Tekil Mesaj gösterimi
Alt 13-06-2006, 14:15   #7
ALPAY
 
ALPAY - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

ÇANAKKALE SAVAŞLARININ MANA VE EHEMMİYETİ

"Çanakkale Savaşları, Türk Savaş Tarihi'nin bir harp safhası ya da Birinci Dünya Savaşı'nın yalnız bir parçası değil; o başlıbaşına dünyayı dize getiren
ve dünyanın en güçlü ordularını Çanakkale Boğazı'ndan geçirmeyen "muazzam bir olay veya dünya tarihinin dönüm noktalarından biri"dir."
"Bu bakımdan Çanakkale Savaşlan'nın ehemmiyeti ve azameti zamana bağlı kalmadan gelecek nesle
"Tarihî -Askerî -İçtimaî -Ahlâkî -Ekonomik ve Siyasî bakımdan mütemadiyen bir inceleme zemini olacaktır.
Çünkü o, bütün cihan tarihi içinde cereyan eden yedi büyük olaydan ikincisidir. Bin yıllık Anadolu tarihimizin içinde ise
100'den fazla kazandığımız zaferlerin en büyüğüdür." Çanakkale geçilebilseydi bugün siz ve ben yoktuk.
Buna göre ülkemizin gerçek sahipleri Çanakkale Kahramanlaradır. Orada, Mustafa Kemal vardı. Seyit Onbaşı \e Yahya Çavuşlar vardı.
Bigalı Mehmet Çavuş da oradaydı. Harputlu Ömer Çavuş, Ödemişli Ömer Onbaşı hep oradaydı.
Dünya askerlik tarihinde benzerleri hiç olmayan 27. ve 57. şehit Alaylar vardı. Mevzilerde kendisi nöbet tutup, erlerini istirahat ettiren
Binbaşı arif Beyler vardı. Yetiş ya Muhammed, vatanımız elden gidiyor diye feryat eden ve en önde nara atarak İngilizleri kovalayan Binbaşı Lütfü Beyler orada idi.
işte şunu unutmayalım ki, bugünkü bağımsızlığımızda onların hakkı vardır.
Başka bir ifadeyle inanılması güç ve hissedilmesi imkânsız zorluklara rağmen Kendilerini feda ederek şimdi üzerinde oturduğumuz bu ülkeyi savundular,
\orudular, bizi yetim ve vatansız bırakmadılar. Bu kahramanlar Trablusgarp Savaşı başından İstiklâl Savaşı sonuna kadar;
Çanakkale'den Bakü'ye, Galiçya'dan Arabistan çöllerine kadar tam 10 yıl ve 10 cephede vuruştular. 70.000 esirimizden 60.000'inin mezarları bile bilinmiyor.
Yalnız Çanakkale siperlerinde 250 Bin gencimiz kaldı. 19 Mayıs 1915 günü Arıburnu Savaşlarında 6.5 saat gibi kısa bir zamanda 10 Bin kayıp verdik.
2000'i İstanbul Tıp Fakültesi öğrencileri idi. Fakülte 1916-1921 yılları arası 5 yıl mezun veremedi. 22 Milyonluk Türkiye 13 Milyona indi.
Anadolu'da yaşayan her üç kadından biri dul kaldı. Her üç hanesinin birinden bir kişi Çanakkale'ye gelip ya şehit oldular ya gazi.
Yalnız Çorum ilimizden 4.400 şehidimiz Çanakkale siperlerinde kaldı. Türk Milleti, 1000 yıldır içten ve dıştan gelen son derece ağır tehdit ve terör
olaylarına karşı samimiyetle hürriyet, barış ve tevhit inancı için seve seve kanını sebil etmiş ve sayısız şehit vermiştir. Yani Tevhit,
Hürriyet ve İstiklâl uğruna en çok şehit veren millet; Türk Ulusu olmuştur. Onun için İstiklâl Marşı şairimiz,
Türk Vatanı için; "Toprağı sıksan şüheda fışkıracak", "Bastığın yerleri toprak diyerek basma, tanı.
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı" ifadeleri bu tarihî gerçeğin mübalağasız tespitinden ibarettir.
"Hülasa bu müdafaa üç mucize yaratmıştır: Hali kurtardı / Maziye azametini iade etti / Anadolu'da,
9 asırlık mevkiinde sükût etmek üzere iken onu kaldırdı. Onlar, denizden gelen çelik, ateş ve insan sellerine
İngilizlerin asla tahmin edemeyecekleri bir inatla pervasızca direndiler, ölümden ötesini ararcasına dövüşerek Türk Milletinin adını destanlaştırdılar.
Başka bir ifadeyle iman ve vatan sevgisiyle dolu göğüslerini düşman zırhlı ve askerlerine gerip, arzuladıklarına kavuştular.
Yani fennin, en son buluşları ile havadan yağdırılan kızgın çelik ve ateş sağanağını iman ve cesaret dolu göğüslerinde söndürdüler."
Kısacası Çanakkale'de doğulusu ve batılısıyla düşmana karşı el ve gönül birliği içinde karşı koyan aziz milletimiz; bugün tezgâhlanan bu oyunların da farkındadır.
Bu fitneleri de zararsız hale getirecek güç ve azimdedir. Bunda kimsenin şüphesi olmamalıdır ve bu böylece bilinmelidir.



