağmen var olan bir şey değil, var olması gereken bir amaçtır. Bugün yapmak zorunda olduğum şey ise, edim'i ilgileyen ödev'dir. Şu halde ödev, mutlak de­ğildir, irade mutlaktır. Zira, bize lâzım olan şeyi kendimiz yapar, kendimiz emreder ve ken­dimiz ararız. Asıl istenen irade de budur. Ödev, gücü yaratır. Yani, olması gereken, olanı vü­cuda getirir. "Ahlaksal ödev fikriyle, özgürlük fikri ve gerçek 'ben' aynı şeydir. Bizim mutlak 'ben'imiz, şimdi herhangi bir kişilikte kuşatıl­mış gördüğümüz şu ya da bu bireylik değil, fa­kat kendi evrensellik ve sonsuzluğu içinde ol­ması gereken ve olacak olan şeydir. İşte âlemin başlangıcı kadar da amacı budur.

Fichte, bilim doktrininin ilkelerini 'doğal hukuk'a ve 'ahlâk'a uygular. Hukuk ve ahlâk, te­melini bireylikte (individualite) bir eylem kü­resi teşkil eden özgürlük düşüncesine dayanır. Mutlak 'ben', birey değildir: Birey, 'ben'den çıkar; 'ben', bireyden değil. Pratik bakımdan felsefe, ister istemez bir aynı kanuna bağlı olan bir ahlaksal kamulluk (communaute) ile faali­yetimizin konusu olan bir dış âlemi kabul et­mek suretiyle gerçekçi (realiste) bir hal alır.

Akıllı varlık, bir birey olarak ve diğer akıllı varlıklarla birlikte konmadıkça ileri sürülemez. Mutlak 'ben'in özgürlüğü akılla nitelenmiş olan bütün arasında paylaşılmıştır. İnsan, kendi benzerleriyle olan ilişkilerinde, kendi özgürlüğünü sınırlayan diğerlerinin özgürlüğüne saygı hisse­der. Doğal hak, bu duyguya dayanır. Devletin amacı, bu hakkı korumak ve gerçeklendirmek­tir.

Fichte'nin 'siyasal' görüşü, az çok Rousseau' nunkine benzer. En akla uygun olan hükümet şeklinin 'cumhuriyet' şekli olduğunu kabul eder. Onu, ulusların kamul ruhunun bir eseri sayar ve 'cumhuriyet'in ancak kanuna, kanun oldu­ğu için saygı duyan bir ulusla kurulabileceğine inanır. Fichte'ye göre her kurum (constitution), genel ilerlemeyi, her bireyin fakültelerini ge­liştirmeyi sağlamaya çalıştığı takdirde meşru­dur. Onun polisi, ceza vermekten çok, cinayet­lerin önüne geçme amacını güder ve baskı hu­kukunda (droit de repression) Fichte, tövbe ettirme sistemine yaklaşır ve ölüm cezasını kal­dırır.

Doğal Hukuk ve Ahlâk adlı eserinde Fichte, sosyalizme giden düşünceleriyle, Almanya'da kendisini ilk sosyalist yazar olarak tanıtır. Ka­palı Ticarî Devlet (1800) adlı eserinde de ev­rensel ticaretin devlete verilmesini, her mille­tin ekonomik gelişmesi için yararlı bulur.

