Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12-02-2008, 21:19   #1
uMuT TaCiRi
Optik bArikAtı
 
uMuT TaCiRi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Pele, Maradona bir de Sergen...

Click the image to open in full size.
Türk futboluna sayısız isim kazandıran bir değerdir Serpil Hamdi Tüzün. Beşiktaş altyapısı onun zamanında bir futbolcu fabrikasıydı. 35 yıla yakın kariyerinin büyük bir bölümünde Beşiktaş ve Futbol Federasyonu’nun altyapılarında çalıştı. Altyapı eğitimi veriyordu; ama o yaptığı işe “özkaynak düzeni” adını verecekti. Ona göre altyapı tanımlaması işin içine insanı katmıyordu. Öz: Yani gözünü yuvada açan, kendini camia ile bütünleştiren. Kaynak: Saf, duru, sürekli değişen. Düzen: Amaca yönelik planlı çalışma.

Yapılacak iş şuydu: Hammadde bulunacak, işlenecek ve yetiştirilecekti. Son aşamada ise bu çarkın sürdürülebilmesi esastı. Serpil Hamdi Tüzün kurduğu bu düzen sayesinde sayısız oyuncu yetiştirdi. Türk futboluna büyük değerler sundu. Bugün futbol camiasından tamamen elini ayağını çeken ‘futbol profesörü’ ile nostalji tadında bir sohbet yaptık. Kendi hikâyesini dinledik ve fark yapan düzeni hangi kaynaklardan beslenerek oluşturduğunu öğrendik.

AMATÖR TAKIMIN FUTBOLCUSU

Sanıldığının aksine Serpil Hamdi Tüzün öyle kariyerli bir oyuncu değildir. Hatta sadece ve sadece İstanbul-Bağlarbaşı amatör takımında oynar. “1939 doğumluyum. 58-69 yılları arasında Bağlarbaşı’ndaydım. Futbolu bıraktıktan sonra da kursa gittim.”

Aynı zamanda 4 yıl Jeoloji bölümünde okur Serpil Hoca. Bu bölümü sevmediği için bitiremez. Futbol oynarken bir ithalat firmasına girer. Geçim için bu şarttır. O dönemin futbol maçlarından geri durmaz. Meşhur Macar maçı için İnönü Stadı kapılarında sabahlayan on binlerce İstanbulludan biri de odur: “Hayatımda tek o maçta stat kapısında sabahladım. Stadın kapısı sabah 7.30’da açıldı. Maç 14.00’te başladı. Tribünlerde öylesine bir kalabalık vardı ki. Su satıcıları âdeta elden ele stadı dolaşıyorlardı. 3-1 kazandık ama ben inanamıyordum. Sürekli skorborda bakıyordum.” Serpil hocanın ilk izlediği büyük takım ise Beşiktaş’tır. Hem de Beşiktaş’la, Türkiye’ye hazırlık maçları oynamaya gelen Brezilya’nın Corinthians takımı karşılaşıyordur.

Serpil hoca, amatör futbol hayatına da devam ediyordur bu arada. Takımın kaptanıdır da. Üstelik çok genç yaşta vermişlerdir bu görevi ona. Liderdir sizin anlayacağınız ta o zamanlardan. Serpil hocanın ilginç hâlleri de vardır. Mesela kötü oynadıkları bir maçtan sonra tüm takım otobüsle stattan ayrılırken o kendisini cezalandırır ve yürüyerek eve gider.

ÖYLEYSE FUTBOL ÖĞRETMELİYİM

O sıralar öyle antrenör olma planları da yoktur. Buna rağmen nerede ne olup bittiğini öğrenmenin peşindedir. Notlar alıyordur. Kafasını en çok meşgul eden soru ise; “bu oyun neden daha iyi oynanmıyor”dur.

