Tekil Mesaj gösterimi
Alt 14-03-2007, 14:44   #6
özgür_1903
Kıdemli Kartal
 
özgür_1903 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

“BANA NAZAR DEĞER”
-Gökhan kısmetsiz bir insan mısın?
Yani, biraz öyle oluyor. Şanssızlık, kısmetsizlik diyebiliriz. Küçüklüğümden gelen yıldızım düşük olabilir.
-“Yıldızım düşük” dedin. Fallar, burçlar... Bunlara inanır mısın?
Fal, burç o ayrı da annem küçüklüğümde hep “Nazar sana değer” derdi. Ve halen nazar değer bana. Küçüklüğümden gelen bir şey. Annem hep bana bunu söylerdi, hala söyler. Bir nazar değme olayı oluyordu.
-Nazara inanıyorsan buna karşı bir önlemin var mı?
Bana yine nazar değiyor yine sakatlanacağım demiyorum. Öyle bir düşüncem yok zaten. Ama en azından bir şanssızlık, bir nazar değme olayı, bir kısmetsizlik olarak görüyorum.
Click the image to open in full size.“BEN O KADAR ÇOK SAKATLANMADIM”
-Nazardan başladık ama nazarı bir kenara bırakalım. Sohbetimize de nazar değmesin bu arada. Niye kısmetsizlik dedik, sakatlıklardan dolayı dedik. Şimdi sen sakatlandıkça insanların sana bakış açısı farklı oluyor. “Niye sakatlanıyor?” diyorlar. Aslında sen o kadar sakatlanmıyorsun. Bu sezon yaşadığın 2 sakatlık var.

Güzel bir soru sordunuz, ben devamını getireyim. Sormak istediğiniz soruyu çok iyi anladım ben. Bunun için teşekkür ediyorum. Evet, insanlar ister istemez böyle bir düşünceye kapılabilir. Çünkü bizim içimizde değiller, dışarıdan takip ediyorlar. Basından o şekilde takip ediyorlar. Hatta insanlar maça geliyor, maçta gördüğüne inanmıyor, maçtan sonra yapılan yorumlara, gazetelerde çıkan yazılara inanabiliyor. Ama bizim Beşiktaş taraftarının özellikle bu konuda duyarlı olduğuna inanıyorum. Fakat şu konuya gelmek istiyorum: Omuz ve şu andaki diz sakatlığımdan sonra işte Gökhan bu kadar sakatlandı, şöyle sakatlandı diye yazıldı çizildi, işaretlerle gösterdiler, fotoğraflarla gösterdiler. Ben de o gazeteleri alıp baktığımda güldüm. Sonuçta doktorumuz da, hocamız da yönetimimiz de ne olduğunu biliyor. Bizim seyirci de biliyor o kadar çok sakatlanmadığımı. Bunlara tabii ki ister istemez üzülüyorsunuz. Özellikle bu konuda bana haksızlık edildiğini düşünüyorum. Biraz daha duyarlı olunması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ben o kadar sakatlık yaşamadım, bunu herkes çok iyi bilsin. Fransa kampında, Almanya kampında şu oldu bu oldu diye herkes yazmış. Bir kere sakat futbolcu maçta oynamaz. Mantık olarak düşündüğün zaman madem benim bu kadar sakatlığım var ben nasıl oynadım o maçlarda? Sakatsam oynayamam zaten. Sakat sakat nereye kadar oynayabilirsin zaten? Daha kötü olursun. Omuzum çıktı, herkes gördü zaten. Pozisyona herkes baksın görsün. Nasıl sakatlandığımı incelemiyorlar mı? İnsanlar bunu görmeli diye düşünüyorum. Buradaki arkadaşlara, doktora, sağlık ekibine herkese sorabilirsiniz, ben sabahları herkesten önce gelirim, en son ben çıkarım. Günde 3-4-5 saat hep ekstradan çalışırım. Fitness salonunda kuvvete dayanıklılık, vücut, üst grup, alt grup her tarafı çalıştırıyorum. Her zaman kendime bakan bir futbolcuyum. Ama olacaksa oluyor işte. Her insanın omuzu çıkabilir, arabanın bagajını açarken bile çıkar. Omuz kemik değildir, oynak bir bölgedir. Pozisyonda şiddetli bir darbe yiyorsunuz ve bu şiddetli darbe pozisyon içerisinde olan bir darbe. Yani futbolcuyu engellemek, futbolcuya karşı müdahale artı futbolcunun size karşı kontrolsüz bir girişi var. O anda kendimi kasayım, sakınayım, kaçayım diye maç içerisinde düşünemezsiniz. Çünkü takımınız için mücadele veriyorsunuz. Takımınız için ter döküyorsunuz. Ben o pozisyonda sakınsam ki son adamım, benden sonra kaleci var.
“TAKIMIM İÇİN SAKATLANMAYA HAZIRIM”
-Sakınan çok futbolcu da vardır ama.