Fichte'nin 'ahlâk'ı, System der Sittenlehre (lena, 1798) adlı eserinde daha çok Kant'm dü­şüncelerine dayanırsa da o, görüşlerini başka terimlerle ifade etmiş, başka ilkelere dayamış ve yeni geliştirmelerle zenginleştirmiştir. Ona göre, ahlâklılığın ilkesi, zihnin kişilik kavramı­na göre özgürlük alıştırmasını (exercise) mut­lak surette belirlemesidir. Ahlaksal insanın bü­tün eylemlerinin ereği, duyular âleminde, yal­nız aklın idaresini ve zihinli varlıklar tarafın­dan teşkil edilmiş olan sitede akıl ve ahlâklılı­ğın egemenliğini sağlamaktır. Ahlâk kanunu nesnel âlemin gerçekliğine delâlet eder. Bu ka­nun, hem eylemin konusunu, hem de ödevi teşkil eden mutlak emri belirletir. Biz bu ka­nun sayesinde kavranılabilir (intelligible) âlem­de mevcuduz ve yalnız eylem sayesindedir ki, olaysal (phenomenale) âlemde de varız. Onun en son ve yüce amacı, 'mutlak özgürlük'tür. Bu ilkeden bir tek filiz olarak kendimize ve baş­kalarına karşı olan ödevlerimiz fışkırır. Aklın egemenliği yalnız bireylerde gerçeklenebilir. Fakat bütün bireyler aynı amaca uzanırlar ve bunlar, kendilerini ancak birbirleri aracılığıyla kurtarabilirler. 'Ben'de bir birey gibi olan ah­lâk kanununun konusu, genel olarak özgürlü­ğü muzaffer kılmak ve âlemin selâmetini sağ­lamaktır. Sosyal yetkinlik ülküsü, bütün irade­lerin tam olarak bir uzlaşmasıdır. Bu evrensel ahenk halinde, her birey, akıl kanununa uymak suretiyle kamunun selâmeti için çalışacak ve herkesin faaliyeti birbirinin çıkarına hizmet edecektir. Saf 'ben'in özgürlüğü, akılla nitelenmiş olan bütün varlıkların, "asıl gerçek evliya­lar cemaatinin özgürlüğüdür".

Tanrısal bakımdan nesnel olarak dikkate alı­nan hep'in bilinci, bir tek ve aynı bilinçtir. Tanrı'nın ve felsefenin de görüşü olan bu ba­kımda, her akıllı varlığın kendi özel ereği var­dır; her biri aynı zamanda evrensel aklın erek­lerini gerçeklendirmek için birer aracıdır. Bu nedenle her birimizin bireyliği, herkesin varlığıyla meydana çıkar. Her birimizin ayrı ayrı ken­dimizin belirlenmesiyle ahlâk kanununun, saf 'ben'in, yani Tanrısal 'ben'in saf bir ifadesi ha­line geliriz. Kant, insan kendiliğinden bir erek­tir, der. Fichte ise, "Fakat insan, diğer insanlar için insanlıktan biridir ve bireyin onur ve hay­siyetini yapan da budur. Zira erdem, zihinli varlıklar toplumunun çıkarında kendininkini unutmaktır" diye düşünür. Ona göre, her bi­rey, kendi kuvvet ve mevki ölçüsüne göre ev­rensel ahlâklaştırma ve aklın zaferi işine çalış­malıdır. Alemin selâmeti ancak bununla olabi­lir. İnsanda özgürlük meyli, doğaldır; ve ah­lâk kanunu: "Her özel eylem ben'i, dolu ve tam olan tinsel özgürlüğe götüren bir dizi (se­ne) içinde görmeye mecburdur" dan ibarettir. Ancak bu suretledir ki, sonsuz 'ben', görgül âlemde gerçeklenmiş olur ve konulmuş olan engeller aşılabilir. Erek, sonsuz olsa da, ona sürekli olarak yaklaşılabilinir. Zira, her ulaşı­lan sınır, yeni bir hareket noktası olur. İnsan­daki ilkel meylin iki şekli vardır: Doğal meyil, özgürlük meyli. Eğer bunlar, birbiriyle ahenk­li olurlarsa, kendimize karşı bir saygı, bir haz duygusuna sahip olabiliriz. Bu duygu, duyum­sal (sensible) hoşlanmadan .farklıdır. Eğer bu iki meyil arasında ahenk olmazsa, kendimizden nefret etme duygusuna sahip oluruz. Bu duy­guya sahip olma fakültesine biz, 'vicdan' adını veriyoruz; ve artık ahlâk, vicdandan türeyen bir edimdir. İlk emir: "Ödevinin kanaatine (conviction) göre hareket edeceksin" der. Bu kanaat ise, hareketimi, yalnız şimdiki görüşüm­le değil, tasarlayabileceğim her görüşle karşı­laştırarak bu hareketin bütün bir ebediyet için­de kendimin olup olmadığını araştırdığım za­man kazanabilirim.

