Muzaffer binayı terk etti ve bahçeye indi. Şimdiki İstanbul Üniversitesi ve oradan Beyazıt Meydanına doğru giderken düşünüyordu: Ne yapmalı idi. Eli boş Çanakkale'ye dönemezdi. Arabaları zaten Almanlar vermişti. Biz şimdi lâstik bulamıyoruz. Bulsak, alacak paramız yok. Bunları düşünerek Beyazıt Meydanı'na gelmişti ki, birden durdu ve gülmeye başladı. Çare bulmuştu, bunun için sırıtıyordu. Hemen Yahudi tüccarının yanına koştu. Muzaffer Yahudiye: "- Paranın resmi işleri akşamüstü. Gece de iş olmaz. Yarın sabah Çanakkale'ye gidecek vapur da erken kalkıyor. Bunun için para işini hemen halletmeliyim ve erkenden de gelip götürülecek malları alıp gitmem gerekiyor. Bu itibarla mallarım çabuk hazır olsun. Hatta akşamdan hazırlanırsa daha iyi olur." Tüccar: "- Peki olur." Muzaffer tam ayrılırken: "- Altın para vermiyorlar. Kağıt para verecekler." Tüccar, buna da peki olur deyince Muzaffer âlâ dedi ve hızla Yahudi'nin yanından çıkıp gitti. Bakalım altından ne çıkacaktı? Ertesi günün sabahında tan yeri ağarırken Mehmet, Yahudi'nin kapısını çaldı. Tüccar malları hazırlamıştı. Merkez Komutanlığından getirilen arabaya alelacele kondu ve atlar dörtnala Sirkeci'nin yolunu tutmuşlardı. Neticede gemiye yüklendi ve gemi de Çanakkale'nin yolunu tuttu bile. Muzaffer'in keyfi yerinde idi. Sonunda birliğine ulaştı ve görev de yapılmıştı. Alay Komutanı tarafından taltif edildi. Çünkü Alay Komutanı lastiklerin bulunabileceğinden ve en azından Mehmet'in bunları Çanakkale'ye getirebileceğine inanmıyordu. Beri taraftan Yahudi tüccar ise elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası'na vardı. Ancak parayı bozduramadı. Çünkü para sahte idi. Yahudi şaşırdı. Olay şöyle gelişmişti: Muzaffer, Beyazıt Meydanında sırıttığında bir hile düşünmüştü. Çini mürekkebi ile sahte bir Osmanlı Parası yapacaktı ve yaptı. Bu para öyle iyi yapılmıştı ki gerçeğinden ayırmak mümkün değildi. Bir de o devir kağıt paralarının üzerinde şöyle bir yazı vardı. "Bedeli Dersaadette Altın Olarak Tesviye Olunacaktır" Muzaffer ise yaptığı taklit paranın üzerine şu harika ibareyi yazmıştı: "Bedeli Çanakkale'de Altın Olarak Tesviye Olunacaktır". Onun altın dediği, Mehmetçiğin akıttığı kanı idi. Yahudi tüccarı, olayı iyice anlayınca bunu mesele yapmadı. Ancak, bir anda bütün İstanbul duydu. Şehzade Halim Efendi de duymuştu. Lalasını gönderip bedelini ödedi ve makbuzunu aldı. Çünkü böyle bir olayın dünyada benzeri bulunamazdı. Onu çok zarif sedef kakmalı, içi kadife bir mücevher çekmecesine yerleştirdi ve İstanbul Polis Okulu'ndaki Emniyet Müzesi'ne hediye etti. Uzun yıllar orada kaldı. Son durumu bilmiyorum ancak 1983'de Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde görüldüğüne dair bir kayıt vardır. Hülâsa Mehmet Muzaffer, Çanakkale'den birliği ile Sina Cephesine gitti. Birinci ve İkinci Gazze Savaşlarına katıldı. İkinci