Hoşlanıp da sevmeyen, sevip de hoşlanmayanlar! | | “Anlamıyorum, bu tuhaflıklar hep benim başıma mı geliyor?” diye soruyor genç kadın. Meraklanır gibi yapıyorum: “Nasıl?” Birkaç aydır birlikte olduğu adamı anlatmaya başlıyor: “Onu seviyorum ama bazı şeyleri var ki, öfkeden kudurtuyor beni!” “E, normal bu” diyorum ama kafasını “hayır” anlamında sallıyor. Eskisi gibi değilim! Aşk meşk ilişkilerine bulaşmak, hep yaptığım gibi biraz psikanalitik açıdan konuyu deşerek çene yormak içimden pek gelmiyor artık. Böyle durumlarda çoğu zaman karşımdakini dinlemeyi bırakıp kendi dünyama daldığımı fark ediyorum. Ama o ısrarlı, bırakmıyor lafın ucunu. Uzun saçlarını arkaya doğru savurup kahvesinden bir yudum alıyor sonra, “para konularında mesela... Çok cimri, çok hesap yapıyor!” Ardından ekliyor: “Ne zaman dışarı çıksak bana ilgisini kaybediyor, aklı etrafta, gözler fıldır fıldır, iğrenç bir hal! Temizlik konusu desen, hiç açmayalım şimdi...” Soğuk bir tavır takınıp “ne var bunda büyütülecek, canım!” diyorum. Susup bakıyor bana... Ne tavrıma ne de sözüme ikna oluyor, “Başkası yapsa bunları anında çeker giderim, ama onu seviyorum, yine de bana iyi geliyor! Manyak mıyım ben?” *** Hoşlanmak... Bu öyle bir duygu ki, neredeyse bütün referansları sosyal! Neden, kimden hoşlanacağımız popüler kültür, toplum terbiyesi ve deyim yerindeyse “piyasa değerleri” tarafından belirleniyor. Bu yüzden birisinden apaçık biçimde ya hoşlanıyor ya da hoşlanmıyoruz. Sevmek ise artık alabildiğine özelleştirilmiş bir duygu. Ruhun kuytularında filizleniyor. Gücünü kimselere çaktırmadığımız eksiklerimiz, gediklerimiz, ezikliklerimiz, ihtiyaçlarımız, yenilgi ve yengilerimizden alıyor. O yüzden “hoşlanmıyorum ama seviyorum” çelişkisi garip bir şey sayılmamalı. Sürekli olarak erkeklerin “eğlenilecek kadın/evlenilecek kadın” ayrımı yaptığından yakınılıyor ya... O arada günümüz genç kadınlarının da “hoşlanılan erkek/sevilen erkek” ayrımı yaptığı ve o ayrımın içinde sıkışıp kaldığı gözlerden kaçıyor. Yani... Hoşlanılan erkeklerle flört ediliyor, “sevilen” erkeklerle birlikte olunuyor, evleniliyor vesaire... Tabii “nasılsa ben onu düzeltir, hoşlanılacak hale getiririm” inancı da eksik edilmiyor! Bunun ne kadar umutsuz ve yıkıcı bir çaba olduğu unutularak!.. Epeyce lafladıktan ve kimbilir kaçıncı kahvemizi içtikten sonra tam kalkarken “siz erkekler bizim gibi değilsiniz tabii” dedi genç kadın. “Nasılız peki?” “Sizin için kadınlardan hoşlanmak ‘Allah’ın emri’ sanki! Siz önce hoşlanıp sonra seviyorsunuz, biz önce sevip sonra hoşlanıyoruz! O da hoşlanılacak bir durum varsa ya da mecburen, mecburiyetten!” Haklı mıydı ne? O sırada aklıma geldi, sordum: “Nasıl tanışmıştınız?” Anlattı: “Onu tanıdığımda kötü günlerimdeydim. Varlığı bana iyi gelmiş, güven kazandırmıştı!” Ah, şu borç duygusu! Ah, sevme-sevilmelerimizin çekirdeğine kadar nüfuz eden alacak-verecek hesapları! Haşmet Babaoğlu
__________________ Sen her şeyi biliyorken, Ben her şeyi göze almışken, Sana uzaktan kıvranmak, Nasıl acılı bir kanserdir bilemezsin! |