Kendinden utandı. Söz vermişti ona, sık sık ziyaretine gidecekti. Çok istediği “kartal başlıklı gümüş yüzüğü” götürecekti. Yüzük! Kütüphanesinde ki kitabın arasına koyduğu parayı hatırladı. Yerinden kalktı, kitabı yerinden aldı. İşte oradaydı.
İzmir’e doğru yola çıktığında sabahın ilk ışıklarıydı. Heyecanlıydı. Elinde tuttuğu küçük pakete baktı. Sonra gülümseyerek ceketinin cebine koydu. Kim bilir nasıl sevinecekti onu görünce? Bu yüzüğe bayılacaktı. Özel olarak yaptırmıştı, gümüşçüye. Geniş kocaman bir halkanın ortasında, siyah kare bir zeminin içinde, beyaz mineli bir kartal başı vardı. Tam istediği” gibi diye düşündü.
Terminalde bir taksiye bindi. Vakit geçirmek istemiyordu. Cezaevine geldiğinde kalbi hızla çarpmaya başladı. Bahçenin demir kapısı yanında, nizamiye de bekleyen nöbetçiye bir şeyler söyledi. İçeri telefon edildi. Kimliğini bıraktı, ziyaretçi kartını aldı. Basamaklara vardığında kalbi duracaktı. Müdür bey karşıladı onu kapıda. Sonra odasına geçtiler. Sıcak bir çayın eşliğinde eski günlerden söz ettiler.
Arkadaşlarını sordu. İki yılın ardından kimler gitmiş, kimler gelmiş, kimler tahliye olmuştu. Merak ediyordu. Ancak herkesten ayrıntıyla bahseden müdür, söz Metine gelince konuyu değiştiriyor, bakışlarını ondan kaçırıyordu. Daha fazla dayanamadı.
“Şeref bey, nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Metin senin ardından ikinci kez zatüreye yakalandı. Ancak bu defa vücudu da, beyni de iyileşmek için hiçbir çaba göstermedi. Hastalığı ilerledi. Sanki ölümü bekledi. Yapılan tedaviye yanıt vermedi. Kısa süre sonrada hastane de öldü”
Dünyası başına yıkılmıştı. Beyni acıyla uyuşmuş, yüreğine bir ateş düşmüştü. Canı acıyordu. Şoktaydı. Çaresizlik umutların yerini almıştı. “Nerede, nereye gömüldü?” diye sordu ağlayarak. “İstanbul’a, vasiyeti üzerine ailesi İstanbul’a götürdü” dedi müdür bey. Küçük bir kağıda bir şeyler karaladı. Artık orada durmanın anlamı yoktu. Vakit kaybetmeden İstanbul’a geri döndü. Yıkılmıştı. Perişan olmuştu. Vefasızlık yapmış, dostluğuna ihanet etmişti. Sahip çıkamamıştı işte kardeşine.
Kabristana geldiğinde ayakta duracak hali yoktu. Bekçiye elindeki kağıdı gösterdi. “Metin dedi, kardeşim, yeri neresi?” Bekçi ona şöyle bir baktıktan sonra “Beyim sen iyi değilsin. Gel biraz dinlen, sonra birlikte varırız yanına” dedi. Hemen görmeliydi. “Hayır hemen, lütfen”
Dar bir toprak yolda yürümeye başladılar. Etrafını göremiyordu gözleri. Bekçi bir şeyler söylüyor ama o zor anlıyordu. Son kelimeler beyninde takıldı kaldı. “ Beyim ne yapıp ettiysem, rahmetlinin toprağını dikleyemedim. Ben düzeltiyorum o çöküyor. Babası da çok uğraştı. Fidan dikiyoruz, çiçek ekiyoruz ama bir türlü tutmuyor”
Mezarın başına geldiğinde bekçinin dediği gibi içeri doğru göçüktü toprak. Üzerine kapandı. Dakikalarca ağladı. “Söz kardeşim, bu kez sözümü tutacağım, seni her gün görmeye geleceğim” diye hıçkırdı. Ceketini çıkardı. Bekçiyle birlikte toprağı doldurdu, yükselti. Birkaç fidan dikti. Çiçek tohumu serpti. Saatlerce yanında kaldı. Bekçiye para verdi. “Ben her gün uğrayacağım, ona iyi bakacaksın, düzeltecek, çiçekleri sulayacaksın baba. Söz ver bana” dedi.
O günden sonra da Metini her gece rüyasında görmeye devam etti. Sürekli ondan bir şey istiyordu. Elini uzatıyor, tutacakken kayboluyordu. Ertesi gün onu ziyaretine gittiğinde mezarın toprağını göçmüş buluyordu. Ne yaparsa yapsın, ne kadar uğraşırsa uğraşsın düzelmiyordu.
Vicdan azabı onu yiyip, bitiriyor kendisinin sebep olduğunu düşünüyordu. Yine sakinleştirici kullanmaya başlamıştı. Her gece “Yalvarırım kardeşim, bana yardımcı ol, bu azaptan beni kurtar” diye sayıklayarak uykuya dalıyordu.
O gece yine rüyasına girmişti. Karşısında duruyor, ona gülümsüyordu. Parmağını işaret ediyordu. Sıçradı. Nefes alamıyordu. Sonra telaşla yataktan fırladı. İzmir’e giderken ceketinin iç cebine koyduğu yüzüğü hatırladı. Anlamıştı.
Sabah kabristana geldiğinde gözlerine inanamadı. Çam fidanları yeşermiş, mezarın üstünde renkli çiçekler bitmişti. Ama öyle bir tanesi vardı ki içlerinde. Beyaz, bembeyaz bir kardelendi. Kışı beklemeden, vakitsiz açmıştı. Bekçi hayret dolu gözlerle bir mezara bir ona bakarken, usulca dizlerinin üstüne çöktü. Kardelenin dibine küçük bir çukur kazdı. “Kartal başlı gümüş yüzüğün” üzerini toprakla örterken onun kulağına fısıldadı.
Yaşamla ölümü ayıran o ince çizgi, siyahla beyazı ayıramaz ki..
Mine Soyer
__________________ KIZLARIN GÖZÜ HEP YÜKSEKLERDE ZENGİN PARALI ŞIK ERKEKLERDE BİZİM ONLARDAN NE FARKIMIZ VAR BEŞİKTAŞLIYIZ ! İŞTE O KADAR.. |