Gazze Savaşlarından sonra mektep arkadaşı Faik Soydan Bey'e mektup yazmıştı. Yaralandığını ve şimdi hastahanede olduğunu iyileşince yine cepheye döneceğini anlatıyordu. Haziran 1917. Bu arada İngilizler 6 Aralık 1917'de Gazze'ye tekrar saldırdılar ve 7 Aralıkta da Gazze'ye girdiler. Gazze şehrinin sokaklarında çok şiddetli çatışmalar oldu. Mehmet Muzaffer de bu çatışmaların içindeydi. Bu sokak çatışmalarında akşam karanlığı basarken Mehmet Muzaffer de o karanlıklar içinden nurlu aydınlığa açılan kapıdan uçup gidiyordu. SÜNGÜSÜ ÎLE DOKUZ FRANSIZI DEVİREN DÜZCELİ HASAN Hasan 3. Tümen 31. Alayın 2. Tabur ve 6 Bölük erlerinden ufak tefek bir Mehmetçik. Kumkale siper savaşlarında ani olarak bir Fransız askeri ile kucak kucağa gelen Hasan, yıldırım hızı ile süngüsünü Fransız askerlerine sapladı. Fakat daha süngüsünü çıkarmaya fırsat bulamadan iki Fransız askeri ile daha karşılaştı. Bu defa kendi süngüsünü bıraktı ve Fransız askerinin süngü takılı tüfeğini kaptığı gibi, iki Fransız askerini daha devirdi. Sonuçta o gün Kumkale Fransızlardan temizlendi ama Hasan da tek başına 9 Fransız askerini tepelemişti. Onun bu kahramanlığına o gün bütün bölük şahit olmuştu.34 Kısacası 25 ve 26 .5 ve Nisan 1915 günleri 3. Tabur ile 27. ve 57. Alayların kahramanları da bire 25'le dövüşerek destanlar yasmışlardı. BİR KOL VERİP DOKUZ DEFA YARALANAN ÜSTEĞMEN ŞEVKET Şevket Bey, Kumkale'yi işgal eden düşman birliklerine karşı 26 Nisan 1915 günü 31. Alay'm 10. Bölük komutanı olarak taarruz edecektir. Fakat ateşin yoğun bir şekilde yaladığı bir yerden önce kendisi ve sonra erlerinin geçmesini istiyordu. Bunun için dedi ki: "Arkadaşlar ben şimdi karşıya sıçrama yapacağım ve arkamdan siz geleceksiniz. Şayet ben burada şehit olursam naşımı siper yapıp savaşa devam edeniz." Sonuçta bu tehlikeli bölgeden geçildi ve Orhaniye mevzilerindeki düşman müthiş bir taarruzla püskürtüldü. Ne var ki Üsteğmen Şevket belinden ağır şekilde yaralandı ve İstanbul'a hastaneye kaldırıldı. O orada tedavi olurken Çanakkale'de düşmanın defteri duruldu ve 31 Alay da Sina Cephesine sevk edildi. Şevket Bey onları Haydarpaşa Garında bekledi ve böylece sevgili bölüğüne kavuştu. Netice itibarıyla İstanbul'dan hareket eden birlik Gazze bölgesine geldi. Burada giriştikleri çok çetin savaşlarda inanılmaz başarılar elde ettiler. Üsteğmen Şevket defalarca yaralandı, kolunu şehit verirken ve kendisi de dokuz yara alıp Gazi oldu. Hatta İngilizlerin geri alınamaz dediği bir tepeyi zapteden 10. Bölüğün hatırasına "Şevket Tepesi" adı verilmiştir. Bu tepe halen Gazze bölgesinde Şevket Tepesi olarak bilinir ve anılır. 