Aşk sarayının en mahrem kulesine tırmanırken, sabırla bilediğim ümit kılıcımı kavrayan ellerimde, senin, ezeli ve ebedi, benim -saadet sebebim ve dahi- yârim oluşunu tasdik eden ellerinin beyaz dokunuşlarına hasret var bilir misin? Bilir misin gecenin seher vaktine kan-ter içinde erişmek telaşına düştüğü demlerde kumrularla söyleşirim… Gönlüm… Bir tek sana ait olmakla mânâsına kavuşan gönlüm… Sana susamıştır alev alev!
Gözlerinin okşadığı bakışlarım titrer karanlığın kucağında… Geç bahara rahmet bırakan bulutlar, gözlerimdeki efkârın teşvikiyle yağarken… Niçin yanımda değilsin âh? Âh ruhumun ilmeklerini çözüp, zülfünün ucuna takan yâr! Hasret ateşiyle kor olmuş nefesime sığmayıp taşan her âh ile gökte bir yıldız kayar… Ben… Senin aşığın olmakla yetinmeyip de mecnunluğun doruklarını mesken tutmuşum… Sahi… Mecnun hâlâ kendini mecnun mu sayar? Şaşarım ey dil-şâdım… Şaşarım! Eller bilmez değil mi? Söylesene ben sensiz nasıl yaşarım? İşte bu sebepten ömrümün her ânı, yorulmak bilmeden, hep sana doğru koşarım! Âh cân heybemde taşıdığım şu baht… Seninle şenlenmeyecek ise… Ki Allah saklasın! Ben sana ermeyecek, senin gölgende murâd vermeyecek olsa, bu bahtı da boşarım…
Büyükada sahillerinde, seninle karılan ruhumun şahidi olan dalgalar, haşinleşmesin ne yapsın? Beklemekten usanmaya ramak kala, bir muştu için ufkun inceldiği yere mıhlanan bakışlarımdan ötürü bulanır deniz… Evet… Siz… Siz Ebu-yâr! Talibi âcizaneyim bendeniz… İstirhamım odur ki; tez vakitte kabul taşlarıyla bilensin beklemekten taşa dönen yüreciğim! Hak fermanıyla, bu sevda ağacının dallarından saadetler dereceğim! Evet haşmetmeabları! Birazcık daha tefekkür edecek olursanız… Gerilmiş ruhumun ipiyle sarmaladığım bu âlemi, yaramaz bir ******n topaç çevirmesi gibi, zamanı yakacak kadar muzip bir hızla muştu zeminindeki buzları eritmek üzre döndüreceğim…
Endülüs Fethine başlamadan evvel gemileri yakan ruh ile talepkârım! İnanın! Sadece ve sadece bu ruh halidir bütün ömrümce ettiğim kârım! Beklemek… Usulünce ve vakti erene dek beklemek erdem… Âmennâ! Lâkin erdem derken, için için solmaya korktuğumdandır ki; sitemkârım…
Ey bîkarar bahçevân! Bencileyin garip bülbülün yegâne hakikati olan goncayı kıskanma benden… Bırak da bir ömür dalında sevda şarkıları söyleyeyim! Al şalına bürünüp, gönül sarayımın tahtına kurulan gülümü ver bana! Hem aşk bu ey pîr! Sakın sanma esâtir! Güle râm olmuş bu gönlümü, ille de gül diye nefes alıp verirken söyle nasıl edeyim de gülüm olmadan eyleyeyim? N’olur! N’olur destur ver murad bağına ilticâ eden bu kanadı kırık kuşa! Hangi mevzu hayra gitmiş ki, yollar kıvrılınca yokuşa?
Tuna nehri şahidimdir, Kerkük vekilim! Erciyes’ten sor aşkımın tutuşturduğu karanlıkları… Ne kadar meçhul varsa akıl tahtasına sual tebeşiriyle yazılmış… Bizatihi gözlerimle sil efendim! Ben… Ben, gül diye bağrında, gül rengi yârelerle gezen bir hasretkâr, bir tutam efkâr ve dahi âşikârım… Bil efendim!
İstanbul’dan sor yetmez ise tahkik ettiğin her husus… Aşkımın bilicisi olmakla Der-Saadet urbasının giye o Yedi Tepe, dile gelip de cevap verir size: “O şair-i garib ki; gülün aşkı bir tek o yalın yüreğe mahsus!”
İmtihan dünyasının en çetin imtihanına tabi tuttuğunuz ben! Boynu bükük lalelerin hallerine eş bir halde, el bağlamış… Can konağınızın avlusunda sevdâ cengindeki zaferimizin destur kesesiyle sarmalanmış ulufesini isterim… Bağban olana cömertlik yakışmaz mı ey Ebu gül… Çatma kaşlarını da şefkatinle bir gül… Gül ki, gülsün bahtıma gülen gül! Her zerrem sabırla yoğrulurken, aşkımı geçmeye yeltenir oldu tutunduğum tevekkül… |