Tekil Mesaj gösterimi
Alt 06-12-2007, 01:27   #1
taKi_bJk
 
taKi_bJk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Futbol filmi yapsam adı 'HAYAT'olurdu

Zeki Demirkubuz, bu toprakların yetiştirdiği en değerli yönetmenlerden biri, kendini öyle nitelendirmese bile… C Blok'la başladığı serüvenini sırasıyla Masumiyet, Üçüncü Sayfa, İtiraf, Yazgı, Bekleme Odası ve Kader'le devam ettirdi. İnsanı, salt insan doğasını tüm veçheleriyle ortaya koymasıyla kendine ait bambaşka bir sinema dili oluşturdu. Bilenler, tanıyanlar için ise çok iyi bir Beşiktaş taraftarı. Beşiktaş'ın maçlarını kendine ait locasından değil kendini ait hissettiği Kapalı'dan seyrediyor. Beşiktaş'a, futbola ve sinemaya ait tüm merak ettiklerimize sineması gibi sahici bir dille cevap verirken ekliyor: "Bütün suçlarına, günahlarına, kabahatlerine rağmen bence futbol olgusundaki en masum kitle hâlâ taraftarlardır."

Futbolu ve Beşiktaş'ı ne kadar yakından takip ediyorsunuz?

Özellikle son beş yıldır, Beşiktaş hayatımdaki birçok şeyin önüne bile geçti diyebilirim. En az sinema kadar. Aslında sinema üzerine çok fazla düşünen biri de değilim. Sosyal bir sinemacı olmadığım için, sadece hikâyelerimi, ne anlatmak istediğimi düşlüyorum. Hayatı anlamaya çalışırken orada anladıklarım orada süzdüklerim bende sinema yapma, bir film çekme duygusu yaratıyor. Sinemayla ilişkim neredeyse bununla sınırlı kaldı. Ama Beşiktaş bir insanın hayatında derdini, çocuklarını, sevdiklerini, ülkesini düşünmesi gibi bir boyuta geldi. Bu aslında iyi Beşiktaşlıların ya da Beşiktaş'a önyargısız bakabilen "Bu Beşiktaşlılar nasıl insanlar?" ya da "Bu Beşiktaş nasıl bir kulüp?" diye biraz merak eden insanların da hissedebileceği bir şeydir. Çünkü ben Beşiktaş'ı bizim ülkemize benzetiyorum. Bir sürü şeyiyle, karakteriyle, ruhuyla, akıldışı yanlarıyla, kaderiyle filan böyle bir bağ var. Yalnız kötü ve şikâyet edilebilir bir şey değil bu. Bu hayatın diğer alanlarında memnun olmadığım, kendimi oraya ait hissetmediğim, hatta değersiz olduğunu düşündüğüm bir sürü şeyden kurtulmamı sağlıyor. Beş yıl önce, insani olarak böyle bir eşikteydim, hayat beni bir yere getirip bırakmıştı. O sırada kardeşim, şunlar bunlar, Lucescu'nun kişiliğinde bazı şeylerle yeniden ilgilenmeye, yıllar sonra maça gitmeye başladım. O beni yeniden hayata döndürdü. Hayatla yeniden başka türlü, daha hayat dolu bağlar kurmamı sağladı. O yüzden Beşiktaş'la ilgili günümüz futbolunda insanların beklentileri üzerinden bir ilişkim yok. Beşiktaş ikinci lige düşse, ben bundan herhangi bir şey kaybetmem. Zaten skorları yenmesi, yenilmesi, benim için neredeyse aynı değerde. Hatta yenilgileri ve sorunları bütün bu süreçte onunla daha büyük bağlar kurmama sebep oldu.

Kör Tuğrul'u yani Tuğrul Şener'i çok sevdiğinizi yazınızdan biliyoruz. Zamanında kendinizi özdeşleştirdiğiniz futbolcular var mıydı böyle?