5 Hülâsa böyle bir milletin savunduğu yurt parçasını hangi düşman alıp da esir edebilir? İSMİNİ DİDAR KOYSUNLAR GÖZBEBEĞİM 18 Marta 1915 Deniz Harekâtından önce batarya komutanı Yüzbaşı Hasan Bey'in bir kızı dünyaya gelir. Durum Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı'na telgrafla bildirilir. Bunun üzerine Cevat Paşa atma atlayıp bataryaya gelir. "- Evladım Hasan, kızın dünyaya geldi. Allah ömrünü uzun etsin. İzinlisin." Hasan; "- Komutanım vatan görevi daha mukaddestir. Her an saldırabilirler. Gidemem. Kızımın ismini Didar koysunlar. Velhasıl 18 Mart günü Hasan Bey özlediği mertebeyi bulmuştur. Kızı Didar hanımla görüşmesi darul şühedaya kalmıştır. Yahya Çavuşlar, Avni Beyler, Mehmet Çavuşlar, Hasan-Hüseyinler ve Münirler gibi o da Mevlâ'sına kavuşmuştur. BİR DE KÜÇÜK ABDULLAH'IMI KORU Hücum başladığı saatten itibaren kuduran zırhlılar her karış toprağın savunmaya yeminli Mehmetçiğin sinesine ateşler yağdırıyordu. Başlarında şahin bakışlı bir yüzbaşının dudağından çıkacak kelimeleri tek nefes halinde bekleyen, Mehmetçikler bilendikçe bileniyorlardı. Geriye doğru bir adım dahi atmamaya yeminli: 80 yiğidin 15 katıydı düşman. Artık ikindiye doğru burun burna gelmişlerdi. Bölüğün başında abide duruşlu ve şahin bakışlı yüzbaşı ne yapacağını düşünüyor ve çavuşlarını topluyordu. Yarım saat sonra düşmana süngü taarruzu yapılacaktı. Bu arada Yüzbaşı ellerini açtı ve; Rabbim. Bu azgın düşmanın üzerine yürümekle sana kavuşmak yoluna giriyoruz. Vatan anamız artık sana emanet. Onu düşmana çiğnetme. Bir de küçük Abdullah'ımı koru. Onu ismine lâyık insan eyle." Yarım saat sonra yüzbaşı ve askerleri kükremiş aslanlar gibi idiler. Allah Allah nidaları yeri göğü inletiyordu. Sanki 80 kişi değil de binlerce Mehmetçik haykırıyordu. Bu doğru idi. Zira doğu ufkundan birilerinin bulutları yara yara geldiğini gördüler. Düşmanın üzerine yıldırımlar yağdırmaya başladılar. Olayı canlı müşahede eden Yüzbaşının gözlerinden seller gibi yaşlar akıyordu. Tabii ki bu sevinç gözyaşları idi. Düşman ise tepelerinde şimşekten atlara binmiş Allah'ın sevgili kullarının onlar üzerine yağdırdığı yıldırımları görünce var güçleriyle denize doğru kaçıyorlar değil, paralanırcasına adeta yuvarlanıyorlardı. Ne var ki o şahin bakışlı yüzbaşı bunları dünya gözüyle doya doya göremeden şehit olmuştu. Ama şehit düştüğü yerde ılık ılık gülümsemesi ruhlar aleminden seyrediyordu sanki. O anda deniz ise "Ey Şehit Oğlu Şehit! Gül Gül Açılan Yaralarla Bezenmiş Bedenin Bu Topraklarda Bulundukça Daha Hiçbir Düşman Yan Gözle Bakamayacak" diye seslendiğini bütün şehitler duyuyordu. Siz de duyuyor musunuz? SEDDÜLBAHİR KAHRAMANLARININ YAZDIĞI DESTANIN DEĞERLENDİRİLMESİ 25 Nisan 1915 günü Çanakkale Kara Savaşları'nda savaşacak 6 Tümenden; 19. Tümen Maydos'ta yedekte, 3. ve 11. Tümenler Asya yakasında ve 5. ile 7. Tümenler de Bolayır'da bulunuyorlardı. Geriye kalan 9. Tümen ise esas çıkarmaların yapılacağı Azmak Dere'den Morto Koyu'na kadar yaklaşık 40 km. uzunluğundaki bir kıyı şeridini savunacaktı. Bunun 27. Alayı Arıburnu'nu savunacak ve 25. Alayı Sarafm Çiftliği'nde ihtiyatta bulunacak ve 26. Alayı da Seddülbahir Cephesinde çarpışacaktı. 