BİR KARDELEN MASALI...
     Bir varmış bir yokmuş ,uzak ülkelerin birinde, dağların  doruklarında güzeller güzeli Dağ Fulyası yaşarmış.
Baharın ilk belirtileriyle  uzun kar uykusundan uyanır, 
güneş sıcaklığını iyice hissettirmeye başladığı  günlerde tomurcuklanır, yaz boyunca da çiçekleriyle çevresine binbir 
renkler  saçar, kokusu ile, güzelliği ile, güzelliğinden çok o 
mahçup saf duruşu ile  herkesi kendine hayran bırakırmış. 
 
Doğa ananın da en sevgili yavrusu,  herşeylerden sakınıp 
gözettiği en nadide çiçeği imiş bu Dağ Fulyası. En  yakın 
arkadaşı Nergis'le sıcak yaz günleri boyunca gülüşürler,  
oynaşırlar, bütün doğayı neşeyle donatırlarmış. Fulyacık 
Nergis'ini çok  sever bir dediğini iki etmezmiş. Elinden 
gelse tüm dünyasını Nergis'le  paylaşmak istermiş. 
 
Nergis'te çok güzelmiş ama Fulya'nın saflığına karşı  son derece 
kurnaz, işveli, cilveli, bir kızmış. Fulya'yı çok sever, onunla  
arkadaşlığını sürdürmek için kendini ona benzetmeye çalışır, 
ama içten  içe de Fulya'nın herkes tarafından sevilmesine 
tahammül edemez, herkes  kendini daha çok sevsin istermiş. 
 
Fulya'nın tüm çiçekleri sabırla  dinleyip, hepsine yardım etmek istemesine, herkese çözüm getirmeye çalışmasına  hayret edermiş. 
Çünkü, Nergis çiçek için doğadaki en önemli şey kendisiymiş,  
kendi duyguları kendi düşünceleri , herkesin, herşeyin üstünde 
imiş.  Fakat Fulya'ya özel bir değer verir, onun hayranı olduğu 
saflığını korumak  için olası tüm kötülüklerden sakınmak istermiş. 
 
Fulya ise hep tebessümle  karşılarmış Nergis'i zira, Doğa 
annesinin de aynı koruyucu kollayıcı  davranışlarına alışık 
olduğu için Nergis'e ayrıca çok güvenir, inanırmış.  
Bu arada aşağılarda , dağların, vadilerin ötesindeki
ovalarda ise Bahar  Rüzgârı yaşarmış...
 
Bu rüzgârın en sevdiği iş, ovanın tüm çiçeklerine  gezip 
gördüğü yerleri anlatarak onlara yeni heyecanlar, yeni 
ufuklar  göstermek ve onların hayranlığını, sevgisini
kazanmakmış. Birbirinden değişik  ilginç öykülerle 
çiçeklerin gönlünü çelip en masum görüntüsünü takınır
en  hoş sesiyle onlara birbirinden güzel şarkılar söyler,
eğlendirirmiş. Çiçekler  kendilerinden geçip, hayranlıkla
onu dinlerken, o fark ettirmeden çiçek  tozlarını alıp
koynunda gizlediği kutusuna atarmış. 
 
Bahar Rüzgârı, bu  çiçek tozlarını karıştırıp bir gün kendine en 
güzel kokulu, en güzel renkli  çiçeğini oluşturacağını hayal eder
yüreği bu hoş beklentiyle çarparmış. Fakat  aldığı her çiçek 
tozundan sonra yine bir eksiklik hissedip daha güzel, daha  ışıltılı,
binbir renkli, çok daha güzel kokulu çiçekler aramaya çıkarmış.  
 
Rüzgâr, bir gün yine bu amaçla ovadan ayrılıp vadiye doğru yola  
çıkmış. Vadiye geldiğinde birden çok farklı bir çiçek kokusu 
hissetmiş,  etrafına bakınmış ama görememiş.Çünkü koku
yukarılardan geliyormuş. Başını  kaldırıp dağa doğru bakmış. 
Tepelere yaklaştıkça kokular daha da  yoğunlaşırken içlerinden 
ayırt edici bir koku tatlı tatlı başını döndürüyor,  onu daha 
yukarılara çekiyormuş. Sonunda onu görmüş. İlk önce 
heyecandan  yanına yaklaşamayıp uzaktan seyre dalmış. 
 