Zaten benim Beşiktaş hikâyemde de biraz o vardır. Biz Isparta'da futbolcu nedir, kimdir bilmezdik. Evimizde o zamanlar televizyon yoktu. Gazetelerin özellikle de Tercüman gazetesi gelirdi, arkası spor sayfası olurdu, oralardan gördüklerimle bir futbol bilgisi oluşmuştu. Daha çocuktuk, ama pek çok Beşiktaşlı'nın takımıyla olan ilişkisinde genel olarak bir hikâye, bir inat, sıradışı bir durum vardır. Fenerliler veya Galatasaraylılar gibi önüne koyulan seçenek şeklinde olmaz o ilişki. Benimki de şöyleydi: Evimizin yanında bir şadırvan kahvesi vardı, onun bahçesinde oynardık, ilkokul öncesi ya da ilkokula başladığım yıllardı. Oynardık ama içeri girmemiz yasaktı. Öyle olunca içeriyi merak ederdim ben, içeriye bakardım sık sık. İçeride büyük bir ayna vardı, yanında da bir futbol takımının posteri asılıydı, her bakışımda siyahbeyaz renkler hemen gözümü alırdı. Siyahbeyaz rengin en büyük özelliği de odur; Dünyanın en büyük tezatlığıdır. Gözümü alırdı, bir türlü o resme şöyle doya doya bakma fırsatı bulamadım. Biriki kere girdim, boyum çok küçük olduğu, resim de yüksekte kaldığı için yine hâkim olamadım. Uzun bir zaman o resmin içindekilerin kimler olduğunu merak ettim. Futbolcuları yakından tanımak için bir olanağımız daha vardı; çikletlerden çıkan resimleri. Kimse bana "Beşiktaşlı ol" demedi, Isparta'da öyle bir gelenek de yoktur zaten. Herkes ya Fenerliydi ya Galatasaraylı. Ben, o resimden o futbolculardan, özellikle de Kör Tuğrul'dan, Kör Tuğrul'un o tipsizliğinden etkilendim. Bazı insanların içinde doğal olarak var bu demek ki: Ben hayatta da güzelleri, yakışıklıları merak etmedim hiç. Bugün filmlerimde de bu var, hep daha karanlık şeyleri merak ettim.

"Böyle böyle karardım, böyle böyle Beşiktaşlı oldum" diyorsunuz yani?
Evet, gerçekten öyle.

O metin gerçekten de çok güzel. O kadar kısa bir yazıda o duyguyu verebilmek çok önemli. Aynı duyguyu Radikal İki'ye yazdığınız kardeşinizle ilgili metinde de veriyorsunuz. Spor üzerine daha çok kalem oynatmak istediniz mi hiç?

Yok, özel olarak düşünmedim, çünkü bu benim duygum. Buradaki söyleyebileceğimiz bu bağlarda, bütün bu konuşmalarda ya da Beşiktaş'la olan hikâyemdeki tek durum aslında akıldışılık. Bunun tek bir açıklaması kalıyor geriye; bu benim duygum. Dolayısıyla ben bunu başka bir hale getirmem. Zaten en büyük reflekslerimin, en kızgın olduğum zamanların ya da duygularımın en yüksek olduğu en büyük sevinçleri yaşadığım zamanlarda bile bir refleks geldiği zaman, "Hani bir şey yazayım insanlarla paylaşayım" diye, orada biraz duruyorum. Çünkü giderek bir görev haline gelir. Hatta bazen istiyorlar, o anda benim de hoşuma gidiyor, söz veriyorum ama onu yapmaya oturduğum zaman yazamadığımı, zorlandığımı ya da sahte olmaya doğru gittiğini görüp vazgeçiyorum. Onun benim içimden gelmesi lazım. Çünkü Beşiktaşlılık benim kimliğim değil, görevim değil bu böyle bir şey. O az önce anlattığım günlerdeki masumiyetimi de hiç yitirmemeye çalışıyorum. Beşiktaş seyircisi kaba, holigan şu bu denir, tamam öyle yanları da vardır. Bunu önemsediğimi de söyleyeyim ayrıca. Burası Türkiye, yani böyle olmazsanız çöpe de gidersiniz. Şunu da görüyorum ki statta, yolda, sokakta, maça giderken, gelirken bir sürü arkadaş filmi izlemiş filan bu insanlarla konuştuğum zaman, ya da onların Beşiktaşlılık hikâyelerini dinlediğim zaman inanılmaz hikâyeleri olan insanlar. Bunu böyle çok yüceltmek adına falan da söylemiyorum. Mesela Fenerli, Galatasaraylı arkadaşlarım da var onlardan böyle hikâyeler duyduğum çok az oluyor. Onların da var elbette, ama daha çok genel bir pompalamanın, revaçta olan bir siyasi partinin taraftar kazanma biçimi gibi sanki. Ama Beşiktaşlılara bakın ya babasına, ya dayısına, ya okulundaki arkadaşlarına isyan etmiştir. Bir gün Beşiktaş çevresini, içindeki kötü durumları, yanları, sorunları iyi bilen arkadaşlarım bana bunu anlatmaya başladılar. Bugün Beşiktaş yönetiminde, ki sadece bugün de değil, benim nefret edebileceğim, sevmeyeceğim bir sürü şey olduğunu çok iyi biliyorum. Onlara şöyle dedim "Bana bunları anlatmayın. Ben kendimi tanıyorum, bunlara kayıtsız kalmam. Benim hayatta sahip olduğum yegâne iyi şey bu. Zedelenmez, ama yine de bana bunları anlatmayın." Hayatın her alanında bu kadar gerçekçi olmayı seçmiş biri olarak bunu korumaya çalışıyorum. Bugün baktığım zaman inanın Beşiktaş dışında bir sürü şey artık bana ülkede boş gelmeye başladı. Çünkü insan biraz da böyle. İnsanın yüksek bulduğu, değer verdiği, akıldışı bile olsa bir şeyler olmalı. Öbür türlü hayatı yaşarken zorlanmaya başlıyoruz. O yüzden bunu korumak adına, bunu bir yazıya dökerken Beşiktaşlı kimliğini ön plana çıkarmamaya da özellikle dikkat ediyorum. Duygusuyla istediği kadar bilinsin, bir taraftar gibi istediğim kadar algılanayım hatta holigan olarak bile algılanmaya hazırım ama "Beşiktaşlı adam" diye, hani piyasada bir sürü böyle Beşiktaşlı, ortalıkta Beşiktaş üzerinden prim yapmaya çalışan adam var ya, onlar gibi olmamak için de özen gösteriyorum.

