Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 38   | Hz. Ömer (r.a.)'ın Askerî Siyaseti
Hz. Ömer (r.a.)’ın devlet başkanlığı ve bu devlet baskanlığı sırasında gerek Müslüman, gerekse gayri müslim olan reayasına uyguladığı adalet, tarihin örnek sahifelerinden birini teşkil etmiştir.
Bütün insanların baş düşmanı olan şeytan, sadece taviz vermeyen Müslümana yaklaşamaz ve ondan çekinir. Şeytanın, bu tavizsiz Müslümanlardan Hz. Ömer'e karşı olan tutumunu, Resulullah (s.a.s.). şöyle anlatıyor:
"Gökte Ömer'e saygı duymayan bir melek ve yerde ondan korkmayan bir şeytan yoktur" (1).
Hz. Ebu Bekir (r.a.), ölmeden önce, onu yerine Halife, yâni Devlet Başkanı olarak seçti.
Hz. Ömer (r.a.), İslâm'ın Devlet Başkanı olunca, devletinin, gerek iç, gerekse dış siyasetinde, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ve Hz. Ebu Bekir (r.a.)’ın izini takibetti. Askerî cihadı, yani îslâm'in şavasla olan tebliğini de, onların bıraktığı yerden devam ettirdi.
Bilindiği gibi, Hz. Peygamber (s.a.s.), daha islâmî tebliğin Mekke dönemindeyken, Müslümanlara şu hedefi gösteriyordu:
"Lâ ilâhe illallah deyin, iran ve Bizans'ın sarayları sizin olacak!" (2).
Yani, Allah dışındaki güçlere, iktidarlara karşı çıkarak islâm'ı kabul edin, insanlığı sömürmekte olan iran ve Bizans devletleri yıkılacaktır!...
Hz. Peygamber (s.a.s.)., İslâmı tebliğin Medine döneminde, bu iki süper devletten Bizans'ın sınırlarını zorlamış, Tebuk seferiyle (3), islâm Devletinin sınırlarını bugünkü Ürdün topraklarına kadar vardırarak, islâm kanunlarının oralarda da hükümfermâ olmasını sağlamıştır.
Hz. Peygamber (s.a.s.)’ın vefâtından sonra, onun cihâdını Hz. Ebu Bekir (r.a.) sürdürdü ve ırak'ın güneyine kadar olan Bizans topraklarının tamamı fethedildi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) vefat ettiğinde, Halid b. Velid komutasındakı orduları, Fihl ve Sam kalelerini zorluyor, insanları islâm'a davet ediyorlardı.
Ordunun sultalaşmaması için Hz. Ömer (r.a.), islâm Devlet Başkanı olur olmaz, bazı mülahazalarla, islâm orduları Başkomutanı olan Halid b. Velid'i değiştirerek, yerine Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı tayin etti.
Hz. Ömer'in, Halid b. Velid'i görevden alması, bazı dedikodulara sebep olduysa da, Devlet Başkanı Hz. Ömer, bu kararından vazgeçmedi ve bu kararında gayet haklıydı.
Hz. Ömer (r.a.), Halid b. Velid'in üstüste kazandığı zaferlerden dolayı, esas görevi devlete hizmet olan ordunun, şımararak sultalaşmasını istemiyordu. Zira böyle bir durumda, islâm'm tatbikatı için varolan devletin, ordunun emrine girme ihtimali belirebilirdi ki bu, islâm Devletinin bekası noktai nazarından fevkalade tehlikeli bir husustu. Başka bir deyişle Hz. Ömer (r.a.), islâm kanunlarının harfiyyen ve de tavizsiz uygulanması için mevcut olan devlet otoritesinin kaybolarak, yerine Ordu Başkomutanının, hattâ Devlet Başkanının şahsî despotizminin yeralmasını istemiyordu. Yoksa, onun Halid b. Velid'i görevden alması, şahsî bir meseleden, ya da Halid'in herhangi bir yolsuzluğundan kaynaklanmıyordu. Nitekim, komutanlıktan azlinin sebebini öğrenmek için başkent Medine'ye giden Halid'e, Hz. Ömer (r.a.), "Yâ Halid, sen benim yanımda çok değerlisin ve seni çok severim'‘ dedikten sonra, Devletin bütün valilerine şu tamimi gönderdi:
"Ben, Halid'i bir öfkesinden, ya da ihanetinden dolayı azletmedim. Fakat insanlar onu o kadar büyüttüler ki, Allah'ı bırakıp ona tevekkül edeceklerinden korktum. Ben onlara, bütün bu başarıların Allah'tan geldiğini bilmelerini istediğim için böyle hareket ettim" (4).
