Tekil Mesaj gösterimi
Alt 06-07-2007, 20:13   #1
havali_cocuk
 
havali_cocuk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Post Tabuların yıkıldığı şehir; Amsterdam

Yeldeğirmenleri, Haarlem’in lale tarlaları, Edan ve Gauda’nın ünlü peynirleriyle özdeşleşen Hollanda’nın başkenti Amsterdam’dayım... Bisikletler ve laleler ikiz sembol gibi şehrin her tarafına yayılmış.... Nüfusun 725 bin olduğu şehirde 550 bin bisiklet, 600 bin lale soğanı olduğu söyleniyor. Londra, Paris ve Roma’dan sonra dördüncü en çok turist çeken şehir olan Amsterdam’da seks ve uyuşturucuya çok kolay erişilmesine rağmen şiddete yönelik suçlar ve sert uyuşturucu maddeleri kullanma oranı şaşılacak oranda az. Bu durum serbestlik politikasinin işe yaradığını gösterirken, şehir yasakların bol olduğu ülkelerden turist akınına uğruyor.

Kuzey Denizi kıyısında kurulu Amsterdam da kara denizle, eski yeniyle, bohem hayat burjuva kesimiyle içiçe. Bazı ahlaki ve sosyal konularda tüm dünyanın önünde giden Hollanda, en yüksek medeniyet seviyesine erişmeyi başarmış görünüyor. Bu Hollanda’nın hipiler tarafından idare edilmesinden değil, uyuşturucu, kürtaj, ötenazi, homoseksüellik ve fahişelik gibi bir çok kültürde tabu olan hayatın gerçeklerine daha açık fikirli ve rasyonel yaklaşımlarından kaynaklanıyor. . Milli gurura futbol maçları dışında rastlanmazken, Amsterdamliıar gururdan arınmış olmakla ”gurur duyuyorlar.”

Liberalizm, Amsterdam’da tam anlamıyla hayatın her alanında yaşanıyor. Pornografik dergiler ”poşetsiz” diğer dergilerin yanında satılıyor. Homoseksüelliğe karşı açık görüşlülükle ”eşcinsel evlilikleri” yasallaştıran Amsterdam, eşcinsellerin Mekke’si haline gelirken, hafif uyuşturucuların suç olmaktan çıkarılması şehri ”uyuşturucu otların” başkentine dönüştürdü. Amsterdam’da yaşamda olduğu kadar ölmek istediğnizde de özgürsünuü. 2001 yılında ötenazi de yasal hale getirildi.

Hollanda’da özellikle Amsterdam’da ”Coffee Shops” denilen mekanlarda hafif tabir edilen haşhaş ve marihuana gibi belli uyuşturucu maddeleri satmak serbest. Camında yeşil-beyaz renkli üzerinde ”Coffee Shops” yazan etiket bulunduran ve belediyeden aldıkları ruhsatla çalışan bu mekanların sayıları 450’i bulurken, 18 yşından küçükler alınmıyor. Geleneksel ”Coffeeshop” lar kendilerini ”tea-rooms” diye adlandırıyorlar.

Sadece Amsterdam’ın değil Avrupa’nın en heyecan uyandıran bölgesi olan ”Red-Light District”’te (Kırmızı Işık Semti) de seks ticareti yasal olarak serbestçe yapılıyor. Kırmızı neon ışıklarının aydınlattığı camlarda yarı çıplak kadınlar ve travestiler, yoldan geçenleri işaretlerle içeri çekmeye calışıyorlar. Bu genelev bölgesinin daracık sokaklarını sadece olağan müşteriler değil şehrin meraklı yerli ve yabancı turistleri de ziyaret ediyor. Dünyanın bir çok yerinden buradaki genelevlerde çalışmak için gelen fahişeler, kazançları üzerinden vergi ödüyorlar. Sıkı kontrol altındü tutulan bölgede çalışanlar her hafta zorunlu sağlık kontrolünden geçiriliyor. Geceyi neon ışıklarının aydınlattığıi saatler bölgede bir heyecan ve canlılık yaşanırken, genelevler ve seks dükkanlarının kapalı olduğu gün ışığında normal hayat devam ediyor. Amsterdam’ın en eski kilisesi Oude Kerk sabahın ilk ışıklarıyla ibadete gidenleri ağırlamaya başlıyor.

