Tekil Mesaj gösterimi
Alt 13-06-2006, 14:18   #9
ALPAY
 
ALPAY - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Ali, "Ne yardımı ulen Koca Seyit? Delirdin mi sen, kaç okkadır onlar bilin misin? Tam 215 okka /275 kilo/. Acep iki kişinin, beş kişinin harcı mı onları kaldırıp da
-namluya koymak. Görüyorsun ki, matafora bozuk. Yüz okkalık adamları kaldırıp da yere vurmasına benzemez bu iş, demir bu, et değil" dedi.
Lâkin benim gözüm kızmıştı bir kere. Belki de Allah, "Yüklen Seyit, gücün, kuvvetin bende" diyordu. Ali'ye: "Ulen Ali, bu acılara dayanılır mı?
Bana çok dokundu ya bu, hani benim teağmenim, hani benim Memet Çavuşum, hani benim Konyalı Ömerim, hani otuz altı arkadaşım, nerede len onlar?" dedim
ve Besmele çekip de "Vatanın, milletin için göster kendini gayrı ya Seyit" deyip bır karakucak ettim güllenin birisini amma birden havaya kaldırmışım.
Ali, görünce şaşırdı zavallı, "Yaşa Ulen Koca Seyit" dedi ve koşa koşa yanıma geldi, namlunun içine sürerken o da yardım etti gayrı.
Eyice yerleştirdik gülleyi namluya. Önde giden geminin birisine nişan aldım, "Ali dedim sen de : teki gemiye iyi bak" Ya Allah deyip de odakladım buna.
Ali hemen "Vurdun Koca Seyit" diye bağırarak düştü. Ben "Şayi mi ulen Ali, deme ulen" deyip -anmaya inanmaya gözlerimi o tarafa kaydırdım,
geminin olduğu yerde bir uman yayılıverdi, biraz sonra duman dağılınca iyice baktık ki gemi yanlamış, içinde bir telâş, bir tarafını su gömmeye başlamış bile.
Birkaç lakika sonra bizim batarya komutanı Hilmi Bey'le bir Alman zabiti koşup geldiler. Hilmi Bey, "Ulen Koca Seyit, sen mi ateşledin topu?" dedi.
Ben seslenmedim Ali, "Evet Komutanım, koca Seyit ateşledi. Hem komutanım gülleyi de tek başına kaldırdı" dedi.
Hilmi Bey, "Aferin ulen Koca Seyit, batırdın gemiyi be. Şehit arkadaşlarının intikamını fazlasıyla aldın."
Ben, "Bırakmam, alırım komutanım" dedim
Hilmi Bey, "Bir gülleyi daha kaldır da ben de göreyim Koca Seyit" dedi. Ben, "Baş üstüne Komutanım" deyip gülleyi kaldırdım ve sürdüm namluya, onu da
Hilmi Bey ateşledi. Hilmi Bey gözlerimden öptü, Alman zabiti de şaşkın şaşkın bana baktı, sonra gelip bir şeyler mırıldana mırıldana elimi sıktı.
Böylece öğleden sonraki savaşta da İngiliz gemilerinden ikisi batmış /Koca Seyit'in batırmış olduğu OSEAN gemisiyle İREZÎSTIBL gemisi/ üçü beşi de ağır yaralar
alarak savaş dışı edildi, gerisi de pabuç pahalı diye kaçtılar. Biz de zaferi kazanmış olduk. Akşam geç vakit Cevat Paşa geldi yanımıza.
Şehitler için hem gözyaşı döktü, hem de benim yanaklarımdan öptü. Bir de onbaşılık nişanı getirmiş, onu da kendi elleriyle koluma taktı ve
"Söyle oğlum, mükâfat olarak başka ne istersin?" dedi. Ben de "Sağol Paşam, mükâfatımı verdiniz, başka bir şey istemem" dedim.
Cevat paşa, "Olmaz oğlum, senin hizmetin çok büyük, iste daha bir şeyler" deyip ısrar edince, bu defa ben de günlük tayın olarak elin yarısı kadar peksimet
veriliyordu, işte yüzü sorun Ahmet'e ve bu bize yetmiyordu; "Çift tayın verirseniz memnun olurum Paşam" dedim. Paşa "Ne demek, olsun oğlum, hemen verelim,
sana çift değil beş tayın bile azdır. Peke peki, hemen bu günden itibaren verelim" dedi ve yanındaki zabitlere "Bu kahramana bu günden itibaren çift tayın veriniz"
diye bildirdi. Birkaç gün çift tayın yedim, sonra ikinci tayın boğ3azımdan geçmez oldu. Kendiliğimden tekrar tek tayın yemeye başladım.