Ben öyle değilim. Takımım için sakatlanacaksam sakınmam. Ben bu şekilde cansiperane oynarım. O hırsla oynarım. Eğer ben bu şekilde sakatlanacaksam, sakatlanmaya hazırım abi. Takımım için her türlü fedakarlığı yapmaya hazırım. Çok ciddi ve samimiyetle söylüyorum. Nasıl oynadığımı herkes biliyor ve görüyor.
“ÇALIM YEMEYİ BİLE KABULLENEMEM”
-Futbolcunun da namusu bu oluyor değil mi?

Bir futbolcunun beni geçmesini, benden hava topunu almasını kabul edemem ben. Ben kötü bir şeyi hazmedemiyorum. Mutlaka herşeyin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Tabii ki herşeyin en iyisi olmayacaktır ama sahaya çıktığım zaman “Gökhan bugün herşeyin en iyisini yapmaya çalışacaksın” diyorum kendime. Sakatlık konusunda genel olarak konuşuyorum, insanlar hep yazdılar çizdiler bunları. Bir bakın ben 25 tane maç oynamışım bugüne kadar. Madem sakatım nasıl oyanamışım bu maçları?
“KİMSEYE BİRŞEY ANLATMAK ZORUNDA DEĞİLİM”
-Bunları haberleri yazanları tanıyorsun. Basınla iç içesin. Onlarla bu konuyu konuşuyor musun?

Yooo, konuşmuyorum. Sonuçta onların yapmak istediği bir haber vardır, onların sadece biraz hoşgörüyle yaklaşmalarını rica ediyorum. Ama onlarla bu konuda niye böyle yazıp çizdiniz diye konuşmuyorum. Kimseye de birşey anlatmak zorunda değilim.
Click the image to open in full size.“BASIN BİZE KARŞI DUYARLI VE SAYGILI OLMALI”
-Yani öyle bir tartışma veya hesap sorma anlamında konuştun mu diye sormuyorum.

Ne tartışma anlamında, ne hesap sorma anlamında, bu konuyu konuşmayı düşünmedim. Önemli olan sizin yaptığınız röportaj gibi gelip de bir futbolcuyla bu diyaloğu kurması, bu konuyu ele alması daha hoş diye düşünüyorum. Benim gidip “Niye böyle yazdınız?” demem, belki kendileri tarafından yanlış anlaşılacaktır. O yüzden pek fazla umursamıyorum. Ama herşeyin belli bir sınırı vardır. Biz basınla hem iyi olmalıyız hem içiçe olmalıyız. Ama herşeyin bir sınırı olması gerek. Biz onlara nasıl saygılıysak onların da bize duyarlı ve saygılı olmaları gerekli diye düşünüyorum. Bu basın mensuplarının hepsini kapsamıyor tabii ki, aralarında bir kaç kişi abuk subuk laflar yazıyor. Ama gerçek anlamda haber yazanlar, yorum yapanlar, saygı duyulanlar çoğunlukta zaten. Ben de onlara saygı duyuyorum. Yorumlarına ve eleştirilerine saygı duyuyorum. Tabii ki eleştiri olacaktır ama dediğim gibi bir sınırı olması lazım. Bir çerçevesi olması lazım. Çünkü o, futbolcuyu daha sonra ezebiliyor. O futbolcunun konsantrasyonunu dağıtabiliyor, psikolojisini etkileyebiliyor. Benim takımıma ne kadar katkı sağladığımı ve nasıl canı gönülden oynadığımı bizim taraftar biliyor ve dile getiriyor. O yüzden taraftarımızın bu konuda bana karşı duyarlı ve hoşgörülü olduğunu çok iyi biliyorum. Benim de onlara olan bir borcum, sakatlığımdan kurtulup, eski performansıma kavuşup onlara teşekkür etmek olacaktır.
“YENİLİNCE DÜNYA BAŞINIZA YIKILIYOR”
-“Ben son adamsam, sakatlanma pahasına mücadele ederim, takımımın gol yemesine razı olamam” diyorsun. Beşiktaş son bir kaç yıldır istikrarı yakalayamadı. Mağlubiyetler yaşadı. Sonuçta bunda herkes kadar sen de pay sahibisin. O kötü gidişat sende daha fazla negatif etki yaratmış olabilir.

