Benzeri bir gelişim Rızgari saflarında da görülüyor ve onlar da yavaş yavaş bu sorunları, Stalinizmi vs. gündeme getiriyorlardı. Ama bu teorik olarak son derece korkak bir biçimde yapılıyor ve esas itici gücünü stalinizmin Kürt sorunu karşısındaki tutarsızlığının eleştirisinden aldığından, ulusçu bir hareket noktası bu arayışlara sürekli damgasını vuruyor ve bu da onların mantık sonuçlarına ulaşmasını engelliyor, genel olarak merkezci tabir edilen bir konumda bulunuyorlardı. Ama yine de, bu tabuların yıkılışı, bizim yazılarımız ve evrimimizin de dolaylı etkisiyle bu harekete yakın duran bazı kişilerin Rızgari hareketinden kopması ve Troçkizme yönelmesi sonucunu doğurmuştu. İşte bu gelişmelerle bağlı olarak, bu hareketlerin Almanya’daki taraftarları arasında da bu yönde bir evrim yaşanmıştı. Türkiye’deki bu evrimin sonucu olarak ve ondan etkilenmeyle, çoğu bulunduğu fabrikada işyeri konseyi üyesi veya sendika aktivisti de olan, yıllardır bir şekilde politik mücadele yürüten işçi ve aydınlardan bir grup, Troçkist olduk deyip Dördüncü Enternasyonal’in kapısını çalmışlardı. Avrupa sanayiinin kalbi Ruhr bölgesinde, Duisburg’ta, veya Stuttgart’da Mersedes fabrikalarında grev yöneten Türkiyeli, sosyalist maden ve çelik işçisi, en az beş on yıllık politik ve örgütsel tecrübesi olan işçiler bu küçük örgütün kapısını çalınca örgüt tam anlamıyla bir şok yaşar. Örgütün bütünüyle ufku dışında kalmış bu kesim bulutsuz gökte çakan bir şimşek gibi örgütün içine girmiştir. Ernest Mandel Kürt işçilerin örgütlenmesi Kürdistan’da sosyalist bir seksiyonun örgütlenmesine katkı olabilir diyerek, kendi cebinden aldığı IBM elektrikli daktiloyu bu gruba hediye eder. Çı Bıkın isimli bir dergi çıkmaya başlar. Bu arada 12 Eylül darbesi olmuş, göçmenler daha da hareketlenmiştir. Türkiye’den kaçanların da etkisiyle Avrupa’da politikleşme ve aktifleşme yükselmeye devam etmektedir. Yol dergisi etrafında toplanan bu kişiler, 12 Eylül’e karşı mitinglerin örgütlenmesinde önemli bir rol oynamışlardır. Hasılı küçük Alman seksiyonu, gelen Türkiyeli Kürt ve Türk işçiler aracılığıyla başına devlet kuşu konmuş gibidir. Ne var ki, ilk cicim ayları bitince, 12 Eylül yenilgisi ve dünyadaki yeni muhafazakar rüzgarların da etkisi altında (Teatcher, Reagan, Özal, Kohl) hem bir gerileme ve özele çekilmeler hem de tam da azınlık olmaktan doğan sorunlar kendini göstermeye başlar. Kürt ve Türk üyeler bir türlü örgütsel yaşama katılamamakta, hep kendilerini dışlanmış hissetmektedirler. Bu nedir, nereden gelmektedir? Bu iki sorun birleşince, Türk ve Kürt üyelerin çoğu bir süre sonra örgütü terk eder. Birkaç kişi kalır sadece. Bunun üzerinde örgütte bu başarısızlığın nedenleri üzerine bir tartışma başlar. Ama tartışma aslında yine tam anlamıyla örgüt içinde olmaktan ziyade, yabancılar ve yabancılarla ilgilenenler arasında yürütülmektedir. İşte bu tartışmalarda, Cezayir Kurtuluş savaşana dayanışmada çalışmış, oralarda yaşamış bir Alman üye, örgüt içinde Türk ve Kürtlerin ayrı bir otonom örgütlenme içinde olmasını savunmakta; Lenin’in Bundçularla tartışmasının yanlış bilindiğini, aslında Lenin’in fiilen özeleştiri yaptığını, Yahudi işçilerin RSDİP içinde otonom yapılarının olduğunu söylemektedir. Ve bunu söyleyen örgüt içinde yabancıları en iyi anlayan, onlara en yakın, örgütün Avrupa merkezciliğine ve ırkçılığına karşı onları savunan; örgütün ırkçı olduğunu söyleyen bu kişidir. |