Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26-01-2007, 11:04   #7
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Daha sonra, buradan çıkardığımız dersleri, Kürt hareketinin veya Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin stratejisi bağlamında tekrar çeşitli yazılarda ele aldık. Son üç metin de bunun örneğidir.
Ama bütün bu yazlarda çok temel bir yanlışımız bulunmaktadır ve bu bizim ancak son dönemde çözüp aşabildiğimiz bir sorundur. Zaten bu sorunun çözümü, Marksist Din, Ulus, Üstyapılar, Demokratik cumhuriyet, Proletarya Diktatörlüğü gibi sorunları bir çırpıda yepyeni bir ışık altında çözmektedir.
Temel yanlışımız, bu yazılarda ulusu, ulusçular gibi tanımlamamızdır. Yani bir dil, etni ya da tarihle. Böylece sanki ortada iki farklı sorun varmış gibi görülmektedir. Bir yanda azınlık sorunu, bir yanda da ulusal sorun. Ulusal sorununun çözümü için Ulusların Kaderini Tayin Hakkı; Azınlık sorunu için, dil, kültür, ulus ve etnilerin eşitliği.
Peki, eğer politik olan dil, etni, soy, kavime vs. göre tanımlanmamışsa, azınlık mı olur?
Ayın şey demokratik cumhuriyet bağlamında da görülür. Bir yandan, Ulusların kaderini Tayın hakkının aslında ulusal sorunla ilgili değil; nasıl bir devlet biçimiyle ilgili olduğunu söyleriz; yani bir tek köyün bile ayrılma hakkı olması gerektiğinden; ayrılmak için bir ulus olmanın şart olmadığından söz ederiz; diğer yanda ulusların kaderini tayin hakkından söz ederiz. Ulusların kaderini tayin hakkının aslında dile, dine dayanan ulusal devletler kurmak hakkı olduğunu göremeyiz.
Peki bu küçük adımı niçin bir türlü atamayız? Lenin, Troçki, Kıvılcımlı gibilerin üzerimizdeki otoritesi öyle büyüktür ki, Onların hepsinin bu sloganı savunmuş olması, o sloganı eleştiri ateşinden geçirmemizi engellemektedir. Bunun yanı sıra Türkiye’deki Kürt mücadelesine verdiğimiz destek de bu ilkeye dayandığından, bu ilkenin nesnel ilerici yönü nedeniyle, ideolojik olarak gerici olduğunu göremeyiz.
Bu nedenle, aslında 1990’ların en geç ortalarında atmamız gereken adımı ancak on sene sonra atabiliriz. Bu nedenle aşağıdaki yazılar bu çelişkileriyle birlikte ve bu çelişkinin çözümünde bir aşama, belli bir tıkanıklığın manevi bir otorite yüzünden aşılamamasının; zihnin bilinmeyen yerlere adım atarken nasıl korkak ve ürkek hareket ettiğinin bir örneği olarak da okunabilir.
Ulusal Sorun ve Azınlıklar sorunu (Türkiye’deki tartışmalarda Ulusal sorun ve Milliyetler sorunu diye ayrılan şey) iki ayrı sorun değildir. Ya da daha doğrusu şöyle diyelim. Dile, dine, etniye dayanan ulusçuluk açısından, bir ulusal sorun bir de azınlıklar ya da milliyetler sorunu vardır. Milliyetler, azınlıklar yüzdeki sivilceler gibi katlanılması gereken sorunlardır. Ya da sivilceleri sağlık işareti gören bir anlayışla sivilceler zamanın modasına göre, sivilceler bir sağlık ve güzellik işareti olarak da alınabilir. Bu günün azınlıkları renklilik ve çeşitlilik olarak tanımlayan anlayış, asılında bütün o ilerici görünüşünün ardında; gerici ulusçuluğun bütün varsayımlarını paylaşır. Azınlığı yok etmez, sadece onun karşısındaki tavrını değiştirir. Sorun olarak değil zenginlik olarak görmeye başlar. Yani azınlıklar zenginlik olmasa derhal tavrını değiştirecektir.
Halbuki, ulusu, dil, din, etni, tarih vs, ile tanımlamayı reddeden; tüm dillerin, kültürlerin, etnilerin eşitliğine dayanan; bunların politik olanın tanımından dışlandığı bir devrimci demokratik ulusçulukta, çoğunluk olmadığı için (Dile dine etniye dayanan bir millet olmadığı için), azınlıklar da (milliyetler de) olmaz.
  Alıntı ile Cevapla