Hayır, bende negatif etki yaratmaz. Çok üzülürüm ama hayat devam ediyor. Sonuçta biz profesyoneliz ve o hafta bitmiştir. Bir sonraki hafta vardır, bunu düşünmeliyiz. Lig maratonu uzundur. Her hafta daha iyi maç olabileceğini, her hafta daha iyi sonuçlar alabileceğini düşünmeli futbolcu. Sonuçta 3 neticeli bir oyun. Kim hata yaparsa o kaybedecektir. Biz de en az hatayı yapmaya çalışıyoruz takım olarak. Bunun için tüm takım arkadaşlarım fedakarlık yapıyor, herkes bu sorumluluğun bilinci içinde. Şunu herkes çok iyi bilsin, takım yenildiği zaman camia, taraftar, herkes çok üzülüyor ama en çok üzülen futbolcudur. Çünkü kendisi mağlup oluyor. Futbolcu eve gittiği zaman bunu eşine çocuğuna, annesine babasına bir türlü anlatamıyor. Dünya başınıza yıkılıyor, gününüz zehir oluyor. Karanlık oluyor. Dışarı çıkamıyorsunuz. Ama bunları beyninden ne kadar erken atarsa, bir sonraki maça zihinsel, psikolojik ve teorik olarak, bedensel olarak ne kadar iyi hazırlanırsa o kadar faydalı olur.
-Bunu yapabiliyor muzunuz?
Yapmalıyız.
-Mesela bu hafta bir beraberlik alınıyor. “Tamam gelecek hafta yeneceğiz” diyorsunuz. Bu sefer yeniliyorsunuz. Arkasından bir yenilgi, sonra bir yenilgi daha. Böyle olunca nasıl toparlarsın kendini?
Herşey olabilir. Futbol bu. Zaten bunların olmaması için bir an önce toparlanma durumun oluyor. Zaten bir futbolcu konsantrasyonu ve motivasyonu çok üst düzeyde olduğu zaman, en az rakip kadar mücadele ederse sahaya çıktığı zaman, o zaman kalitesi ortaya çıkıyor. Ama ne zaman rakipten daha fazla koşarsanız, kendiniz gibi oynarsanız, o zaman hem iyi futbol hem iyi skor ortaya çıkmış oluyor. Biz de kaliteli, yetenekli ve aynı zamanda genç bir takımız.
Click the image to open in full size.
“ARTIK ZAMAN DOLDU.. ŞAMPİYONLUK ZAMANI GELDİ..”
-Burada bir öz eleştiri mi söz konusu? Beşiktaş gibi kaliteli futbolculardan kurulu bir takım, başarısız sonuçlar aldıysa, bir şekilde sizin mücadelenizde motivasyonunuzda bir eksiklik mi vardı?

Bunu bir eleştiri olarak değil, genel olarak konuşuyorum ben. Ben futbolcuların nasıl olması ve nasıl sahaya çıkması gerektiğini anlatıyorum. İlk dakikadan bitiş düdüğüne kadar oyunu bırakmamalı, disiplini bırakmamalı, hocanın size verdiği taktiği ve disiplini en iyi şekilde sahada sergilemeli. Bunlar olduğu zaman şampiyonlukta çok büyük pay sahibi olursunuz. Nitekim şu anda biz 2. durumdayız. Biz bunları çok iyi yapmışız ki buraya kadar gelmişiz. Demek ki daha da iyi yapmalıyız ki daha da iyi olmalıyız, Fenerbahçe’yi yakalamalıyız diye düşünüyorum. Demek daha sorumluluk almalıyız. Biraz daha fedakarlık yapmalıyız. Bunlar çok önemli şeyler. Bu sene yabancılar yeni geldi, genç futbolcular transfer edildi, hepsi kaliteli futbolcular. Delgado geldi ağır bir sakatlık geçirdi, Ricardinho ilk 1-2 ay adapte olamadı ilk yarının son 3 maçına doğru kendini yakaladı, kendine geldi, müthiş bir şekilde maç kazandırmaya başaldı. Nitekim Bobo ve Nobre. Yani ilk yarının son 3 maçından itibaren yabancıların müthiş bir form grafiği var. Onların takım adına biraz geç kalmaları, takıma adapte olamamaları sezon başında biraz puan kaybetmemize neden oldu. Çünkü biz yabancılardan çok şey bekliyoruz, aynı şu anda oldukları gibi. Takımın genç olması, bazı arkadaşların ilk defa büyük bir takımda oynaması, birlikte oynaması, Beşiktaş taraftarı önüne ilk defa çıkması, bunların hepsi toplandığı zaman belli puanlar kaybediyorsunuz. Biraz zamana ihtiyacımız vardı ve o zaman da doldu. Ve zamanı geldi diye düşünüyorum. Onun için hem genç hem yabancı arkadaşlarımız takım olarak, takım olma yolunda çok iyi mesafeler kaydettiğimizi daha da iyi oynadığımızı düşünüyorum.
-Artık şampiyonluk zamanı geldi mi?
Kesinlikle. Hedef o zaten. Beşiktaş futbolcusu şampiyonluk zamanı mı geldi diye düşünmemeli ki zaten. Şampiyonluğa hedeflenmeli. Kaybettiğimiz maçlara bakın, alttaki 3-4 takım, onlara kaybettik ve son dakika golleriyle. Ya berabere ya da galipken berabere bitiyor. Sakaryaspor berabere, Sivasspor’a yenildik, bunlar ilk yarıda baktığımız zaman alttan ilk 4 takımdı. Antalyaspor’a karşı 3-1 öndesiniz ve maç 4-4 bitiyor. Erciyesspor’a öyle. O kötü halimizle bile o puanları almış olsaydık belki biz daha da farklı bir şekilde ilk yarıyı lider bitirebilirdik.
“ŞAMPİYONLUK HAYAL DEĞİL”
-Ama bir de şöyle bir şey var. O süreci yaşarken Beşiktaş çok iyi takım oyunu sergileyemiyordu. Yani bu sonuçlar hep şanssızlıkla da olmadı. Sahaya yansıyamayan futbol özellikleri vardı.