25. Alayın Karargâhı Sarafm Çiftliği'nde bulunuyordu. 22 Nisan sabahı Kirte Tepesi'ne karargâhını kurdu. Birlikleri, Tekkeburnu, Yeldeğirmenler bölgesi, Ertuğrul ve Harapkale, Aytepe, Morto Limanı ile Sarıtepe ile Zığındere ağzına yerleştirdi. 7km'lik bir kıyı şeridi idi. Bu kıyı bölgesinin, taburun savunma gücünü çok fazlasıyla aştığı dikkat çekiyordu. Bunun için Mehmetçik, içindeki iman cevherine dayanarak savaşacaktı. Bunun farkında olan Hamilton, önceden yaptığı plân çerçevesinde ve birinci derecede ele geçirmek için 25 Nisan günü kilit nokta oluşturan Seddülbahir ve yakın çevresini seçmişti. Bu itibarla bölgeye bir Fransız Tümeni ile 29. ve 1. İngiliz Tümenlerini ve l. Hint Tugayını ayırmıştı. İlk hamlede Alçıtepe ele geçirilecek ve sonra Kilit-ül Bahr'e uzanılacak ve kuzeydeki Anzak Kolordusu da Maltepe üzerinden yürüteceği taarruzla Eceabat dolaylarında birleşmeleri hususu Hamilton'un genel hareket plânının önemli bir parçasını oluşturuyordu. İlk kanlı ve çok yoğun savaşlar 25-27 Nisan arası cereyan etmiştir. İlk saldırıda Türklerin kaybı %40, İngilizlerin ise %70 idi. 25 Nisan 1915 Günü Ertuğrul Koyu Çıkarması; Birinci kademede 3 bölük, ikinci kademede l bölük, üçüncü kademede 7 bölük. Toplam 11 bölük. Bu kuvvetlere karşı koyacak Türk tarafı ise yalnız l bölüktü. 4 gemi ile de destekleneceklerdi. Aslında ilk kademede 13 bölüklü bir tugay çıkarılması plânlanıyordu. Bir Alay da yedekte bekletilecekti. Buna göre birinci kademede 13 kat üstünlük ve ikinci kademede 25 kat fazlalıkla savaşılacaktı. İngiliz general ve tarihçi Oğlander demektedir ki: Seddülbahir Köyü içindeki çarpışmalarda şehit olan Takım Komutanlarına rağmen 25 nisan sabahından beri dövüşen iki Türk Takımı, 26 Nisanda bir İngiliz taburuyla göğüs göğse yaptıkları korkunç savaşın anlatılması ve ifade edilmesi hiç mümkün değildir. Şu kadar ki, savaş ve mücadele, sözcüğün tam anlamıyla bir destandır/ Oğlander, C:l, s. 307-308//. Burada korkunç olan, öğleden sonraki saatlerde hemen hemen elinde ihtiyat kuvveti kalmamış olan 3. Tabur Komutanı Binbaşı Sabri Bey, dokuz kişiden ibaret olan mandayı; "Dayanın evlâtlarım, selâmet için gayret zamanıdır" gibi canhıraş sözlerle ayakta durdurmaya çalışmasıdır. Binbaşı Sabri Bey raporunda; " Saat 06.00'dan sonra düşman avcı hendeklerine tekrar açtığı ateş desteği altında ikinci kademedeki taburlarını çıkarmaya teşebbüs etti. Fakat mevzilerini muhafaza eden kahramanlarımızın ateşleri karşısında ikinci kademenin çıkarması da başarılı olamadı. Düşman askerleri çekildi. Deniz suyunun kırmızılaşmış olması ve sahile yığılmış cesetler düşman askerlerinin maneviyatını sıfıra indirmişti. Üçüncü çıkarma
__________________ UMUTLANDIRIP [ U T A N D I R M A Y I N ] aLPay by C@RSI Since 1970 |