Amsterdam’da farklı inançlara tolerans, şehrin geleneklerinin bir özeliği.... Tarihinde bir çok örneklerini görmek mümkün. Avrupa’da Reform hareketi döneminde Martin Luther, Eramus ve Calvin açık görüşlü Hollandalılar tarafından çok kolay benimsenmiş ve Hollanda daha az liberal kesimden Protestanlar için bir sığınak olmuştu... Bir çok yabancı entellektüel Amsterdam’ı fikirlerini özgürce açıklayabilecekleri bir şehir olarak gördü. Filozoflar, Yahudi Baruch de Spinoza, Fransız Rene Descartes, Lipsius, Voltaire ve Marx’ın yanısıra ressamlar Rembrandt ve Vermeer şehrin özgürlükçü havasında en çarpıcı eserlerini ürettiler. Amsterdam’ın çekiciliği bugün de devam ediyor ki nüfusun 725 bin olduğu Amsterdam’da 145 farklı millet yaşıyor. Ülke nüfusunun %30’unu göçmenler oluşturuyor. Bunlar arasında çok sayıda Türk göçmen de var. Konuşulan dil Almanca’ya çok yakın olan ”Dutch” denilen Hollanda dili fakat Ingilizce ikinci dil gibi, herkes biliyor.

Paris Louvre Müzesi’ndeki ”Mona Lisa” Fransa icin neyse Rijksmuseum’daki Rembrandt’in ”Nightwatch” adlı tablosu Hollanda için aynı önemi taşıyor. Tek farkı ebatları... 17’inci yüzyılda Rembrandt’ın büyük bir zemin üzerine yaptığı ”Nightwatch” müzenin duvar ölçülerinden çok daha büyük olduğu için müzenin salonuna sığması için kesilmiş... Rembrandt’ın 22 orijinal tablosunun yanısıra 17 ve 18’inci yüzyıldan kalma bir çok sanat eserinin de sergilendiği müzeye giriş ücreti 9 Euro. Sanat eserleri seyretmekten keyif alıyorsanız bu müzede yaklaşık 8 saat hiç sıkılmadan geçirirsiniz.

19’uncu yüzyılın en büyük ekspresyonist ressamı Vincent van Gogh’un 500 orijinal tablosunun yanısıra erkek kardeşi Teo’nun 200 eserinin de sergilendiği Van Gogh Müzesi, tek kelimeyle muhteşem... Kitaplarda basım değişikliğinden sonra gördüğünüz soyut tabloların orijnallerinde ressamın firça darbelerini görmek soluğunuzu kesiyor... Van Gogh ile aynı donem ressamlarından Gauguin, Bernard ve Monet tablolarından bazııları da müzenin koleksiyonları arasında.

Batı Avrupa’da ,İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudi soykırımının en yoğun yaşandığı yerlerden biri olan Amsterdam’da Anne Frank’in evi de bulunuyor. Anne Frank Evi’ne gitmeden önce ”Anne Frank’ın Hatıra Defteri”” okunmalı. Tüyleri ürperten bu mekan, ailenin 14 yaşındaki kızı Anne Frank’ın yazdığı günlüğün sayfalarında geziyormuşsunuz hissi veriyor... Duygusal yönünüz ağır basıyorsa bu müzeyi gezerken gözyaşlarınızı tutamayablirsiniz. Bir çok kişi müzeyi gözyaşları içinde gezdiği için gözyaşlarınızı silmenizi yadırgayacak kimse olmuyor. 400 yıllık tarihinde ilk defa 1940’üta kuşatma gören Hollanda’da savaş başladığında 90 bin Yahudi vardı. Kanada ordusunun 1945’te özgürlüğe kavuşturduğu şehirde savaş sonunda her 6 Yahudi’den 1’i sağ kaldı.