ESAS KAYBIMIZ - ACIMIZ

"Bir kere 100.000'den fazla "Öğretmen - Mülkiyeli - Tıbbiyeli" ve Türk Ocakları'ndan yetişmiş aydınımız erimiştir.
Sonraki dönemlerde de yerleri asla doldurula-mamıştır." Yani Çanakkale Savaşları, Türk Milletini ileriye taşıyacak münevverlerini tüketmiştir.
O günün şartlarında beyin takımı denilen ve küçümsenemeyecek sayıları bulan bu kayıpların ve özellikle
Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki yıllarda alabildiğine hissedilmiştir. Günümüzdeki yozlaşma da Çanakkale Savaşları ile irtibatlıdır.
Hülâsa, İngilizlerin tabiri ile "Çanakkale Savaşları, Türk ordusunun ve dolayısıyla Türk Milleti'nin gençliğini yiyip bitirmiştir".
İngilizler ve Fransızlar için de keza. Yalnız bir farkla; Biz niçin savaştığımızı ve neden öldüğümüzü biliyorduk. Buna değdi de.
Ama onlar, bir hiç uğruna harcanıp gittiler.

ALMANLARLA BİRLİKTE NEDEN SAVAŞTIK?

Bu soru hemen bütün turlarda soruluyor. Bu itibarla böyle özet bir yazıyı eserin baş tarafına koymanın faydalı olacağını düşündüm.
Başbakan Bismark 1870-1871 savaşında Fransa'yı yenerek 18 Ocak 1871'de Alman İmparatorluğu'nü ilân etti.
Buyükselişi hazmedemeyen İngiltere ise onu ezmek isteyecekti. Yani Almanların,
denizlerde ve sömürgelerde İngiltere ile rekabete girişmelerine asla tahammül edemezlerdi. Psikolojik o\atak da ananevi
Britanya İmparatorluğu böyle bir şeye asla katlanamazdı. Bu yüzden Almanların karşısında olan Rusya'ya yaklaşması gerekiyordu.
Ama 1791-1798 Rus-Türk Savaşlarından beri Rusya'nın Akdeniz'e inmesine engel olmak için 100 yıldır hep Osmanlı İmparatorluğu'nün yanında görünmeye
çalışmıştı. Ancak kendi hesabına da pek bir şey kazanamamıştı. Şimdi bu işten vazgeçmeli idi.
Mamafih kısa bir süre daha bu politikayı sürdürerek Kıbrıs'a yerleşti. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu'nün toprak kayıpları hızlanmıştı.
Artık ona da destekçi olmanın anlamı yoktu. Buna göre yıkılan ve yıkılmakta olan İmparatorluğun üzerine Rusların çöreklenmesi yerinde olamazdı.
Doğuda bir Ermeni Devleti'nin kurulması daha hesaplı olurdu. O halde hem Rusların yanında görünmeli ve hem de bu oyunu tezgahlamalı idi.
Bunun için 1880-1886 arası elaltından Ermeniler hep kışkırtıldı. "Ne var ki Sultan 11. Abdülhamit'in Ermeni Meselesindeki tavizsiz siyaseti bu oyunu bozdu.
Ama adı KIZIL SULTAN'a çıktı. Tahrikler sonucu Batı Başkentleri Ermeni Mezalimi adı altında İmparatorluğu telin mitingleri ile çalkalamaya başladı.
İşte telin mitingleri Berlin'de yankı bulmadı. Yani Almanlar olayı ciddiye almadı. Hem 1883-1895 arası askeri misyon da sağlanmıştı.
Yüzlerce Türk subayı ve ordu cerrahı eğitimlerini Almanya'da tamamlayarak hemen hepsi birer Alman sempatizanı olmuşlardı.
Enver Paşa ise başta geliyordu. O halde Osmanlı, Almanlarla neden işbirliği yapmasın ki? İşte böyle düşünenler az değildi.
Sonra bu sıralarda iki memleket arasındaki ticaret de iyice hızlanmıştı. 1880'de Türkiye'nin Almanya'ya 2.5 Milyon Marklık ihracat hacmi
1905'te 71 Milyon Markın üstüne çıkmıştı. Nihayet 1897'den 1912'ye kadar İstanbul'un Alman sefiri olan Baron Marschol von Blederebttein,
bu dostluğu iyice geliştirerek Birinci Cihan Savaşı için Alman-Türk İttifakını gerçekleştirmiş oluyordu. Enver Paşa nerede Alman Sefiri orada idi.
Diğer yandan İngilizlerin iki yüzlü siyasetleri Osmanlı Yönetimini iyice bezdirmişti. Bu bakımdan Enver Paşa, "Eh be canıma yetti" deyip 2 Ağustos 1914 günü
Alman Elçisi ile Rusya'ya karşı ikili gizli bir andlaşma imzaladı. Bu sıralarda gene beklenmedik bir hadise daha oldu, şöyle ki;