Çalıştığı firmanın Ankara’da bürosu vardır. Bir gün trenle Ankara’ya giderken kendi kompartımanında bilge bir Azeri ile karşılaşır. Sohbet ederler. Azeri; matematik, fizik ve kimya üzerine bir deryadır. Moskova Üniversitesi’ni de dereceyle bitirmiştir. Serpil hoca gecenin 3 ya da 4’üne kadar süren sohbetten sonra bu bilgeye “Hayatta en önemli şey nedir?” diye sorar. Azeri’den hayatının dönüm noktasını oluşturacak bir cevap alır: “Bana ‘Evladım’ dedi; ‘hayatta en önemli şey, sevdiğin işi yapmaktır. Eğer sevdiğin işi yaparsan 24 saatin huzurlu geçer.” Serpil hoca bu konuşmadan sonra kendi kendine şu soruyu sorar “Ben neyi seviyorum ve ne hangi işi yaparsam mutlu olabilirim?” Cevabını da kendisi verir: “Öğretmeyi ve futbolu seviyorum. Öyleyse insanlara futbol öğretmeliyim.”

Şirkette çok iyi bir pozisyonda olmasına rağmen işten ayrılır. 1969 yılında federasyonun düzenlediği antrenörlük kursuna katılır. O yıllar bu oyunun daha iyi oynanabileceğini düşünen Serpil hoca bugün hâlâ aynı düşüncededir. Ona göre bazı kalıplar değişmeliydi: “Mesela topa sahip olan takım oranı yüzdesine bakarak oyun hakkında değerlendirme yapılıyor. Bu son derece yanlış bir şey. Bu yüzdeler doğru bilgi vermez. Önemli olan topa sahip olduğun süre değil. Top sendeyken ne yaptığın ve ne yapmadığın, top rakipteyken ne yaptığın ve ne yapmadığındır. Biz 1976-77’de Beşiktaş genç takımlarındayken oyun içinde iki üç taktik denerdik. Karşı takım atak oynarken oyunu onların yönlendirmesine izin verirdik mesela. Ama topu kaptığımızda da karşı atağa bir okun yaydan fırlaması gibi inanılmaz bir süratle çıkardık. Top rakipte bizden daha fazla kalırdı. Ama biz kazanırdık. Biz istediğimiz için top rakipte daha fazla kalırdı. Oyuncularıma; ‘gazeteler, ‘şansa kazandılar’ şeklinde yazacak. Sakın buna aldırış etmeyin. Biz böyle istediğimiz için oyun böyle oynandı’ derdim.”

İNGİLİZLERİN ‘EZBER’ TARZINI BEĞENMEDİ

Serpil hoca sözün burasında bir başka örnek daha veriyor yapılan yanlış değerlendirmelere dair. “İstatistiklerde soruları doğru sormak lazım. Pas yüzdesi mesela. Murat Yakın vardı. Çocuğun arkasından konuşuyorum; ama 10 pas verirdi, 3-4 tanesini hiç vermeyip tribüne vursa takımı için daha iyi olacak. 3 kişinin arasındaki oyuncuya top atıyor. Ama alt alta koyduğun zaman pas yüzdesi iyi gözüküyor. Böyle değerlendirme olmaz ki.” diyor.

Serpil hoca 1969’da federasyonun C kursunu bitirir. Bir sene sonra da B kursunu. İlk antrenörlüğünü Bağlarbaşı’nda yapar. Burada bir sene çalışır. Bu arada İngiltere’ye gidip 10 gün süren antrenörlük kursunu bitirir. İngiltere’de karşılaştığı manzara onu bir hayli etkiler. İngilizlerin mevcut kafa yapılarının futbolun gelişimine göre ayarlanmadığını, ezbere dayalı pratiklerle hareket ettiklerini görür: “Çok katıydılar. Kalıplaşmış bir düzenleri vardı. Bir konuyu hep aynı egzersizle ele alıyorlardı. Bu duruma itiraz ettim. Bana göre futbolda değişkenlik çok önemlidir. Taktiği doğru karar vermek olarak, tekniği de uygulama olarak tanımlıyorum. Karar yanlışsa uygulama istediği kadar doğru olsun.” Serpil hocaya göre futbolcuya, ilk önce beynini farklı kullanmayı öğretmek lazımdı. Ama o yıllarda hep ezbere dayalı antrenmanlar buna engel oluyordu. “Tekrar çok tehlikeli bir sözcük. Değişime aykırı. Etrafta olup biteni algılama çok önemli. Bu bir dikkat konusudur. Seçici dikkat konusudur ve bütün bunlar öğretilebilir.” Serpil hoca, bu söylediklerini bir örnekle daha da pekiştiriyor: “Siz kalecisiniz, bir taraftan top geldi. Siz topu tuttunuz. Size denir ki ters tarafa oyna. Halbuki ben diyorum ki ters tarafa oynama. İleriye bak bakalım. Karşı atak durumu varsa topu ileri at. Belki bire birde bir arkadaşın vardır.”