Fulya çiçek olacaklardan  habersiz pervasızca çevresindeki 
arkadaşlarıyla şakalaşıyor, çocuklar gibi  neşeli kahkahalar 
atıyor, gülerken gözlerinin içi gülüyormuş. Rüzgâr nasıl  olup 
da bugüne kadar çevresine eşsiz ışıltılar saçan bu çiçeğin  
varlığından habersiz yaşadığına hayret etmiş. Hemen harekete 
geçmeye  karar verip hafif hafif Fulya'nın etrafında esmeye
başlamış. Bir yandan da  bildiği en güzel şarkıları söylüyormuş. 
Fulya bu beklenmedik hoş esintiyi  heyecanla karşılamış, kendine 
yeni ve çok farklı bir arkadaş edineceğini  hissetmiş. Çünkü 
arkadaşı Dağ Rüzgârının keskin esintisine karşı Bahar  Rüzgârı 
tatlı bir meltem edasıyla yapraklarını okşuyor, yıpratmadan  
dinlendiriyormuş. Güzeller güzeli çiçek, rüzgârın coşkulu, tutkulu  
heyecanlı sesini büyük bir hoşnutlukla dinlemeye koyulmuş...
 
Rüzgar,  Fulya'ya ovadaki güzellikleri, gezip gördüğü yerlerde
duyup işittiği ve  yaşadığı ilginç hikayelerini anlatırken
onun da başını döndürüp çiçek  tozlarını alacağı anı hayal
ediyor ve yüreği bu anın heyecanı ile deli gibi  çarpıyormuş. 
Fakat kendindeki bu yeni duygulara kendide şaşırıyor, 
Fulya  çiçeğin tüm dünyasını merak ediyor, daha yakından
tanımak için çırpınıyormuş.  Bu nedenle çiçek tozlarını almak 
için biraz daha sabredip Fulya ile arkadaş  olmaya karar vermiş. 
 
Rüzgâr, Fulya çiçeğin dünyasına girdikçe hayranlığı  daha da
büyümüş, onunla konuşmak, onun fikirlerini duymak, kendini dinlerken  hüzünlü hikayelerde hemen buğulanıveren gözlerine 
dalıp gitmek, neşeli  hikayelerde kahkahalarına karşılık 
vermek Rüzgarda tutkuya dönüşmüş.  
 
Fulya'nın kokusu renklerindeki saflık, konuşmalarında
kendini  hissettiren bilgeliğini, çocuksu ifade tarzı, hele
sesindeki o içine işleyen  ince tını bugüne kadar hiçbir çiçekte rastlayamadığı özelliklermiş. Fulya ise  dinlediği o harika hikayelerle, kendini dünyanın her yerine götürdüğüne  inandığı
bu yeni arkadaşı yüzünden tüm arkadaşlarını ihmal etmeye başlamış.  Zamanını hep Rüzgarla beraber geçirmek istiyormuş.
Zira Rüzgâr öyle güzel  konuşuyor ve o kadar çok şey biliyormuş 
ki, Fulya'nın dünyası yepyeni  renklerle bezeniyormuş. 
 
Günler geceler boyu birlikte konuşmuşlar,  gülmüşler, 
ağlamışlar. Bahar Rüzgârı Fulya'nın bütün güvenini kazanmış.  Fulya bu arada Nergis'i ihmal etmemeye çalışıyor onada 
rüzgâr'ın  anlattıklarını anlatıyor ve ikisini tanıştırırsa birlikte 
harika bir dünya  kuracaklarını çok eğleneceklerini söylüyormuş. Nergis, Fulya'yı ilk kez bu kadar  heyecanlı görüyor ve onu
bu kadar etkileyen birini çok merak ediyormuş.  
 