Osmanlı İmparatorluğu Yunan ve Ruslara karşı deniz gücünü kuvvetlendirmek için İngiltere'ye iki gemi siparişi vermişti. Sultan Osman ve Sultan Reşad.
Gemiler tamamlanmak üzereydi. 7.5 Milyon Sterline mal olmuşlardı. Paranın % 90'ı peşin ödenmişti. Çoğu da halktan toplanmıştı. Dul kadınlar bile saçlarını
satarak o gemilere vermişlerdi. Hâl böyle ikin İngiltere Hükümeti, Almanlarla olan ilişkilerimiz ve Alman-İngiliz çatışması ihtimaline karşı
3 Ağustos günü gemilerin Türkiye'ye verilemeyeceğini ilân etti. Artık niyetleri anlaşılmıştı ve Osmanlılara saldıracaklardı.
Hiç beklenmedik bu hadise karşısında Osmanlı Hükümeti ve halkı adeta şok olmuştu. İkdam Gazetesi şiddetli bir İngiliz ve Rus aleyhtarlığına girişince
/ancak bu gazete işinde Almanların parmağı vardı/ İngiltere ve İmparatorluk birbirlerine saldıracak derecede savaş haline gelmişlerdi. Artık bir şey yapılamazdı.
Ok yaydan çıkmıştı. Tam bu sırada ise iki Alman gemisinin "Breslau - Goeben" Çanakkale Boğazı'ndan içeri girmesi bardağı taşıran son damla oldu.
İngiltere'nin siparişimiz iki gemiyi vermemesi ve Türkiye'nin bu iki Alman gemisine Çanakkale Boğazı'ndan geçme izni vermesi ve bunlara ilave Yunanistan'ın
Türkiye'ye inat ABD'den iki gemi satın alması; Osmanlı Devletinin Almanya ile birlikte savaşmaları için başlıca görünür sebepleri idi.
Şimdi işin esas püf noktasına gelince: Osmanlı Yöneticileri, Almanların İngiliz ve Ruslarla savaş halini biliyorlardı ve bu savaşı mutlaka
Almanların kazanacaklarına inanıyorlardı. Kendileri de en son olarak Kafkasları kaybettikleri gibi, Balkanlar da elden çıkmıştı.
Alınanlarda ilk anda Rusları ve Fransızlan ezmişlerdi. Bunun için Almanlarla savaşa girerlerse kaybeden kendileri olmayacaktı.
Dahası kaybettikleri toprakları da geri alabileceklerdi. Hatta Enver Paşa, Kafkaslar ve Afganistan üzerinden Hindistan'ı işgali bile hayal ediyordu.
Onun bu niyetini Alman Paşası Liman Von Sanders'ten başkası bilmiyordu. Zira burada Padişah, Sadrazam ve Hükümet falan yoktu. Her şey Enver Paşa idi.
O Almanlarla birlikte savaşa girilecek dedi ve girildi. Sarıkamış yenilgisinde 100 Bin Mehmetçik karların içine gömüldü, padişah bu olayı dört ay sonra öğrendi.
Kısacası o gün için İmparatorluğun en kudretli adamı Enver paşa idi. Astığı astık, kestiği kestik. İstediğini emekli istediğini idam ettirirdi.
Yalnız burada çok önemli bir mesele daha vardı. O da şu idi: Bir kere Avrupalılar ve Ruslar artık Osmanlının her işine burunlarını sokuyorlardı.
Bu da imparatorluğu- canından bezdirmişti. Bu yüzden savaşa girilmiş, girilmemiş değişen bir şey olmayacaktı.
Hasta Adam ilân edilmiş ve paylaşılma nasıl olsa denenecekti. Dünya başlarına üşüşecekti. Buna Almanlar da dahildi. Herkes bunun farkında idi.
Bu bakımdan Enver Paşa'ya destek de vardı. Özellikle genç subaylar Balkan lekesini silmek istiyorlardı. Balkan Savaşı'nda esir düşüp sonra evine dönen
Üsteğmen Saffet Bey'e refikası Fatma Hanımın; "yürü Çanakkale'ye alnındaki lekeyi sil de gel" demesi anlamlı idi.
Hülâsa silahla bir çıkış yolu aramalarında bir sakınca yoktu. Bırak şanslarım bir de öyle denesinler. Çünkü kaybedecek pek bir şey kalmamıştı.
Balkan ve Kafkaslar elden gittikten sonra... Ama olmadı. Şansları yaver gitmedi. Ulu çınar ömrünü tamamlamıştı. Son bir defa Çanakkale'de dalgalandı
ve sonra da uçup gitti. Ama öyle bir miras bıraktı ki; Anadolu'ya gömdüğü şehitlerin isimlerini bile tarih sayfalarına sığdıramazsınız.
Dahası dünyayı toplasanız, Çanakkale Kahramanlarının, dedelerinin mezar taşlarını bile okuyup-bitirmeye ömrünüz yetmez.
ÇANAKKALE SAVAŞLARINA GELİŞİN TARİHİ SEYRİ