O gün Cevat Paşa'nın denize bakarak söylediği şu sözleri hiç unutamam: "Geldiler... Gördüler... Belalarını buldular!.."
Zafer gününden üç beş gün sonra 19 Fırka Komutanı Mustafa Kemal Bey de duymuş ve beni çağırtmış, yanına gittim.
O zaman onun rütbesi kaymakamdı /yarbay/. Maydos'ta Piyade Fırkası'na komuta ediyordu. Lâkin "çok yaman bir zabitmiş" diye arasıra neferler arasında sözü
edilirdi. Hani ben de onu görmek istiyordum. Neyse postasıyla vardık çadırına. İkimiz de karşısında önce birer selam aldık ve bir çivi gibi dimdik durduk.
Şimdi ben boyna onu bakıyordum. Mustafa Kemal Bey, masasının başında oturmuş bir şeyler yazıp okuyordu. Kemal Bey'in postası nefer, "Koca Şey it'i getirdim
Komutanım!" dedi.
Bir dakika hiç kıpırdamadan durduk. Sonra başını kaldırdı, bana baktı; "Edremitli Koca Seyit sen misin?" dedi.
Ben, titreye titreye "Evet komutanım, benim" dedim. Aman Allahım o ne heybet, o ne gözler, o ne bakışlar. Karşısında acaba durmak kabil mi,
heyecandan uçacaktım canım. Posta neferine "Bize iki kahve getir oğlum" dedi ve yerinden kalkıp yanıma geldi, eliyle şöyle bir omzumu yokladı,
gözleri üzerime çakıldı: "Rahat dur yavrum, hiç sıkılma yok, bak ben de senin gibi insanım, şöyle bana dön de gözlerini bana çevir" deyip alnımdan öptü.
Beni yanına oturttu, sigara vermek istedi, ben içmem deyip almadım. Kahveler geldi, karşılıklı sıkıntıdan
terleye terleye içtik. Bana "Güreşir misin, memleketinde ne iş yaparsın, evli msin. çoluk çocuk var mı?" dedi. Ben de: "Birazcık güreşirim, rençberlik
yapanz, evli değilim" dedim. "Kaç yıllık askersin?" diye sordu. "Altı yıllığım"
dedim. "Düşmanla neden savaşılıyor?" dedi. "Yurdumuza saldırdıkları için"
ledim. "Saldırmazlarsa?" "Savaş olmaz Komutanım" cevabını verdim. Sonra,
"Buraya yine beklerim, haydi bakalım yiğit yavrum, güle güle birliğine" dedi ve
elimi sıkarak beni uğurladı.
Bu görüşmemizden sonra Gazi'nin yanına bir kere daha vardım. O zaman da beni çok iyi karşıladı. Çok ısınmıştım, Mustafa Kemal Beye.
Hani hiç yanından ayrılmak istemiyordum. Çok sevmiştim onu. Daha sonra Yunan işgalinde duyduktu, Mustafa Kemal bir cephe kurmuş Anadolu'da.
Hemen bir kolayını bulup attım kendimi onun ordusuna. İşte bir kere de orada gördüm onu. Yunana yaptığımız Büyük Taarruz'un ikinci günü
/28 Ağustos/ bir iki yerimden yaralanmıştım. Beni top çeken katanalardan birisine bindirdiler, sahra hastanesine
götürüyorlardı. Meğer Mustafa Kemal Paşa da yolumuz üzerindeymiş. Bir bakınca hemen beni tanımış. "Sen misin Koca Seyit? Çanakkale Kahramanı Koca
Seyit, Kurtuluş Savaşı Kahramanı Koca Yiğit" dedi ve sonra arkadaşlarına dönerek:
"Bu millet yenilmez, değil mi içinde kahraman Seyitler, Ahmetler, Mehmetler var. Bu millet önünde durulmaz arkadaşlar. İşte bana cesaret, güven verip,
Kurtuluş Savaşı'na zorlayan bu yiğitler olmuştur. Bu büyük zaferi kazanırsak, onlara borçlu olacağız..." Daha sonra da yanımdaki sıhhiyelere
"Çabuk götürün, iyi bakın bu yiğide" dedi ve yanından ayrıldık. Hastaneye vardığımızda öyle bir baktılar amma meğer Büyük Gazi hemen arkamızdan
telefon yapmış. Neysem, biz hastanedeyken büyük zafer kazanılmış, yunanlılar Akdeniz'e dökülmüş.
Duyunca bu haberi, bir sevindik, bir oynaştık, deme gayri; sevine sevine öyle geldik köye. Cumhuriyet kurulduktan birkaç yıl sonra
büyük Gazi memleket gezisine çıkmış, bu arada da Havran'a uğramış. Köye bir haberci geldi.: "Çabuk Seyit. Gazi seni istiyor" dediler.