Devlet başkanı Hz. Ömer'in bu hassasiyetini gören Halid b. Velid, Medine'de kalabilme imkânının olmasına rağmen, ordusuna dönerek, Ebu Ubeyde b. Cerrah'ın maiyetinde cihada devam etti.
"Dünya seni de helâk etmesin"
Hz. Ömer (r.a.), ordu komutanlarının azlinde gösterdiği titizliği, onların tayininde de gösteriyordu. Nitekim Halid'in yerine tayin ettiği yeni komutan Ebu Ubeyde b. Cerrah'a da söyle yazıyordu:
"Ben sana, tek kalıcı şey olan Allah'ın takvasını tavsiye ediyorum ki, ondan başka hiçbir şeyin değeri yoktur. O Allah ki, bizi dalâletten hidâyete, karanlıklardan aydınlığa çıkardı. Seni Halid b. Velid'in ordusuna komutan tayin ettim. Onların hakkı ne ise, ona göre davran! "Ganimet alacagım" düşüncesiyle, Müslümanlan helâke götürme! Araziyi iyice kesfetmeden onlan oraya sevketme! Muhafızsız birlikler gönderme! Müslümanları felâketlere götürmemen için seni uyarıyorum. Allah seni benimle, beni de seninle imtihan edecek. Gözünü ve kalbini dünyadan çevir, dünyaya dalma! Dikkat et ki bu dünya, senden evvelkileri oldugu gibi, seni de helâk etmesin..." (5).
Hz. Ömer (r.a.)’n, normal vatandaşa olduğu kadar, komutan ve askerlerine karşı da bu kadar hassas olmasının tek sebebi, onların hak hukukları hakkında Allah'a vereceği hesabın kendisine yüklemiş olduğu ağır mesuliyetti. Nitekim o, sürekli olarak kendi kendisini muhasebe etmekle meşguldü. Günümüz sosyolog, psikolog ve felsefecilerinin efkârı umumiyyeye empoze etmeye çalışıp, bir türlü ne kendi nefîslerinde, ne de toplumun hiçbir kesiminde uygulayamadıkları meşhur otokritik müessesesi, Müslümanlar tarafından bu şekilde gerçeklestirilmiştir. Bunun başka yolu da yoktur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.). şöyle buyuruyor:
"Hikmetin başı, Allah korkusudur" Baska deyisle, insanlığın ölçüsü, Allah'a ve O'nun kanunlarına olan bağlılıktadır.
Hz. Ömer (r.a.), özel olarak görevlendirdiği postacılar vasıtasıyla, günü gününe ordusundan haber alıyor, âdeta onların yanında savaşıyormuş gibi, ordusunu sevk ve idare ediyordu. Nitekim komutanlarına göndermiş olduğu emirlerde, hergün durumlanın bildirir mektuplar yazmalarını, bu mektuplan postayla Medine'ye göndererek, Devlet merkezini olup bitenden haberdar etmelerini istemiştir (6).
"Hz. Peygamber'in dayısı olman seni yanıltmasın!'
İslâm orduları, Suriye fethinde Bizans ordularıyla çarpışmaya devam ederken; Hz. Ömer (r.a.), iran cephesindeki cihadı da hızlandırdı.
Hz. Ömer (r.a.), iran'ın fethi için, islâm uğruna ilk defa kan döken (7) ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’n cennetle müjdelediği on kişiden biri olan Sa'd b. Ebi Vakkas’ı görevlendirdi.
cephesi Başkomutanlığına tayin edilen Sa'd b. Ebi Vakkas’a da, Devlet Başkanı Hz. Ömer şöyle tavsiye ediyordu:
‘‘Ey Sa’d, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in dayısı ve onun sahabısı olman seni yanıltıp Allah'tan uzaklaştırmasın! Allah, kötülüğü kötülükle değil, iyilikle yok eder. Allah ve insanlar arasında, O’na itaatte başka hiç kimse yoktur. Allah katında bütün insanlar eşittir. Allah onların Rabbi, onlar da O'nun kullarıdırlar. Onlara verilen hayat için, O'nu zikrederek, O'nun kanunlarına tabi olarak, O'na hamdederler. Resulullah (s.a.s.)’den gördüğün gibi hareket et!.." (8 ).
Hz. Ömer (r.a.), bu tavsiyesiyle, gayelerinin insanlara kötülük yapıp onları öldürmek olmadığını, bilakis, Allah davasını insanlara tebliğ ederek, onları Allah'ın kanunları altında birleştirmek olduğunu vurgulamak istiyordu.