Biraz şanssızlık da vardı mutlaka ama. Sezon başında yaşanan bazı sıkıntılar oldu ama onları ilk yarı sonuna doğru atlatıp 2. yarıya çok iyi bir başlangıç yaptık. Çok iyi bir periyot yakaladık ve iyi de futbol oynuyoruz. Bunu sonuna kadar götürmeliyiz. Takım olarak veya bireysel olarak bir başarı yakalanabilir. Ama önemli olan başarının devamlılığının ve sürekliliğinin gelmesidir. O zaman hedeflediğiniz noktaya zaten ulaşmış olursunuz, ulaşırsınız. Onun için de Beşiktaş futbolcusu sezon başından itibaren şampiyonluğa hedeflenmiştir. İnanıyorum ki bu performansımızla, oyun şeklimizle, biraz daha sorumluluk göstererek ve fedakarlık ederek şampiyonluk hayal değil.
“LİGİMİZ KALİTELİ VE DENGELİ”
-Ligin aritmetiğine baktığın zaman çok değişken ve dengesizlik var.

Bence dengesiz değil, çok dengeli bir lig oluyor bence.
-Ben alınan sonuçlar açısından diyorum bunu.
Ligimizin kalitesini ortaya çıkartıyor. Bu şekilde daha iyi.
-Türkiye’de oynanan futbolu beğeniyor musun?
Özellikle bu sene beğeniyorum. Kayserispor’u, Gençlerbirliği’ni, Antalyaspor’u, Sivasspor’u beğeniyorum. Yani baktığın zaman geçen sezon 3 büyüklerin dışında belki 2 tane takım sayabiliyordunuz. Bu sene 10 takım sayabiliyorsunuz.
Click the image to open in full size.-Peki niye insanlar zevk almıyoruz diyorlar. Şu mu ortaya çıkıyor? Türkiye’de futbolseverlerin çoğu öncelikle 4 büyük kulübe gönül vermiş. Bu insanlar takımlarının sürekli kazanmasını istiyor. Ancak bu sene 4 büyükler olarak aşırı puan kaybettiniz. “Kalitesiz ligden zevk almıyoruz” demelerinin nedeni takımlarının sık sık puan kaybetmesi mi?
İşte kaybettiğiniz o puanlar sizi farklı yere getirebiliyordu. Çünkü 3 puanlı sistemde çok farklı yere gelebilirsiniz. İlk yarıda kaybettiğimiz maçlardaki puanları topladığında 10 puan ediyor. Şu anki puanın 10 puan üzerine çıkın, Fener’in 4 puan önünde olacaktınız. Onun için 3 büyüklerin kaybettiği puanlar olunca ve alttaki takımlar da çok özverili şekilde mücadele edince, puanlarını arttırınca, otomatikman puan ortalaması altta yükseliyor. O da ligin kalitesinin ortaya çıkmasını sağlıyor. Her sene çok fazla puan alacaksınız diye bir kaide yok. Mutlaka her takımın belli bir dönemi olacaktır. Az puanla şampiyon olmak dönemi de olacaktır. Bunun bir sürü örneği var. İngiltere ligine bir bakın. Çok üst düzey bir takım, liderle arasında 15-20 puan fark var. Daha ligin bitmesine 15 hafta var ama böyle bir puan farkı var. Ama özellikle bu sene Türkiye liginin çok dengeli bir şekilde gittiğini düşünüyorum.
“TIGANA BİR BABA GİBİ”
-Zaman zaman çok ağır, çok olumsuz eleştiriler alıyorsunuz. Bu eleştiriler zaman zaman bireysel de olabiliyor ve genelde hedef tahtasında Tigana yer alıyor. Bu eleştirilerden nasıl etkileniyorsunuz?
Hocayla aranızda ne oluyor, sahaya çıkınca ne oluyor? Burada bir sorun mu var, yoksa hep bir şanssızlık mı var? Ya da bunlar inadına mı yazılıyor?
İnadına mı yazıldı, başka bir şey için mi yazıldı bunu ben bilemem. Sonuçta o eleştirmenlerin, yorumcuların bileceği bir konu. Ama doğru olduğunu düşünmüyorum. Tigana için şunları söyleyebilirim: Gerektiği zaman sizin yanınızda bir baba, ben bunu çok samimiyetimle söylüyorum. Ben oynamadığım zamanlar, sakat olduğum zamanlar dahi devamlı konuşur, kim olursa olsun konuşur, kim iyiyse o hafta onu oynatır. Forma hiç kimsenin değildir. Hoca çok çalışanı çok seviyor. Genç futbolcuyu çok seviyor. Bu bizim için çok büyük bir avantaj. Düşünebiliyor musunuz? 3 büyüklerde bizim kadar genç bir takım olmadı. Belki tarih boyunca baktığınız zaman çok nadir, yaş ortalamamız 25-26 yani. Onun için de böyle bir hocaya saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum ve her zaman ben istikrardan yanayım. Hem camia olarak, hem teknik heyet olarak, hem futbolcu olarak istikrarından yanayım. Bir ekibin devamlı olması gerektiğini, bir bütün olarak hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir başarı yakalamamız için sürekliliğinizin olması gerektiğini düşünüyorum. Tigana onun için gerektiğinde bir baba, gerektiğinde çok sert, çok disiplinli, disiplinden kesinlikle ödün vermiyor, futbolcunun her türlü derdini dinliyor. Kesinlikle birebir konuşuyor. Genç futbolcularla konuşuyor. Kapısı her zaman açık. “Gelip konuşmak isteyen gelsin benimle konuşsun benim kapım açık” dedi herklese.
-Gökhan Zan’ın gördüğü Tigana burada mutlu mu?
Onu ben bilmiyorum yani.
-Ama insanı görürsün ve anlarsın. Cem benim mesai arkadaşımdır ve ben Cem’in mutlu olup olmadığını bilirim.
Öyle bir soru sordunuz ki. Sanki ben onun ailesi içindeymişim gibi. (Gülüyoruz)
-Ben onu aile açısından sormuyorum. Beşiktaş açısından soruyorum.
Mutlu olduğu için burada zaten.
Click the image to open in full size.“LUCESCU BENİ EVİNE DAVET ETTİ”
-Biraz geriye dönelim. Lucescu Galatasaray’ın başındayken evince bir yemek yedin sen. Doğru mu?