İKİ KAFALI, İKİ BEYİNLİ OYUNCU

İngiltere’deki kursta ders veren hocalardan biri de Brian Birch’tir. Onun kanat bindirmelerini ezbere dayalı anlatmasına da bir anlam veremez Serpil Hoca. “Kalıplaşmış bir sistem. İnsan beynine saygısızlıktı bu. Bilirsiniz UFO’lar var. Yani ne olduğu belirsiz uçan maddeler. Ben de bunu futbol için UMO diye değiştirdim. Sahada hareket eden maddeler var. Hiç beyinlerini kullanmadan, kafası kopmuş tavuklar gibi ezbere bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Bu çok yanlış.”

Serpil hoca bunları söylerken bir yandan da uygulamalara başlamıştır. Doğru karar nasıl verilir konusunu daha o yıllar oyuncularına anlatır. “Henüz sinerji dahi bilinmiyor. Ben çocukları çift çift çalıştırıyordum. Bana göre 1+1’in 2’den fazla değeri vardır. Oyuncularımı, iki kafalı, iki beyinli, dört ayaklı yapabilirsem, arka arkaya iki tane verkaç yapmalarını sağlayabilirsem oyunda rakibin alacağı hâli düşünün.”

72-73 sezonunda ise Antalyaspor’un başındadır. Amatör bir takımda oynayıp, amatör bir takımı çalıştıran biri için profesyonel bir takımın başına geçmek hem de genç denecek bir yaşta fevkalade bir başarıdır. Ancak o bunu o zamanlar çok teknik direktör olmamasına bağlıyor.

DOĞRU İŞİ YAPMAK, İŞİ DOĞRU YAPMAKTAN ÖNEMLİ

Serpil hoca 1973-74 yıllarında ise Genç Millî takımda görev alır. Onun öncesinde federasyon adına Türkiye’ye gelen ve seminerlerde ders veren Romanyalı Petrescu’nun tercümanlığını yapar. Petrescu, Ajax’ın hocası Kovacs’ın hocasıdır aynı zamanda. Petrescu’dan Ajax’ın nasıl çalıştırıldığını yerinde görmek için kendisine yardımcı olması ricasında bulunur. Petrescu öğrencisi Kovacs’ı bilgilendirir. Serpil hoca, Kovacs’ın misafiri olarak bu takımın antrenmanlarını takip eder. Karşılıklı fikir alışverişinde bulunulur. Ajax’ta Cruyff’lar, Neeskens’ler, Surbier’ler, Kaizer’ler vardır. Kovacs’ın, takımı fizik olarak güçlendirdiğini görür. Serpil hoca yaptığı incelemelerden sonra şu kanaate varır: Avrupa’da bile o takımlar daha iyi futbol oynayabilirler. Ezber gelişmeyi bozuyordur. Oyuncuların beyinlerini daha iyi kullanmasını bozuyordur. Bugün hâlâ bu ezber kalıpların İngiliz futboluna zarar verdiğini düşünüyor. “Çocuk son duruma göre oynamıyor. Ânı düşünmüyor. Halbuki o ânın koşullarını dikkate alıp doğru karar vermek lazım. Doğru işi yapmak, işi doğru yapmaktan daha önemli. Ben doğru kararı o yıllarda çocuklara öğretmeye çalışıyordum. Doğru karar antrenmanlarda öğretilir. Uyarılar yüzde 87 göze geliyor, yüzde 12 kulağa. Uyarıları değiştirirsen çocuk o değişime uygun karar verir. Onun için antrenmanlarda her zaman farklı denemeler yapmak gerekir.”