Amsterdam’da görülen yapıların çoğu diğer Avrupa şehirlerinden farklı olarak son üç yüzyıl içinde inşa edilmiş. Şehrin üzerine kurulduğu toprağın alt katmanları yumuşak olduğu için evlerin temeli dayanıklı olması için kat kat tahta ve metal yığınlarından inşa ediliyor. Bu yığınların bazıları zamanla çöktüğünden Amsterdam’da sarhoş misali yanındaki binanın üzerine eğilmiş bir çok yapı görüyorsunuz. Ev yapılacak alanlar talebi karşılamadığı için evler, kanallar boyunca daracık ve 5-6 katlı olup iç içe sıkıştırılmış. Evlerin bu daracık tasarımın diğer bir nedeni ise daha az vergi ödemek, çünkü Amsterdam’da evin eninin genişliğine göre vergi alınıyor. Bir başka alternatif ise yüzen evler. Amsterdam kanallarında resmi kayıtlı 2500 botta 6 bin kişi yaşıyor.. Ev açığının görüldüğü savaş sonrası 1950’lerde yüzen evler, kiralık apartman dairelerine ucuz bir alternatif olarak düşünülmüş. Posta adresi olan elektrik, gaz gibi tüm ihtiyaçların temin edildiği bu yüzen evlerin bugün değeri artarken, ortalama bir bot 180 bin Euro. Bot sahipleri yılda 450 ile 900 Euro arasında değişen oranda vergi ödüyorlar. Kayıkta yaşamak romantik görünse de kışın soğuk ve ıslak günler yaşanabilir ve faturalar yüksek gelebilir. Bugün Amsterdam üzerinde 1281 köprünün bunulduğu 160 kanal var. Amsterdam’da 17’inci yüzyılda bulunan NAP (Normal Amsterdam Seviyesi) denilen su seviyesini düzenleme sistemiyle kanallardaki su seviyesi kontrol altinda tutuluyor. Dünyada ilk defa Amsterdam’da kullanılan, ardından Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin de kullandığı bu sistemle seviye NAP’in 40 cm aşağısında tutuluyor. 1953’te su seviyesi NAP’in 4.55 cm üzerine çıkınca büyük bir sel baskını yaşanmış.

Amsterdam’da ulaşım çok kolay. Hatta bedava bisikletler bile var. Şehrin her tarafında gördüğünüz 550 bin bisikletten istediğinizi kullanıp işiniz bitince bırakıyorsunuz. Amsterdam’ın bisiklerinin hikayesine gelince... Provos denilen bir grup radikal, 1965 yılında çevreyi koruma amaçlı Beyaz Planlar adı altında bir dizi fikir üretirler. Şehrin trafik sıkışıklığına çözüm olarak ortaya atılan Beyaz Bisiklet Planı, bunların arasında en ünlüsüdür... Amaç halka beyaz renge boyanmış bedava bisiklet sağlanmasıdır... Bisikletlerin yarıdan çoği çalınıp başka renge boyandıktan sonra satılınca bunun iyi bir fikir olmadığı anlaşılır. Bu çalınma olayı anarşist denen Provoslar’a şehrin az sayıdaki faşistleri tarafından verilen bir ceza olduğu iddia ediliyor. Bugün tekrar kullanıma başlanan beyaz bisikletlerin kilidi ancak elektronik ”akıllı kart” ile açılabiliyor.

Hollandalılar’ın lale ”takıntısı” ilk lale soğanının lalenin anavatanı olan Türkiye’den 16’ıncı yüzyılda getirilmesiyle başlamış. Hollandalılar’ın laleye verdikleri ad ”Tulip”, Türkçe’deki ”turban” kelimesinden geliyor. Bahçıvan Johan van Hoolheland, Türk lalelerini melezleştirip farkli şekil ve renklerde üretmeyi keşfedince lale, Hollanda’da ticaretin başta gelen ürünü olmuş. Kırmızı, pembe ve beyaz laleler en değerli olarak bulunurken, geçtigimiz yüzyıllardaki ihtişamını diğer bitkilerden geçen bir bakterinin verdiği hastalıkla kaybetti. Yine de çeşitli renk ve türde üretilen laleler, Bloemenmarkt’ta turistlerin rağet ettiği hediyelik eşyaların başında geliyor.

Tarihine Katolik başlayan Amsterdam’da protestanlık ve Calvinizmin ardından bugün dine inanan pek kalmamış, % 60 kendini ateist olarak tanımlıyor. %19 oranındaki Katolikler, Roma kilisesinin hiyerarşi, kürtaj ve doğum kontrol yöntemlerine karşı fikirlerini paylaşmadıkları için kendilerine ”roman katolik” değil sadece ”katolik” diyorlar.

Şehrin Müslüman nüfus oranı % 8... Başa seçimle gelen devlet başkanınca yönetilen Hollanda’da hiç bir politik güce sahip olmayan kraliyet ailesine karşı derin bir sevgi var. Kralice Beatrix’in resmi doğum günü olan 30 Nisan Kraliçe Günü ilan edilmiş ve herkes kraliyeti temsil eden portakal renginde giyinerek, düzenlenen büyük sokak partisine katılıyor. Amsterdam’a nisan ayının son haftasında giderseniz valizinize portakal renginde bir giysi koymayı unutmayın!...
__________________

Etikete Gerek Yok EskiLer Bizi Tanır .!
havali_cocuk Ofline   Alıntı ile Cevapla