Doğru, doğru.
-Neler konuşulmuştu o gün? (Gökhan bu soru karşısında başlıyor gülmeye)
Açıklayayım. Bundan 5 sene önce Çanakkale Dardanelspor’dayken, Galatasaray’ın Ankaragücü’nü 2-0 yenip şampiyonluğunu ilan ettiği maçı izledim. Yanımda menajerim de vardı. Lucescu maçtan sonra beni evine davet etti. İnsan belki o gün şampiyonluğu kutlayabilir, ailesiyle özel geçirebilir ama beni evine davet etti. Çok hoşgörülü bir şekilde, çok saygın bir şekilde, misapirver şekilde beni evinde ağırladı.
-Neler konuştunuz?
“Galatasaray’da kalırsam seni Galatasaray’a almak istiyorum” dedi. Ben Dardanelspor’da oynuyorum. 2. Lig takımı nerede, 3 büyüklerde oynamak nerede. O zaman 2. Lig’de oynarken böyle bir bir camiaya gitmek, öyle büyük bir teknik direktörün seni evine davet etmesi, insanı ister istemez onurlandırıyor, heyecanlandırıyor, güzel duygulara sevk ediyor. Ben de sevindim tabii. Hangi genç futbolcu sevinmez. O zaman 18-19 yaşındasınız. Ama kısmet olmadı. Lucescu o sene Beşiktaş’a geldi ben de Dardanelspor’da kaldım. Beşiktaş’tan bana bir teklif gelmedi ama takip ediyorlardı. O sezon Galatasaray’dan teklif geldi. O zaman Galatasaray’da yönetici Burak Elmas vardı. Burak Elmas beni ofisine çağırdı, görüştük. “Seni alacağız” dedi ama ondan sonra ne olduysa bilmiyorum. Lucescu kalmadı diye mi olmadı bilmiyorum. Sonra zaten Burak Elmas da bıraktı. Bir sene daha Dardanelspor’da kaldım.
“GALATASARAY’IN KAPISINDAN DÖNDÜM”
-Resmen Galatasaray’ın kapısından dönmüş oldun, öyle mi?

Evet. Kapısından dönmüş oldum gibi. O sene Trabzonspor’dan, Fenerbahçe’den teklif geldi. Gençlerbiliği de istiyordu beni. Ama olmadı hiçbiri. Ondan sonra 1 sene geçti. Sezon bitti ve amcama gittim Belçika’ya. Ben tatildeyim televizyonlardan takip ediyorum. Haberlere bakılırsa bir Fenerbahçeye, bir Galatasaraya, bir Trabzonspor’a transfer oluyorum. Tatilden döndüğüm günün gecesi evdeyim. Saat 23.00’de Niyazi Önen arıyor beni, “Seni, Beşiktaşa verdik” diyor. Ben daha fazla şok oldum. Çünkü Beşiktaş’tan teklif almamıştım. Beşiktaş beni takip ediyordu onu biliyorum. Beşiktaş’ın eski yöneticisi ve Çanakkaleli olan İbrahim Altınsay devanmlı maçlarımızı izliyordu. Neyse, Niyazi Önen “Seni verdik” dedi, ardından bir saat sonra bir baktım Hüsnü Güreli beni arıyor. “Hayırlı olsun, seni aldık, yarın geliyorsun” dedi.
“BİR BAKTIM GAZETEDE BENİM FOTOĞRAFLARIM”
-Bir futbolcuya “Seni bu takımlar istiyor, biz seni şu takıma veriyoruz. Sen ne diyorsun?” diye sorulmaz mı?