Serpil Hamdi Tüzün, oyunda doğru karar vermeyi ısrarla her seminerde dile getirir. 1991 yılında UEFA’nın Viyana’da düzenlediği seminerde konuşmacılardan birine “Peki doğru karar nedir?” diye sorar. Onun bu sorusu karşısında dinleyiciler kendi hislerine tercüman olunuyormuşçasına heyecanlanır. Konuşmacı, Tüzün’e cevap veremez ama molada yanına gelen birçok ülkenin temsilcisi ona çok önemli bir konuya parmak bastığını söyler.

BATI İLE ARAMIZDA ÇOK FARK YOKTU

Hocanın o yıllar en çok ağırına giden ise “Biz Türk’üz. Anlamayız bu işten” tavrıdır. “Biz ayrıydık sanki. Biz ne yapıyorsak kötü, Avrupalılar ne yapıyorsa iyi. Ben buna itiraz ettim. Bu anlayış çocukları da etkiliyordu. Onları karşınıza alıyorsunuz. Çocuk kendine güvenmiyor. Aslında Batı’yla aramızda çok fark yoktu. Onların da eksiklikleri vardı. Ama bizim çocukların duyduğu yüz kelimeden 99’u ‘Avrupa bizden daha iyi yapar’dı. Hadi şimdi değiştirin bu kalıbı değiştirebilirseniz.”

“Kendimizi fazla küçümsememiz lazım” diyen Serpil Hoca, Türk’ü Türk’e pohpohlamak gibi bir amacının olmadığını; ama maçları oynamadan da kaybetmenin anlamsız olduğunu söylüyordur. “Manyak, burnu büyük, bu adam ne diyor gibi sözleri duydum. Ama futbol iyi oynanmıyordu. Çıkış noktam buydu. Daha iyisi yapılabilirdi.” O yıllarda genç takımların içeride çok alt düzeyde takımlarla hazırlık maçı yaptığını, göreve gelir gelmez bu tarz hazırlık maçlarından ziyade daha güçlü takımlarla oynamaya başladıklarını anlatıyor. “G.Birliği ile A.Gücü ile kafa kafaya maçlar çıkarttık. Çocuklara da güven geldi. O yıl İsveç’te finaller vardı. Biz Will Card kontenjanından gittik. Gruptan çıkamadık. Fakat Yugoslavya 0-0’la zor kurtuldu bizden. İkinci oldular. Bulgaristan’ı turnuva öncesi özel maçta Türkiye’de ve Filipe’de yendik. Onlar birkaç ay sonra Avrupa Şampiyonu oldular. O zaman insanlar boş konuşmadığımızı gördü.” Hamdi hocanın bu ilk takımında Samet Aybaba, Ali Çoban, Nezihi Tosun, Kemal Kılıç gibi bugün her biri teknik direktör olan oyuncular vardır.

BEŞİKTAŞ’IN YETENEK AVCISI

Serpil hoca ilk katıldığı kurstan arkadaşı rahmetli Gündüz Tekin Onay’ın Beşiktaş’ı çalıştırmaya başladığı 1975 yılında Beşiktaş altyapısına geçer. Onu bu göreve Gündüz hoca tavsiye etmiştir. Bu işi 1994 yılına kadar sürecektir. Burada kendisinin ‘özkaynak düzeni’ diye tanımladığı bir yapı oluşturur. Göreve gelir gelmez yönetime bir rapor verir. 15 Eylül 1975 tarihli bu raporda 8 senedir şampiyon olamamış Beşiktaş için yetenekli çocukları nasıl bulacağını, onları nasıl işleyeceğini ve birkaç yıl geçmeden de A takımın hizmetine nasıl sunacağını ortaya koyar.