"Ülen, Gazi Ankara'da ya, ben nasıl giden oraya" dedim. •*Ulen, haberin yok mu, Gazi Havran'da ya, bugün Havran'da yatacak O" dediler.
Ben gayrı sevincimden uça uça bayır aşağı Havran'a doğru bir yollandım, yatsı sıraları geldim kaldığı eve. Yanında hanımı Lâtife de vardı.
Son olarak bir de orada görüştük. Eee lâf bitti, çok başınızı ağrıttık amma, bize müsaade edin de kaçalım gayrı".


ÇANAKKALE KAHRAMANLARININ MENKIBELERİ DEĞERLENDİRME VE TAHLİL
3. Kolordu 7. Tümen 20.
Alay l. Tabur Komutanı
Memduh ÖZKAN
Bey'in 4.08.1952
tarihinde Milli Savunma
Bakanlığı İstanbul
dairesine gönderdiği Çanakkale Savaşları'yla ilgili sunuş yazısında:
"Takdimine cür'et
ettiğim ilişik yazılarım
manevî kıymetler timsali olan Çanakkale'nin ruhlara huzur veren cazibesi içinde hayalimde canlanan maziye ait şahametin ruhumda uyandırdığı
üstün duyguları ifadelendirebilirse kendimi bahtiyar addedeceğim." İlgili yazı şudur:
"Türk asalet ve kahramanlığını cihana tanıtan milletler tarihinin siyasî akışını çevirip Türklüğün alın yazısını çizen cihanşümul harbin kilit noktası Çanakkale.
Milletin ruhunda insanlık âleminde sönmez ve ebediyen sönmeyecek olan hâtıra Çanakkale;
Çanakkale: Devletlerin ittifak manzumelerini değiştirdi. Hâkim oldukları topraklar üzerinde güneş batmayan zengin imparatorlukların birleşerek çıkardıkları bin
vesaite karşı binde bir nispette çarpışan Türk gençliğinin millî imanından döktüğü kanla "Milli Misak" hududunu çizdirdi.
Memleket irfanının /100.000/ Türk gencini aziz topraklarına gömdüğü bu mübarek yurt parçasının, her dakikasının müstesna bir kahramanlık destanı ile dolu
muhteşem günlerini unutmayacak, hayata gözlerimizi kapayıncaya kadar seni hep Çanakkale diye anacağız. Milletimiz namına gurur ve iftihar duyacağız.
VAZİYET: Boğazın methal kısmı Seddülbahir, Kumkale sükût etmiş, düşman harp sefineleri Morto Limanı açıklarından başlayarak
Bozcaada istikâmetinde kademeler teşkil ettikten sonra Saros Körfezi'ni doldurmuştu. Ve karaya çıkardığı yüksek sesli ve yüksek çaplı toplarıyla
Kirte berzahını ateşten bir çember içerisine almıştı.
Sanırım ki, içende kaldığımız bu ateş halesi, harp ettiğimiz mıntıkayı koparıp kaldıracak ve bir volkanın indifai gibi, denizlere gömülecekti.
HARP MINTIKASI: Kirte Köyü'nün güneyinde Kereviz Dere'den başlayıp kanlı Kirte dereleri yatak ve yamaçlarından geçerek Zığınderesi'nde, Saros sahilinde
nihayet bulan beş buçuk, altı km.'lik siper hatlarıyla Güney mıntıkasının gerisini çevirmek maksadıyla Arıburnundan Kocaçimene kadar uzanan fundalıkları,
yamaçları dik sırtları, sarp yarları ihtiva eden yarım daire şeklindeki düşman hattımüdafaa siperlerimizle çevrilmişti. Esas tabiyesini setir için tali mıntıkalara çıkan
düşman kısa zamanlarda mahvedilerek atılmış ise de düşman 1915 senesi Temmuzu ortalarında başladığı çıkarma tabiyesiyle Arıburau Muharebe Hattı,
Anafartalar batısında Suvla'nın Kemikli koylarını taşlı kireç tepelerine ulaşmıştı. İşte düşmanlarımızla bu hatlarda çarpışıyorduk.
Gelibolu berzahının dil gibi uzanmış bu dar cephesinde gemi ve kara toplarının püskürttüğü alevli dumanlar, siyah bulutlar halinde her tarafı kaplıyor,
binlerce gök gürültüsünün velvelesi içinde devam eden ateş, iniltili gürlemelerle semalara yükseliyor, boğucu seslerin akisleriyle her taraf sarsılıyor,
sanki binlerce tonluk dağların gürültüleri içinde, onbinlerce tüfek ve makineli tüfeklerin şakrak uğultularından çıkan kurşunlar,
başların hemen üstünden coşkun sellerin akışı gibi geçiyor, bombaların, lağımların, tayyare bombalarının koparıcı gürültüleriyle,
obüs mermilerinin yırtıcı sesleri içinde harp gittikçe artan bir şiddet ve şehametle devam ediyordu.