Devamlı Zeki Demirkubuz Beşiktaş belgeseli çekti, çekiyor, çekmek üzere diye sözler dönüyor ortada, bunların hepsi şehir efsanesi mi?

Hayır, onların benimle bir ilgisi yok. Şu var mesela, ben ikiüç senedir maçları kapalıda seyrediyorum. Bazen maç da kötüyse bırakıp çocukları seyrediyorum. Yüzlerine bakıyorum uzun uzun. Futboldan ötede başka bir şey de var. Tabii ki futbol da var, takım sevgisi var ama o sevginin kaynağına dair benim kafamı karıştıran, kafamda sorular oluşturan bir şeyler var. Bunları anlama arzusu uyandıran bir belgesel yapma ya da işte Çarşı'nın belgeselini yapma her zaman bende varolan bir şeydir. Ama "Çarşı desibel rekoru kırmış, Çarşı şöyle bir sosyal konuya el atmış," değil ben zaten böyle bir şeyi beceremem de. Yusuf Tunaoğlu belgeseli de yapmak var kafamda. Ama ben Yusuf Tunaoğlu'nu sadece futbol kriteri olarak alsam, daha iyi bildiğim Sergen'i yaparım. Bir Anadolu takımında maçtan sonra, tüm yöneticileri öbür takıma küfrederken, haksızlığa uğradığını söylerken "Hayır bunu biz yaptık, bahane bulmak hiç dürüstçe değil" diyen futbolcunun belgeselini yaparım. Çünkü beni insan duygusu olarak yakalayan değerli bir şey var orada, anlaşılması gereken. Beşiktaş Şampiyonlar Ligi şampiyonu olsun ben bunun belgeselini yapmam ama 2.Lige düşerse onun belgeselini yapabilirim. Beşiktaş'ın küme düşme, düşmeme maçı olan o Zonguldakspor maçına 67 bin seyircinin gelmesini, ne bileyim 12 Eylül döneminde şampiyon olduğumuz yılki o sokağa çıkma yasağına rağmen Trabzonspor maçından sonraki kutlamaları. Fakat bir hayat duygusu bulamayınca bırakın belgeseli, filmi, fotoğrafını bile çekmem o şeyin.

Filmlerinize en yakın bulduğunuz maç hangisi?

Beni o açıdan en etkileyen şey tabii duygudur. Değişik duyguların, farklı duyguların yaşanma durumudur. Gençlerbirliği'ne 43 yenildiğimiz maçtır mesela. Oradaki İlhan Mansız'ın o hali hiç aklımdan gitmiyor. İnsan doğasını anlama çabasından bahsediyorum ya, yani İlhan Mansız'ın bile bilmediği derinlerindeki bir duygunun ortaya çıkması beni inanılmaz etkilemişti. O gün ona İmansız demiştim ama İ. Mansız'ı bilmiyordum, onu düşünerek söylememiştim. Bir gün maça giderken bir çocuğun formasında gördüm, İmansız yazmış acayip hoşuma gitti.