1978 yılında da Ziya, Süleyman, Oktay, Fuat’ı A takıma verir. Beşiktaş, 81-82’de yani 14 sene aradan sonra Serpil hocanın yetiştirdiği bu oyuncuların da katkısıyla şampiyon olur. 81’den sonra başlayan 14 sezonda da 6 kez şampiyon, 6 kez de ikinci olan Beşiktaş’ın iskelet kadrosunda Serpil hocanın yetiştirdiği oyuncuların rolü büyüktür. Fikret, Sinan, Kenan, Tuğrul, Haluk, Ali, Feyyaz, Gökhan gibi oyuncular hep onun rahle-i tedrisinden geçer. Ancak o kendisine iyi bir platform hazırlayan yönetimin tutumunu da es geçmiyor. Aynı şey 1990 yılında çalışmaya başladığı ve 6 yıl sürdürdüğü Genç Milli Takımlar sorumluluğu döneminde de geçerlidir. Orada da Şenes Erzik’in kendisine sağladığı iyi bir ortam vardır.

VE AVRUPA’NIN EN İYİ TAKIMI…

Serpil hoca 1979-80 döneminde ise bir sezonluğuna Beşiktaş’ı çalıştırır. Bu görevi kabul etmesinin sebebi takımda 7-8 öğrencisinin olmasıdır. İş kolay olur diye düşünmüştür. Hatta ilk 9 hafta 5 galibiyet almışlardır. Üstelik, G.Saray ve F.Bahçe’yi de yenmişlerdir. Ancak sezon sonu son hafta kümede kalarak Beşiktaş’ın en kötü sezonlarından birine imza atacaktır.

Hiç kuşkusuz Serpil hocanın en büyük başarısı 1992 yılında A Genç Millî takımı ile elde ettiği Avrupa şampiyonluğudur. “1 Ocak 1990’da göreve geldim. Şubat ayında Antalya’da Fransa ile bir hazırlık maçı yaptık. 2-0 kaybettik. Maç için bütün bölge antrenörlerini orada toplamıştım. Hem tanıştık hem de neyi amaçladığımızı onlara anlattım. Dedim ki ‘Biz niçin buradayız. Genç millî takımlarla Avrupa’nın en iyisi olmak için. Bir de geleceğin futboluna yön vermek için. Gülerler bana diye içimden geçirdim. Ama hiç kimse gülmedi. Biz işe bu hedefle başladık. 1992’de de şampiyonluğa ulaştık.”

1993’te A Genç Takımı Avrupa ikincisi olur. 1994’te B Genç Takımı Avrupa şampiyonluğuna ulaşır. Amaç başarıyı sürekli kılmaktır aynı zamanda. Serpil hoca 1996 yılına kadar bu görevde kalır. A Genç ve B Genç takımlarının bu süre zarfında katıldığı 12 şampiyonanın 8’inde Türkiye final gruplarındadır. Serpil hoca “bunlar sanki hiç olmamış gibi Türkiye’de” diyor. Ve bu konuda sitem etmekten ziyade susmayı tercih ediyor.

1996’dan sonra Çanakkale Dardanel’i çalıştırır. Federasyonun eğitim dairesinde de görevlidir. 1997 yılında Gündüz Tekin Onay’ın federasyonda görev almasıyla 15 yaş takımının başına getirilir. 2000 yılına kadar bu takımı çalıştırır. Aynı yıl Beşiktaş’ın altyapısına geçer. Ancak kulüpteki anlayış ve yapılanma değişmiştir. Burada 2 yıl kaldıktan sonra Azerbaycan’ın Karabağ takımının altyapısına gider, 3 yıllık bir proje için. Lakin 7-8 ay sonra Türkiye’ye döner ve futboldan iyice kopar. Futboldan koptuktan sonra adını kendi verdiği “özkaynak düzeni”nin nasıl olması gerektiğine dair küçük bir el kitabı hazırlar. Amaç geriye bir şeyler bırakmaktır.