Milâttan önce l.yy'dan-Milattan sonra 7.yy'a kadar dünyanın tek hakimi Romalılar idi. İranlılar zaman zaman karşı gelse de etkili olamıyorlardı.
İslâmiyetin çıkışı ve Kudüs'ün fethi ile Roma kendisine bir rakip çıktığını anlamıştı.
Bu itibarla Batının Doğuya gerçek tepkisi Kudüs'ün fethi ile başlamış Malazgirt darbesi ile de derinden sarsılan Batı ve Bizans,
Müslüman Türklere karşı korkunç planlar yapmaya başlamışlardır.
Ama kader çizgisi değişmedi. Batılılar son Haçlı Seferini düzenledikleri zaman, Osmanlı akıncıları Tuna nehrini çoktan geçmişlerdi.
Yani Batının bütün tedbir ve muhalefetine rağmen dünyanın kalbi olan boğazlar
ve Anadolu Türk milletinin eline geçmişti.
Bu olayın dünya medeniyet ve savaş tarihinde misli ve dengi bulunup gösterilemez. Ne var ki; Batı pes etmedi ve Milâdî 700 yılında başlattığı kavgayı
1683 Viyana Bozgunu ile kazanmış oluyordu. Görülüyor ki 700'den 1683'e 983 yıl sonra bütün bir Batı tarihinden gelen kin ve nefretle
Osmanlıyı paylaşma yarışına girmişlerdir. Osmanlı ise son girdiği Trablusgarp ve Balkan Savaşı'nın yenilgisi sebebiyle Maliyesi iflasa girmiş,
ordu zayıflamış, diplomasisi yetersiz kalmış ve savaş gücü de tükenmişti. Yani 600 yıllık Devleti Aliye içeride ve dışarıda saygınlığını yitirmiş bir devlet
görünümünü arz ediyordu. Artık, o elinde kalan toprakları üzerinde büyük devletlerin emelleri olan bir ülke idi.
İşte İmparatorluk böyle bir talihsiz durum sergilerken, özellikle Almanya güçlenen ekonomisi ve silah gücüyle kabına sığmıyor ve taşıyordu.
Bunun için İngiltere ve Fransa'yı ezip Avrupa ve dolayısıyla dünya liderliğine soyunmak istiyordu. Bir bakıma Osmanlının yerini almak arzusundaydı.
Mamafih bunu ona hissettirmek istemiyor ve bir bahane arıyordu. İstenen de oldu. Zira Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Ferdinand ve eşi
28 Haziran 1914 günü Gavrilo adlı bir Sırp genci tarafından öldürüldü ve l ay sonra Macaristan orduları Sırbistan'a saldırıya geçtiler.
__________________
UMUTLANDIRIP




[ U T A N D I R M A Y I N ]
aLPay by C@RSI Since 1970
ALPAY Ofline   Alıntı ile Cevapla