Rüzgâr ise çiçek tozlarını aldığı takdirde Fulya'nın
arkadaşlığını  kaybedeceğini bildiğinden bu çok istediği, 
beklediği anı sürekli  erteliyormuş. Fakat aklında da
yaratacağı o muhteşem çiçek olduğundan dağdaki  diğer 
çiçeklerle arkadaşlık kurup, onlarada aynı hikayeleri, aynı  
şarkıları anlatarak başlarını döndürüyor ve çiçek tozlarını
alıp  saklıyormuş. Bir gün Fulya, Rüzgâr'ın tüm yaptıklarını görmüş. Fakat çiçek  tozlarını saklamasını anlayamamış. 
Zira çiçek tozları, çiçekler için hayati  önem taşıyormuş.
 
Tüm çiçek arkadaşlarının ertesi baharlarda yeniden  canlanıp gün 
ışığına kavuşmaları için bu tozların yeniden toprağa düşmesi  
gerekiyormuş. Oysa rüzgâr onları kendine saklayarak çiçeklerin  
ömürlerini sona erdiriyormuş. Fulya çok üzülmüş, onun derin 
düşünceli  hali Doğa annesini de endişelendirmiş. Bu arada Fulya, 
istemeyerek Bahar  Rüzgârı'nı Nergis'lede tanıştırmış. Ama Nergis'in
çok akıllı olduğunu ve  Rüzgâr'ın büyüsüne kapılmayacağını 
düşünüyormuş. Oysa Rüzgâr, Nergis'in  ışıltılı renklerini öyle bir 
övgülerle anlatmaya başlamış ki.. Hele  Rüzgâr'ın şarkılarında ki,
o heyecanlı sesi duyunca Nergis de tüm diğer  çiçekler gibi 
büyülenmiş ve çiçek tozlarının gitttiğinin farkına bile  varmamış. 
 
Fulya büyük bir korku ve üzüntü ile olanları  izliyormuş.
Hemen evine dönüp Rüzgâr'a, evinin tüm kapı ve 
pencerelerini  sıkı sıkıya kapatmış. Rüzgâr, Fulya'nın olanları gördüğünden habersiz, kendinden  emin bir şekilde büyük 
bir kibir ve iki yüzlülükle Fulya'nın evinin önüne  gelmiş. Her zamanki gibi Ona ne eşsiz bir çiçek olduğunu, kokusuyla onu  büyülediğini, çok uzaklardan bu koku ile kendisini çekip
getirdiğini en  etkileyici sesi ile söylemeye başlamış. 
 
Fulya çok büyük üzüntüler içinde  perdenin arkasından sessizce Rüzgâr'ın anlattıklarını dinliyormuş. Rüzgâr,  kapıların 
açılmayışına anlam verememiş. Tekrar Fulya'ya ne kadar 
çok  değer verdiğini söyleyip en hüzünlü sesiyle ona şarkılar söylemeye devam etmiş.  Fulya, gözyaşları içinde kapılarını 
açmadan Rüzgara her şeyi gördüğünü ve  yaptıklarını çok 
yanlış bulduğunu, çiçeklerin yaşamlarının sürekliliği  için
o tozlara ihtiyacı varken kendisinin büyük bir duyarsızlıkla,
herşeyi  önceden planlayarak tozları çaldığını söylemiş. 
 
Rüzgâr, Fulya'nın  tepkisini çocukça ve anlamsız bulmuş. 
O tozlara kendi mükemmel çiçeğini  yaratmak için ihtiyacı olduğunu Fulya'ya anlatmaya çalışmış ama Fulya onun  yaptıklarını asla anlayamayarak bencillikle suçlayınca
büyük bir kızgınlıkla  oradan uzaklaşmış. Nergis ise 
olanlardan habersiz Rüzgârla arkadaşlığına  devam 
ediyormuş. Rüzgâr kendi mükemmel çiçeği için sakladığı
tozları  arasında Fulya'nın eksikliğini içinde duyarak, 
kutusunu açmış, bir daha ki  bahara kendi muhteşem
çiçeğini oluşturmak amacıyla çiçek tozlarını  toprağa
serpmek istediğinde birde ne görsün tozların hepsi 
kutunun içinde  günlerce havasız kalmaktan 
bozulup küflenmemiş mi? 
 