Ama ben buna daha fazla sevindim. Mutluluğum bir kat daha arttı. Feyyaz hoca (Uçar) benim Çanakkale Dardanelspor’da hocalığımı yaptığı için benim daha da hoşuma gitti. Ertsi gün bir baktım gazetelerde benim fotoğraflarım, haberler.
-Rüya gibi yani?
Rüyadan daha farklı. Başka bir dünya. 18-19 yaşındasınıuz ve 100. yılında şampiyon olan bir takıma geliyorsunuz. Bu da ayrı bir heyecan. Bakıyorsunuz, sizi daha önce isteyen Lucescu Beşiktaş’ın başında. Zago, Ronaldo, Ahmet Yıldırırm, Emre, Cordoba, Tayfur, İlhan Mansız. Baktığın zaman müthiş isimler var ve onlarla berabersin o yaşta düşünebiliyor musun. Bu çok güzel bir duygu. Ayrı bir heyecan yaratıyor insanın içinde, ayrı bir profesyonellik, ayrı bir tecrübe. Ben Lucescu zamanında belki 3-4 tane maç oynadım ama ben Lucescu’dan, Zago’dan, Ronaldo’dan çok şey öğrendim. Benim ismim Gökhan Keskin’den geldi. Neden geldi? Neden Beşiktaş’a geldiğime daha fazla sevindim şimdi bunları anlatacağım. Benim ismim doğduğum an Gökhan Keskin’den geldi. Çünkü Gökhan Keskin o zaman Beşiktaş’ta yeni başlamış. O zaman benim amcam fanatik bir Beşiktaşlıymış.
“BABAM FENERLİYDİ AMA YAŞASA BEŞİKTAŞLI OLURDU”
-Baban?

Rahmetli babam Fenerbahçeliydi. Babam fanatik değil, Fenerbahçe’ye sempati duyuyor ama amcam fanatik bir Beşiktaşlı. Dedem de fanatik Beşiktaşlı. Dediğim gibi adım Gökhan Keskin’den geliyor. Gökhan stoper, ben de stoperim. Bir de Gökhan Keski’nin jübilesi yapıldı, Gökhan Keskin oyundan çıktı, oyuna beni soktular. Ayrıca Metin, Ali, Feyyaz üçlüsüyle futboldan sonra çalışan tek futbolcuyum. Üçüyle de çalıştım. Dardanelspor’da da Fuat Yaman’la çalıştım başka bir Beşiktaşlı. Nereye baksam Beşiktaş. Nasıl anlatayım daha Beşiktaşlı olduğumu bilemiyorum. Doğuştan mı diyelim ne diyelim? Kaderimde var yani. Babam Fenerbahçeli ama biz de onu çok kızdırırdık. Çok isterdim babamın beni bugünlerde görmesini. Keşke şu anda şu durumda beni görmüş olsaydı zannediyorum o da fanatik bir Beşiktaşlı olurdu, kesinlikle olurdu. Çok erken yaşta kaybettik. Tam buraya geleceğim sene kaybettik babamı. 42 yaşında kaybettik babamı. O yüzden ailemin sorumluluğunu ben almış durumdayım. Kardeşim zihinsel engelli, annem böbrek hastası. Ben mutluyum yani. Aileme bu şekilde bakmaya devam edeceğim. Allah sağlık, ömür ve güç verdiği sürece böyle. Ben genç yaşımda evlendim. Benim aile hayatım bu. Eşimle beraber değil bütün ailemle beraber yaşıyorum İstanbul’da. Onları da İstanbul’a aldım. Hepimiz bir yaşıyoruz. Sağolsun eşimin de büyük katkısı var. Kanada’da yaşamış olmasına rağmen, Antakyalı ve küçüklüğünden beri tanıyorum kendisini. 19-20 yıl Kanada’da yaşamış, ünüversiteyi Kanada’da okumuş, işletme eğitimi almış. Gerçekten aileme karşısı çok büyük saygısı var, bana karşı çok büyük saygısı var.
“HERKES EŞİME ŞAŞIRIYOR”
-20 sene Kanada’da yaşamış, oranın kültürünü almış, senin aldığın kültür çok farklı.