Hz. Ömer (r.a.)’dan son emirleri aldıktan sonra, Sa'd b. Ebi Vakkas iran üzerine yürüdü.
Sa'd'ın komutasında birleşen islâm orduları, kazandıkları Kadisiyye savaşından sonra iran'ı tamamen fethedecekler ve Hz. Ömer (r.a.) vefât etmeden önce iran Müslüman olacaktır.
Hz. Ömer (r.a.), Kadisiyye öncesi, komutanı Sa'd'a gönderdiği mektupta, sadece ona dinî vaazlarda bulunmuyor, en ince teferruatına kadar askerî talimatlarını bildiriyordu. Mektubunun bir bölümünde söyle diyordu Hz. Ömer:
"Durumunuzu aralıksız olarak ve bütün tafsilatıyla bana yaz. Nasil hareket ettiğinizi; sizin düşmana, düşmanın da size olan nisbet ve harekât tarzını öyle yaz ki, mektuplarından âdeta savaşı izleyeyim..!' (9).
Bu talimatlardan sonra, islâm askerinin parolasını bile veriyordu. Hz. Ömer; "Savaş baslayıp, bitene kadar herkes ‘Lâ ve lâ kuvvete illâ billâh' diyecek!.." Müslüman askerinin kolu kılıç sallayarak, dili de Allah'ı zikrederek Rablerine kulluk edecekler. Başka deyişle, biri diğersiz olmaz.
Kadisiyye savaşı arefesinde, iran ordu komutanıyla görüşen ve her savaş öncesi olduğu gibi düşmanı islâm'a davet eden Müslüman elçi, Müslümanların gayesini iranlılara şöyle anlatıyordu:
"Bizim arzumuz dünya değil. Bizim arzu ve isteğimiz Ahirettir. Allah bize bir Peygamber göndererek ona şöyle dedi: Ben su taifeyi, benim kanunlarımla amel etmiyenlere musallet ettim. Bunlar vasitasiyle, benim kanunlarıma karşı gelenlerden intikam alacağım. Bu tâife (yani Müslümanlar), benim kanunlarıma bağlı oldukları sürece onları galib kılarım. Bu hak dindir. Ondan yüz çeviren hiç kimse yoktur ki zillete, ona bağlanan hiç kimse yoktur ki izzete kavuşmasın."
"Bu dinin esası, Allah'ın birliğine ve Muhammed (s.a.s.)’in Onun Peygamberi olduğuna inanıp şehâdet etmek ve Allah katından gelen her şeyi noksansız ikrar etmektir."
"Dinimizin gayesi, insanları kulluktan kurtarıp, onları Allah'a kul etmektir" (10).
Değerlendirme
1. Hz. Ömer (r.a.)’in da siretiyle göstermiş olduğu gibi, islâm inancına göre esas olan, ne devlettir, ne ordu ve ne de Ordu komutanları; değişmez esas olan, islâm'in tavizsiz ve noksansız tatbikatıdır. Onun için Hz. Ömer, çok sevdiği ve gerçekten hayatını islâm'a adamış olan Halid b. Velid’i, yukarıda belirttiğimiz gibi, islâm yararına görevinden alıyor. Kısacası, Hz. Ömer, kim olursa olsun, insanların putlaşmasını istemiyor.
2. Hz. Ömer, komutanlarını, kendi şahsî kaprisleri değil, islâm'ın emirleri dahilinde hareket etmeleri hususunda uyarıyor. Yani islâm'a göre, "her seyi ben bilirim, herkes benim emrimde olacak, emir komutayı ben veririm, kimse bana karışamaz" gibi keyfî davranışlar yasaktır. İslâm neyi gerektiriyorsa o yapılır.
3. Hz. Ömer (r.a.) en küçük rütbeli askerine kadar her tebaasini düşünüyor, onlara en ufak bir hakaretin, haksızlığın yapılmasına müsaade etmiyor. İslâm’a aykırı davranışlarda bulunan olursa, isterse bu kişi vali, ya da komutan olsun kamçısıyla düzeltir ve de düzeltmiştir.
4. Ganimet almak için cihad yoktur. Cihad, Allah ahkâmını bildirmek içindir. İnsanları, insanlara kul olmaktan kurtarıp, onlan Allah'a kul yapma mücadelesidir cihad!...
5. Kılıcın yanında değil de, Allah'ı devamlı zikrederek kulluğunu ifâ edecek. Yani islâmî kulluk ki, biz buna ibadet diyoruz, bir bütündür. Namazı, oruçtan; cihadı, Hac'dan; Allah'ın hakkını, kul hakkından ayrı düşünmek, kulluğu dinamitlemek demektir.
__________________
Besiktas JK . |