Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26-01-2007, 09:23   #2
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

2.TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ
Türkiye-AB ilişkilerini Türklerin Batılılaşma macerası bağlamında ele almak, içinde bulunduğumuz ilişki ve çelişkileri anlayabilmek ve açıklayabilmemize yardımcı olabilir. Türklerin Batıya yönelmesi, Batı kurum ve kurallarını benimsemeye başlamaları Türkiye’nin sosyo-ekonomik ve siyasal hayatında radikal değişmeler meydana getirmiş, siyasal fikir ve gruplar “Batı” kavramına göre konumlandırılmaya başlanmıştır. XIX. Yüzyıldan itibaren Osmanlı Devletinde ve Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde siyasal mücadeleleri bu çerçeve içinde mütalaa etmek mümkündür. Bugünkü siyasal gruplaşmaların da temelini oluşturan ve iki yüz yılı aşkın bir geçmişe sahip bu yöneliş bugünlerde Avrupa Birliğinin bir parçası olmak veya Avrupa Birliği ile milli egemenliği nispeten koruyarak ilişkileri geliştirmek şeklinde Avrupa yanlısı görüşler ile Türklerin geleceğini Avrupa Birliği dışında arayan görüşler arasındaki mücadele şeklinde tezahür etmektedir.
Amaç fonksiyonları açıkça tanımlanmadığı sürece AB ile entegrasyona taraftar veya karşı olmanın kendi başına fazla bir anlamı olmadığı halde, böylesi bir tavır bile Türkiye’de siyasal grupların iktidar mücadelesinde belirleyici olabilmektedir. Türkiye’nin iktisadi ve siyasi ihtiyaç ve menfaatlerinin Balkanlar, Orta Doğu ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri içinde bölgesel konumu ve ilişkilerinin geçmişten geleceğe bir projeksiyonu yapılmaksızın, geleceğini ipotek altına alan bir entegrasyona girmesi çok önemli bir karardır ve bu kararı Türk milletine danışmaya lüzum görmeksizin verenler büyük sorumluluk altına girmektedir.
AB ile bütünleşme taraftarları sosyo-ekonomik ve siyasal gelişmenin yolunun AB ile bütünleşmekten geçtiğini, dahildeki askeri ve sivil bürokrasi, siyasal ve ekonomik baskı/çıkar gruplarının gelişmenin önünü tıkayan dirençlerinin ancak bu şekilde kırılabileceğini, aynı zamanda AB’nin yardımı olmaksızın gelişmenin mümkün olamayacağı yada çok uzun zaman alacağını savunmaktadırlar.
AB ile bütünleşmenin yolu ise Kopenhag kriterlerinin gerçekleştirilmesine bağlanmıştır. 1993’te Kopenhag’ta yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları zirvesinde, o tarihten itibaren AB’ye üye olmak isteyen ülkelerin üyelikten önce gerçekleştirmek zorunda oldukları sosyal, ekonomik ve siyasal standartlar belirlenmiş ve bu standartlara Kopenhag kriterleri denmiştir. Gerçekten de insan hak ve hürriyetleri, sosyo-ekonomik ve siyasal standartlar bakımından çağdaş dünyanın zirvesini ifade eden bu standartlara yalnızca AB’ye üye olacak ülkelerin değil, bütün ülkelerin ulaşması arzulanır. Türkiye’nin bu standartları AB üyeliği söz konusu olsun veya olmasın mutlaka yakalamaya çalışması/yakalaması gerekir.
Türkiye açısından Kopenhag kriterlerinden “iyi işleyen bir piyasa ekonomisi ile AB içindeki piyasa güçlerine ve rekabet baskısına karşı koyabilme kapasitesi”ni ifade eden iktisadi kriterlerin benimsenmesinde herhangi bir zorlukla karşılaşılmazken, demokrasinin güvence altına alındığı istikrarlı bir kurumsal yapı, hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlık haklarına saygı gibi siyasal kriterlerin benimsenmesinde belirli zorluklar ortaya çıkmaktadır. AB’den gelen baskılar karşısında, geçmişten elde ettiği tecrübelerin de etkisiyle, bölünme korkusu içinde olan Türkiye’de özellikle azınlık hakları ile ilgili standartlar problem teşkil etmektedir.İşin ilginç yanı, Türkiye’nin çok hassas olduğu azınlık hakları konusunda AB’de de geliştirilmiş bir sistem yoktur. Buna rağmen, bu konu büyük ölçüde Konseyin inhisarına terk edilmiştir (Karluk, 2002; 679), Bunun doğal sonucu azınlık haklarının siyasal baskı aracı olarak kullanılma yolunun açılması olmuştur.
  Alıntı ile Cevapla