Herkes ona şaşırıyor zaten. Annem, kardeşlerim, ben hepimiz mutlu bir şekilde aynı evde yaşıyoruz. Annem mesela Antakya’ya gidiyor, hemen “Anne ne zaman geleceksin?” diyor. Çünkü özlüyor. Eşim kardeşime bakıyor mesela. Müthiş bir şekilde daha nasıl anlatayım yani Ben açıkçası bu kadar beklemiyordum. Benim devamlı kamplarda olmam, sakatlandığım zaman kendisinin çok üzülmesi, bana sahip çıkması...
“FUTBOLCU OLUNCA BÖYLE EŞİ ZOR BULUYORSUN”
-Sakatlıklardan yana bir kısmetsizliğin var ama eşten çok büyük bir kısmetin var.
Allaha çok şükür. Futbolcu olduğun zaman kolay kolay bu şekilde bulamıyorsunuz. Ya da siz başka birini de bulabiliyorsunuz. Çünkü öyle bir camiadasınız ki tanınıyorsunuz, herkesin gözü üstünde ve böyle bir ortamda bir evlenme teklifinde bulunabilirsin, yanılabilirsin.
“ACIYI MUTLULUĞA ÇEVİRMEYİ BİLDİK”
-Zor şartlarda yaşamanın ne olduğunu acı çekmenin ne olduğunu bilen bir insansın sen.

Kesinlikle çok iyi biliyorum. Ben küçüklüğümden beri zor şartlarda yetiştim. Zor değil çok çok zor şartlarda yetiştim. Bunu açıklamaktan da sakınmıyorum. Aslımı da hiçbir zaman inkar etmedim. Ben bu şekilde büyüdüm, bu şekilde öğrendim, bu şekilde acı yaşayarak buralara geldim ama o acıyı biz mutluluğa çevirmesini bildik küçüklüğümüzde, aile olarak. Sonuçta maddi durumunuz yok, kazanabildiğinizle yetinmek, mutlu olabilmek çok önemli.
-O günlerde ne gibi özlemlerin vardı?
Çok özlemlerim vardı. İnsan küçükken herşeyi düşünebilir, lüks bir evi olsun, arabası olsun, şöyle giyinelim, play station olsun. Herşeyi düşünebiliyorsun.
-Özlemlerini giderebildin mi?
(Gülüyor) Yavaş yavaş gideriyorum. Çocuğum olduğu zaman çocuğumla beraber Allah kısmet ederse.
Click the image to open in full size.“İÇİ FESAT OLANIN İŞİ DE KESAT OLUR”
-Sen Türkiye’nin 2 yüzünü yaşamışsın. Hem çok fakir hem de çok zengin.

Dışarıdan insanlar baktığı zaman “2 defa topa vuruyor ve ne kadar para kazanıyor” diyebiliyor. Ama içimizdeki o acı, o stres, daha önce nasıldık da buralara kadar geldik... Sadece burada oynamak değil olay. Neler yaptın, nasıl uğraşlar verdin ve buralara gelebildin? O emeğin karşılığını burada alabiliyorsun. Bunlar çok önemli. Onu 1 saatte yapmıyorsun ki. Amatör takımdan geliyorsun neler çekiyorsun. Belki futbolcu olamayacaktın bir imza yüzünden. O yaşlarda ailenizin imzası lazımdı. Aileniz sizin futbolcun olmanızı istemiyorsa olmuyordu. Mesela benim ailem futbolcu olmamı istemiyordu, okumamı istiyordu. Ama babam istiyordu. Dedem hep okuyacaksın okuyacaksın derdi annemle beraber. Babamsa hep sen ne istersen derdi. Babam imzayı attı ve başladık. Kar çamur ama düşünemezsin o dönemde sana herşey güzel geliyor. 2 yaşından beri topla uyurmuşum, öyle resinmlerim var benim. Benim hep top sevdam vardı. Ben ders çalışmak için odaya girerdim, kapıyı kitler, balkondan aşağıya iner ve top oynamaya giderdim. Her tafafım yara bere eve geliyorum evde dayak yiyorum. Ben futbolla özelleşmişim, özdeşleşmişim. İnsanlar topa vuruyor, çok para kazanıyor gözüyle bakıyorlarya. 1996 senesinde ilk kazandığım para 20 milyon lira. Gittim anneme verdim. Bir cep telefonu aldım. Profesyonel imza attım Hatayspor’a 50 milyon aldım. Aile boyu ziyafet çektik. Evin borçları vardı onları ödedik. 16 yaşında profesyonel oynuyordum diye 500 milyon para verdiler bana o zaman. Ben havalara uçtum. Sağolsun Ali Gültiken’in bana çok katkısı vardır. Aldı beni oynattı. 10 maç oynadım Dardanelspor’a gittim, 3 sene kaldım. Tesislereden dışarı çıkmadım, hep odamdayım. Devamlı çalıştım. Yani o zamanki emeklerimin karşılığını şimdi almaya çalışıyorum. Bu da yetmiyor, sonuçta herşey para değildir. Herşeyle yetinmeniz, herşeyle mutlu olmanız gerekiyor. Bu çok önemli. Ama her zaman da insanın karşılığı veriliyor, verilmeli diye de düşünüyorum. Ama her dönemin bir stresi vardır. Daha önce yaşadığımız stres şimdiki gibi değil. Şimdi daha fazla. Büyük bir takımdasınız, büyük bir taraftarınız var. Gözler önündesiniz, milli takımdasınız. Yani bunların hepsine baktığın zaman gerçekten sorumluluk, fedakarlık, profesyonellik isteyen, bu yükün altından kalkabilecek güçlü bir yapı lazım, bir felsefi düşünce, yüksek bir mental lazım. Her zaman daha yukarıları hedeflemeliyiz ki, bir kademe atlayabilelim. Bunlar çok önemli. O yüzden insanların bu şekilde düşünmelerini biraz yadırgıyorum. Bu şekilde düşünmemeleri lazım. Sakatlığı var, stresi var, iyi günü var, kötü günü var, üzülüyorzunuz, herşeyi yaşıyorsunuz. Riski var. Hayat riskiniz var. Yüksek efor sarfediyorsunuz, seyahatleriniz var. Herşey var. Öyle düşünenler insanlar da inşallah iyi yerlere gelirlerde belki niyetleri düzelir o zaman.
-Deden seni hiç Beşiktaş formasıyla İnönü Stadı’nda izledi mi?
İzlemedi. Ama Lig TV’den isliyor. Ama özellikle içerideki bir Fenerbahçe maçına denk getirmeye çalışacağım ve dedemi getirteceğim.
-Sen bunları anlatırken bana birşey anımsattın. Cem Özer, Show TV’de geçtiğimiz hafta yeniden Laf Lafı Açıyor’a başladı. Bilirsin her programın sonunda bir hikaye anlatır ve bir söz söyler. Özer dedi ki, “İçi fesat olanın işi de kesat olur.”
Kesinlikle. Katılıyorum ve yanına nokta koyuyorum, virgül koymuyorum.
“BEŞİKTAŞ’TAKİ HEDEFLERİMİ GERÇEKLEŞTİRMEDEN AVRUPA’YI İSTEMEM”
-Arsenal’e transfer olabileceğin gündemde sürekli.