Koca Tümenlerin bile bir günlük kısa bir zamanda mahvedildiği bu mahşeri cehennemi bir nefeslik sükûn devresinde, harp sahasını dolduran,
parça parça olmuş cesetlerin arasında sağ kaldıklarını hayretle görenler hayatında aziz bildiği vatanı için batan güneşler gibi renkler içinde yatan şühedanın
mukaddes hatıralarından doğan ve sineleri doldurup taşan kudretle, ölümü hiç düşünmeden yurdumuzun kapısını kahir düşmanlara karşı kapamaya,
geçilmez bir hale getirmeye, imanlı bir azimle son dem hayatlarına kadar çalışıyor, artan bir gayretle uğraşıyorlardı.
-Ölümden Korkma- Allah'ın izni olmadıkça kimse can veremez. Başa gelmesi mukadder olan her şey mutlak gelecektir.
Onu sarsılmaz bir yürekle karşılamak gerekir. Bu azim ile dağlar devrilir, müşküller yenilir. Her yaradılış bir ölçüye tabidir. Kur'anda bu ölçü takdir manasınadır.
Takdir; bütün mevcudat ve mahlûkatın tabi bulunduğu kanundur. Değişmez, değiştirilemez. Bu düsturu hikmeti rehber olunca ölümden de korkulmaz.
"Harp, Savaş" yedibuçukluk sahradan sonra, onbeşlik obüslerden başlayıp, otuzsekizlik ağır mermilerin düştüğü kara parçalan zelzelelerle sarsılıyor,
infılâkten husule gelen seslerle karışık parçalanmalardan isabet ettiği yerde, ne bulursa zerrata taksim ederek, kopardığı kanlı taşları parçalamış demirleriyle
beraber minareler boyunca yükselerek dağıtıyor, alevli siyah dumanlar içinde fışkırarak yükselen bu topraklar; canlı kalanların üstüne yığılarak onları ölmeden
görmüyordu. Her taraf dumanlarla karışmış, alevler içinde yanıyor, topraklar insan ve şüheda kanı ile yoğruluyordu. Büyük şairimiz Akif in dediği gibi:
"Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda" numunesini gösteriyordu. İşte bu bunaltıcı ölüm çemberinde harp bütün şehametine devam edip gidiyor.
Çanakkale; bu mübarek vatan parçası, dünya ölçüsünde bir inhidamın ma'kesi oluyordu.
Öyle günler oldu ki, müdafaa siperlerimizin bulunduğu beş yüz metre karelik müstatili bir sahaya düşman ateşini azami teksif ederek on binlerce mermi yağdırdı.
Bu ufacık kara parçasını havanda döver gibi durmadan dövdü. Siperlerimizde tüfek, makineli tüfek ne varsa parçalanarak üç beş metre derinliklere gömüldü.
Karşısında canlı kimse kalmadığını anlayan düşman ateşi ile açtığı gedikte genişlemeye ve ilerlemeye çalıştı. Hasıl olan vaziyet derhal müdafaamızla çevriliyor,
cenahlardan ve koltuk siperlerden yapılan mukabil taarruzlarla ihata, düşmanı girebileceği mıntıkada imhaya, takatin üstünde bir gayretle uğraşılıyordu.
Geceli gündüzlü devam eden bu hunrizane çarpışmalarda sahayı harp cesetlerle doluyor, muharebeler devam ederken gömülemeyen ölüler de yaz günlerinin
sıcağında hemen tefessüh ederek muhitteki hava teneffüs edilmez bir hale geliyordu. Bu ikrah verici kokular arasında gıda almak mümkün olmadığından,
gıdasız, uykusuz tahammül edilmez meşakkat ile harap olan hayat sönüp gidiyordu.
Bir çok yerlerde siperlerimizle düşman siperleri arasındaki mesafe on metreyi geçmiyordu. Her iki taraf siperlerinin önlerine attığı yek diğerine bağlı dikenli telin
/Kirpi denilen/ manialarla bu aralıklar kapatılıyor, ani baskınlara karşı daima bir teyakkuz içinde sathi bir emniyet temin ediliyordu.
__________________
UMUTLANDIRIP




[ U T A N D I R M A Y I N ]
aLPay by C@RSI Since 1970
ALPAY Ofline   Alıntı ile Cevapla