Rüzgâr, her çiçek  tozunun kendi doğal ortamı içinde sadece 
ait olduğu çiçek olarak  yaşayabileceğini çok geç anlamış. 
Yinede büyük bir kibirle doğanın  kanunlarına karşı geldiğini binlerce çiçeğe sonbaharı yaşattığını görmezden  geliyor,
diğer yandan içinde Fulya'nın yokluğundan kaynaklanan
büyük bir  boşlukla tüm hedef veamaçları 
tükenmiş bir şekilde avare esip  duruyormuş...
 
Fulya, gördüklerine yaşadıklarına dayanamıyor büyük acılar  çekiyormuş. Hele bir dahaki baharda hiçbir arkadaşının olamayacağını düşündükçe,  Nergis'inin bile Rüzgâra 
kapılıp gittiğini görmek, onu kaybettiğini bilmek  Fulya'nın 
büyük üzüntülerle hastalanmasına neden olmuş. 
O incecik zarif  boynu bükülmüş, günden güne sararıp
solmuş. Doğa anne üzüntüsünden ne  yapacağını bilemiyor 
en değerli yavrusunun gözünün önünde eriyip gitmesini,  
hastalıktan ölecek hale gelmesini önleyecek çareler arıyormuş. 
En  sonunda aklına çok güzel bir fikir gelmiş. Hemen Dağ Fulyası'nın yanına gelerek,  onun vaktinden çok 
önce uyumaya başlaması gerektiğini söylemiş.  
 
Fulya çiçek derin üzüntülerle minicik yüreği çok yorgun olduğundan henüz  daha bahar aylarında olmasına rağmen 
annesinin kollarında kolayca uyumuş..  Günler haftalar aylar boyunca hiç uyanmamış.. Böylece tüm yaz ve sonbahar  aylarını uykuda geçiren Fulya bir gün kulağında Doğa annesinin 
tatlı  mırıltılarını duyarak gözlerini açmış. Yüreğinin nedenini
henüz bilemediği  büyük bir huzur ve mutluluk ile dolu 
olduğunu hissediyormuş. Gördüklerini  anlamaya çalışıyor,
muazzam bir beyazlığın ortasında gözleri  kamaşıyormuş.
 
Adeta tüm evren, bu güzel ve cesur çiçeğin yüreğini huzurla  doldurmak istercesine büyük bir sessizlik içindeymiş. Karların Prensi ise büyük  bir şaşkınlıkla kardan pelerinin altından 
adeta yüreğini delip çıkan bu  çiçek karşısında nefesi tutulmuş, gözlerine inanamayarak bu güzel çiçeğin yaşama  yeniden gülümsemesini izliyormuş. Hayatında ilk kez böylesine
güzel bir  çiçekle karşılaşmış. Zaten zavallıcık hayatı boyunca
hiç çiçek bile  göremiyormuş ki, kış boyunca doğadaki 
tüm canlılar kış uykusuna yatar, her  yer derin bir sessizliğe gömülürmüş. Fulya da doğaya böylesine muazzam  
güzellikler veren ve büyük bir huzur içinde uyumasını
sağlayan karlar  prensine mutlulukla gülümsüyormuş.
 
Tüm ruhu ve incecik zarif gövdesi ile  sadece karlar prensine yönelmiş, gözleri sadece onu görsün, yüreği sadece on  duysun istemiş. İşte; o günden beri tüm doğa, Dağ Fulyasına 
KARDELEN demeye  başlamış. Zira, karları delip yeryüzüne çıkabilen tek çiçek Kardelen olmuş.  Karların ve Karlar
Prensi'nin tek çiçeği ... Kardelenle Karlar prensi  birbirlerine 
hiç beklemedikleri bir anda kavuşmanın sevinci ile 
sonsuza  dek büyük bir mutlulukla yaşamışlar...