Şu anda bir tek Beşiktaş’ın şampiyonluğunu düşünüyorum. Bunu herkesin çok iyi bilmesi lazım. Çok samimi söylüyorum. Yoksa her futbolcu “Evet Arsenal’e gitmek istiyorum, gideceğim” diyebilir. Bundan onur verici bir şey olamaz tabii ki. Ama şu anda Beşiktaşlı bir futbolcu olarak, camiamın bana destek çıkması, bana moral vermesi, her zaman benim yanımda olması, bunların hepsi benim Beşiktaş adına daha da fazla motive olmam, daha fazla fedakarlık göstermem anlamına geliyor. Ben de Beşiktaş’ta şampiyonluk yaşamadan, Beşiktaş ile Avrupa’da başarılar yakalamadan Avrupa’ya gitmek istemiyorum. Ama tabii ki böyle takımlara transfer söz konusu, “Mutlaka vereceğiz, hocamız onayladı, yönetimimiz onayladı, biz uygun görüyoruz” derlerse o zaman olur. Bir sene sonra sözleşmem bitiyor. Sözleşmemin uzatılması halinde dahi seve seve uzatırım. Uzattığım zaman da zaten bir transfer yapmış oluyorum.
“AVRUPA’YA GİDERSEM BEŞİKTAŞ DA PARA KAZANMALI”
-Kulübüne para kazandırmadan gitmek istemiyorsun değil mi?

Tabii ki kazandıracaksın. Kazandırmadan olur mu? Beşiktaş sizi buaralara kadar getirmiş. Bu şekilde mi karşılığı olmalı. Her zaman iyi ayrılmalısınız. Gittiğiniz yerde hem kendi camiaızı hem ülkenizi temsil edeceksiniz. Bunlar çok önemli.
“FATİH TERİM DÖRT DÖRTLÜK BİR İNSAN”
-Son konu: Milli Takım’ın da değişmez isimlerindensin. Ve orada sana çok güvenen bir hoca var.
Fatih Terim hocamın benim üzerimde çok büyük emeği var. Bana çok güveniyor. Sakat olmama rağmen beni çok kez Milli Takım’a çağırdı. Ona ne kadar teşekkür etsem az. Ancak teşekkürü ona sahada sergileyeceğim performansla edebilirim. Avrupa’nın sayılı teknik direktörlerinden bir tanesi. Kişiliğiyle, karakteriyle, herşeyiyle dört dörtlük bir insan. Müthiş kariyerli, tatlı-sert, karizmatik, her yönüyle tam bir hoca. Çok da babacan aynı zamanda. Ona çok şey borçluyum. Buraya kadar gelmemde hem kendisinin hem Milli Takım heyetinin çok emeği vardır ve pay sahibidirler.
[email protected]
[email protected]
__________________
iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım....
HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...!
özgür_1903 Ofline   Alıntı ile Cevapla