Serpil hoca sohbeti bir tespitle bitiriyor: “Futbol Federasyonu 1923’te kuruldu. 2002’ye kadar UEFA’nın gösterdiği tüm başarıların altında imzam vardır”

PELE, MARADONA, BİR DE SERGEN…

“Sergen elime geldiğinde 11 yaşındaydı. Sergen’i sadece sol ayağı olan bir oyuncuya indirgiyorlar. Bence bu ona büyük haksızlık. Çevrede olan biteni görmek önemli. Vasat oyuncu çevrede olan biteni az görür. İyi oyuncu daha net görür ve gerekeni yapar. Dünyada iki üç oyuncu; Pele, Maradona, Sergen gibi oyuncular çevreyi kendilerine göre düzenler. Top daha ona gelmeden ‘böyle yaparım, şöyle yaparım, o sırada sen orda, öbürü orda olacak’ diye düşünür. Kafasında oyunu canlandırır. Herkesten de bir saniye öndedir. Bu da yeterlidir zaten. Sergen böyle oyuncuydu. Çok iyi görüyordu etrafı. Liderdir. Sergen’in hatası; bütün bu yeteneğini pas vermek için kullanıyor olmasıydı. Pasları da tabelaya yazmıyorlar. O zamanlar biz Sergen’le bazı özel çalışmalar yaptık. Sergen’e defterler dolusu gol çalışması yaptırdık. Beyninin her iki lobunu da çalıştırmak istedik. Daha sonra antrenmanlarda, çizdiği egzersizleri uygulamasını istedik. Hatta Sergen’e pas vermeyi de yasakladık. Sergen çok iyi çalım atar. Zaman zaman rakibi oyundan düşürdüğü gibi kendi arkadaşını da oyundan düşürür. Mesela Ali ve Feyyaz o sırada ne olduğunu tam anlamıyor. Sergen pat bir pas veriyor, Feyyaz kaleciyle karşı karşıya; ama beklemiyor o pası. Sergen’den daha fazlasını yapar diye ümit ediyordum. Ben dünyada takımları ikiye ayırırım. Bir “Sergen’i olan takımlar” bir de diğer takımlar. Alex Ferguson’la 4-5 sene önce karşılaştım. Dilimin ucuna kadar geldi Sergen’i ona tavsiye etmek. Yanlış anlaşılır diye söyleyemedim. Cantona’yı adam eden bir hoca Sergen’den de büyük verim alırdı. Sergen de zor bir karakterdi. Mircea Lucescu, bir kere onun için ‘Hagi’den çok daha iyi’ dedi. Bunu anlayabilmek çok önemli. Biz onunla 18 yaşına kadar çalıştık. Hiç problem yaşamadık. Daha sonra at yarışlarını duydum. Eğitim 18 yaşında bitmiyor. Bu iki yönlü bir şey. Üsteki teknik direktörlere de büyük iş düşüyor.”


ERTUĞRUL SAĞLAM VE G.SARAY ALTYAPISI İYİ İŞLER YAPIYOR

“Altta iyi hazırlanan oyuncular, üst tarafta aynı havayı bulamazlarsa verimleri düşüyor. Jean Tigana iş olsun diye değil, gerçekten gençleri oynatmak istedi. Aynı şeyi şimdi Ertuğrul Sağlam yapıyor. Gençlere inanıyor, sözde değil de özde inanıyor. Ben genç oyuncuları suçlu olarak değil, kurban olarak görüyorum. Altyapılarda amaç oyuncu üretmek olmalıdır. Şampiyonluk değil. Bugün G.Saray altyapısı çok iyi işler yapıyor.”


uMuT TaCiRi Ofline   Alıntı ile Cevapla