Son dönemde Beşiktaş ya da dışından beğendiğiniz futbolcular var mı?
Her şeye rağmen Beşiktaş'ta 5 tane sayabilirim. İlginç bir şekilde bunun kimse böyle olduğunu düşünmüyor ama sezgilerim Higuain'in Beşiktaş'a, hem ruh hem de yetenek olarak en yakışan futbolcu olacağını söylüyor. Benim o çocuğa geldiği günden beri garip bir inancım var, inanç da değil bu sadece sezgisel bir şey. Delgado'nun takım yapılırken, sistem oluşturulurken biraz daha kriter haline getirilerek düşünüldüğü takdirde hem çok iyi Beşiktaşlı hem de olduğundan daha yararlı olacağını düşünüyorum. Ama beni şu andaki Türkiye'de hem duygusal olarak, hem oynadığı futbol olarak en etkileyen futbolcu Tello. Hatta o çocuğa bakınca bazen gözlerim doluyor. Serdar Özkan'ı kesinlikle çok beğeniyorum ama Tello'yla, Higuain'in verdiği duyguları vermiyor bana. Cisse'ye garip bir sempatim var. İlk geldiği zaman bizim bir arkadaş "Bu bizim boyacı" demişti, hakikaten de öyle. Biz zaten böyle bir dile, ruha sahibiz. Dikkat ediyorsan yerli futbolcuları söylemiyorum, garip bir biçimde yerli futbolcular bana daha profesyonelmiş gibi geliyor. İbrahim Üzülmez benim hep sevdiğim biridir. Giderek son zamanlarda daha tedirgin ve panik olduğunu görüyorum, çok üzülüyorum ama benim için çok şey ifade eder, benim için emeği simgeler. Futbolcular kişiliklerini ne yazık ki oynadıkları kulüplerin duygusuna, ahlaki kriterlerine göre oluşturuyorlar, bu beni çok üzüyor. Devamlı başka biri olmaya zorlanıyorlar. Ben rakip duygusuna teslim olacak biri değilim ama bir futbolcunun Fenerli olma hali diye bir fotoğraf var artık. Mesela Galatasaray benim için daha vukuatlı bir alandır. Hakan Şükür ve ekürisinin, Ümit Karan'ın belirlediği davranış ahlakı. Skoru bana söylemesinler, Galatasaray'ın maçını izlerken Ümit Karan'ın rakip futbolcuyla bir mücadele sırasındaki tavrından Galatasaray'ın mağlup mu, galip mi olduğunu anlayabiliyorum. Eğer Ümit Karan, Hakan Şükür, Sabri kendisine çok sert bir faul bile yapılsa hemen o ağabey, babacan tavrını gördüğüm zaman "Ha Galatasaray galip ve işler yolunda" diye düşünüyorum. Ama en ufak bir şeye bir tahammülsüzlük, adil olmayan bir hırçınlık hali gördüğüm zaman iş değişiyor. Galipken değil, mağlupken de aynı tavrı gösterebilirlerse bende bir inandırıcılık uyandırıyorlar. Galatasaray futbolcuları benim için böyle bir topluluk. Tabii ki Ergün farklı, hoş Galatasaray'da da değil artık. Lincoln'ü çok beğeniyorum ama Feldkamp'ı daha çok beğeniyorum. Şu an benim belki en beğendiğim teknik direktör diyebilirim. Fenerbahçe futbolcularına baktığımda ise hep şunu görüyorum; bir resim vardır esnafların dükkanında, peşin satan ve veresiye satan. O peşin satan duygusunu veriyorlar bana, hoşuma gitmiyor o halleri. Bunun sağlamasını da şöyle yapıyorum. Bazıları Fenerbahçe'den gönderildikleri zaman Anadolu kulüplerinde oynuyorlar, orada veresiye satan gibi davranmaya başlıyorlar. Ama mesela bu tuzağa Beşiktaşlı futbolcular düşmüyor. Eskiyi zaten değerlendiremeyiz ama son yıllarda Beşiktaşlı futbolcuların bu anlattığım fotoğrafa benzer görüntüleri yok. En beğenmediğim adamın da, en doğru bulduğum adamın da böyle şeyler yaptığını bana kimse söyleyemez. Biz kaç defa İnönü'de yenildik, ben Saracoğlu'ndaki, Ali Sami Yen'deki manzaraların hiçbirini görmedim. Çünkü Beşiktaşlı futbolcu şunu biliyor, öyle bir çiğlik yaptığı zaman, seyirci bir şekilde onu affetmeyecek zaten bence Beşiktaş'ın da farkı bu. Başka takımlardan da beni etkileyen adamlar oluyor. Gerçekçi olma, adalet duygusunu ondan beklenenin üzerinde tutma çabasını gördüğüm zaman, onu bu ülkede ki her şeyin üzerinde tutmaya çalışıyorum zaten.

röportajın tamamını buradan okuyabilirsiniz..

http://www.tff.org.tr/default.aspx?pageID=286&ftxtID=2788
__________________
KIZLARIN GÖZÜ HEP YÜKSEKLERDE
ZENGİN PARALI ŞIK ERKEKLERDE
BİZİM ONLARDAN NE FARKIMIZ VAR
BEŞİKTAŞLIYIZ !
İŞTE O KADAR..
taKi_bJk Ofline   Alıntı ile Cevapla