Fichte'ye göre, "ahlaksal kötülük, tembellik­ten gelir". Düşünmekten ve içinde bulunduğu durumun üstüne yükselmekten üşenmek, yapıl­ması gerekenden tiksinmek demektir; geri kal­maya meyletmek demektir. Tembellik, insanı alçaklığa ve sahtekârlığa götürür, tembellikte kölelik, zahmete tercih edilir. Açıkça savunula­cak olanı gizlemek için, birtakım görünüşlere hizmet edilmiş olur. Fakat özgürlük meyli, bu meylin bulunmadığı yerde nasıl uyandırılabilir? İnsan, kendi özel kuvvetini eritebilir mi? Fichte, bunun karşılığını, Şimdiki Halin Büyük Çizgileri ve Ahlâk adlı eserlerinde vermiştir. Bazı bi­reylerde ilk tinsel içgüdü o denli yüksek ola­bilir ki, ne kendileri ne de başkaları için açık­lanmayacak bir biçimde onları duyumların ve­rileri (donnees) üstüne yükseltir; bunlar, bir çeşit "erdem cini"ne sahiptirler. Bunlar, başka­ları üstünde örnekler ve uyaranlar gibi etki yaparlar. Fichte'ye göre, insanın diğer insanlar­la yaşamasının büyük önemi vardır; zira insan, ancak diğer insanlar içinde insandır. Bütün bi­reylerin amacı, 'ben' düşüncesinin gerçekleş­mesinden ibarettir. Fakat insanın kişiliği, ah­lâk bakımından söylemek gerekirse, kendisi için en son şey değildir. Fakat en yüce ereği izleyebileceğimiz tek aracı, kişiliğimizdir.

Fichte, 'pozitif dinlerin doğuşu'nu, "erdem cini"ne sahip olan örnek bireylerle açıklar. Çok derin bir ruh kuvvetiyle nitelenmiş olan birey­ler, bunların etkisinde kalanlar için bir harika gibi görünürler. Fichte, ahlâk vesilesiyle kilise ve devlet hakkındaki görüşlerini de açıklar. Ona göre kilise, ahlâk kanaatini kuvvetlendirmek ve uyarmak amacıyla bir araya gelmiş olan bireyler toplantısıdır. Bunun müşterek temeli, semboller ve alegorik şekillerden ibarettir ki, bunların altında en bilgisizler kadar da aydın­ları hareket ettirebilecek yüksek düşünceler vardır. Bu semboller sayesinde hem genel, hem de karşılıklı etkiler yapılabilmektedir. Zira, sembollerin yorumlanmasında bilimsel gerçek­ler, olduğu gibi belirlenmiş sabit bir şekil yok­tur. Bunları herkes kendi anlayışına göre yorumlar; bu nedenle onlar, herkese hitap edebi­lirler ve onların değerleri de bundan gelir. Sem­bollerin ölçülü âlemin yüksek ve düzenli bir düşüncesini, âlemin ahlâk düzeninde olan bir düşüncesini açık ve canlı bir hale getirir. Bu nedenle semboller, geçegendirler (provisoire). Bunlar gibi devlet şekilleri de geçegendirler. Devlet, insanın yalnız dışıyla uğraşır. Ahlâkla hukuku bu bakımdan ayırmak lâzımdır. 'Hu­kuk', diğerleriyle yaşamak isteyen herkesin ken­di özgürlüklerini başkalarının özgürlüğü için sınırlamalıdır ilkesine dayanır. Devlet, bireyi, başkalarının özgürlüğünü tanımaya mecbur eder.

Özetini verdiğimiz bu görüşler, Fichte'nin ilk verdiği dersler ve yazdığı eserlere göredir; fa­kat sonraları aynı ruh ve esastan ayrılmamak şartıyla doktrininde bazı değişikliklere baş vur­muş, kamul duyuyla (sens commun) herkesin dinsel duygularıyla, pratik zorunluluklarla ve hatta bazen kendi felsefesinin yanı başında ge­lişmeye başlayan yeni sistemlerle uzlaşmaya ça­lışmıştır.
__________________
iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım....
HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...!
özgür_1903 Ofline   Alıntı ile Cevapla