26-01-2007, 11:03
|
#3 |
Guest | Altmışların ve yetmişlerin, aslında kendini her ne kadar öyle tanımlasa da sosyalist değil devrimci demokratik karakterli olan, sosyalist hareketi olmasaydı; seksenlerin ve doksanların Kürt hareketi olmasaydı, bu gün kimse ne Türklüğü sorgular ne de azınlıkları tartışırdı. İki hareket de çok ağır yenilgiler aldı. Ama galipler en güçlü oldukları noktada yendiklerinin vasiyetini yerine getirmekten başka bir şey yapamaz durumdalar. Ama onlar şimdi bizim vasiyetimizi yerine getirirlerken, bizim onların karşısına geçerek, bunu hatırlatma ile yetinmemiz, sonumuz olur. Biz şimdi başka yenilgilerin peşinde olmalıyız. Ancak o zaman ezilenlerin kurtuluş mücadelesine bir parçacık da olsa bir katkıda bulunabiliriz. Sosyalist olmak bilinçli olarak “yenilgi enayiliği”ni seçmek demektir. En azından şimdiye kadar yaşanan tarih bunu kabul ederek yola çıkmak gerektiğini göstermektedir. O halde, göreve devam, önümüzdeki yenilgilerin konularını belirlemeye başlayalım. Bu gün toplum otuz kırk yıl önce sosyalistlerin dediklerine geldi ama arada geçen zamanda gerek toplumsal mücadeleler gerek bu mücadelelerden çıkan teorik sonuçlar çok uzun bir yol kat ettiler ve çok başka noktalara vardılar. Dün sosyalistlerin dedikleri ve bu gün toplumun vardığı yer, aslında bu günün dünyasının sorunları karşısında gerici ve tutucu bir konuma karşılık düşer. Ama sadece dünyanın sorunları bakımından değil, teorik ve metodolojik olarak da çok geri bir yaklaşıma karşılık düşer. Azınlıklar konusu da böyledir. Azınlıklar konusunun Türkiye’de tartışıldığı biçim ve bu biçim içinde, en sol ve en ilerici gibi görünen tavırlar ve kavramsal araçlar bile, bu günün dünyasının koşullarında aslında gerici bir çözüm önerisinden başka bir şey değildirler. Azınlıklar konusunda son yirmi yılda bir çok yazı yazdık. Bu yazılarda bu mücadelenin deneylerinden yola çıkılarak, önümüzdeki yeni yenilgilerin yaşanacağı alanlar tanımlanmaktadır. Elbette bu tanımlama, el yordamıyla, daha önce hiç el atılmamış alanlarda, bakir ve keşfedilmemiş bir alanda yapıldığından, yeni olan çoğu kez eski biçimler içindedir. Yeni yürümeyi öğrenen bir çocuk gibi paytaktır. Sık sık düşer. Ama yine de her seferinde yeni bir alana girmeyi, yeni bir kıtayı keşfetmeyi başarır, çoğu kez, Kristof Kolomb gibi bunun yeni bir kıta olduğunun farkına varmasa bile. Aşağıdaki yazılar aynı zamanda bu evrimin izlediği yolu gösterir. Seksenlerin ortasında o güne kadar Türk, Erkek, Beyaz olmuş ve böyle olduğunun bilincinde olmayan, düşüncesinde böyle kategoriler bile bulunmayan bir sosyalist olarak Avrupa’da sürgün yaşamına başladığımızda, bu gün artık örneğin kültür, azınlık, farklılık gibi, sıradanlaşmış kavramlar, ne Avrupa’daki sosyalist harekette ne de içinden geldiğimiz Türkiye sosyalist hareketinin geleneğinde ve terminolojisinde bulunmazdı. Devletin, paranın ne olduğunu bilmeyen kabilelerin dilinde bunların karşılığı olan kavramların bulunmaması gibi. |
| |